
İdareye Karşı Tazminat Davası
İdarenin (devlet, belediye, bakanlık vb.) hukuka aykırı bir eylemi veya işlemi nedeniyle maddi ya da manevi bir zarara mı uğradınız? Anayasa ile güvence altına alınan hakkınız olan tam yargı davası yoluyla bu zararınızın tazminini talep edebilirsiniz. Bu makalede, idareye karşı tazminat davasının ne olduğu, hangi şartlarda açılabileceği, dava açma süreleri, görevli mahkemeler ve Danıştay'ın emsal kararları ışığında tüm süreç detaylı bir şekilde ele alınmaktadır.
İdareye Karşı Tazminat (Tam Yargı) Davasının Temelleri ve Şartları
İdarenin (devlet, belediye, bakanlık gibi kamu tüzel kişilerinin) faaliyetleri esnasında bireylerin hak ve menfaatlerine zarar vermesi, modern hukuk devletinin kabul edemeyeceği bir durumdur. Bu zararların giderilmesi amacıyla hukuk sistemimizde özel bir dava türü öngörülmüştür: tam yargı davası. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun (İYUK) 2. maddesinin 1/b fıkrasında, "idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan davalar" olarak tanımlanan tam yargı davası, idarenin hukuka aykırı eylemleri veya işlemleri neticesinde uğranılan maddi ve manevi zararların tazmin edilmesini sağlayan temel hukuki mekanizmadır. Bu dava, idarenin eylemlerinin hukuka uygunluğunu denetleyen iptal davasından farklı olarak, doğrudan doğruya zarar gören kişinin hakkını onarmayı hedefler ve sübjektif bir nitelik taşır.
Tazminat Sorumluluğunun Anayasal Dayanağı
İdarenin tazminat sorumluluğunun en üst düzeydeki hukuki temeli, Anayasamızın 125. maddesinde yer almaktadır. Bu maddenin son fıkrası, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde, "İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür." hükmünü amirdir. Bu anayasal ilke, hukuk devleti olmanın en temel gereklerinden biridir. İdare, kamu gücünü kullanırken keyfi hareket edemez ve bu gücün kullanımı sonucunda bireylere verdiği zararlardan sorumlu tutulur. Anayasa'nın bu açık hükmü, tam yargı davasının varlık sebebini oluşturur ve idarenin mali sorumluluğunun yasal düzenlemelerin de üzerinde, anayasal bir güvence altında olduğunu gösterir. Bu ilke, idareyi eylem ve işlemlerinde daha dikkatli ve hukuka bağlı davranmaya teşvik ederken, vatandaşlar için de güçlü bir hukuki koruma kalkanı sağlar.
Dava Açılabilmesi İçin Gerekli Koşullar
Bir tam yargı davasının mahkeme tarafından kabul edilerek esastan incelenebilmesi için belirli şartların bir arada bulunması zorunludur. Bu koşullar, davanın temelini oluşturur ve davacı tarafından ispatlanmalıdır:
Hukuka Aykırı Bir İdari Eylem veya İşlemin Varlığı: Davanın temelini, idareye atfedilebilecek bir eylem (örneğin, bir yapının usulsüz yıkılması) veya işlem (örneğin, hukuka aykırı bir atama kararı) oluşturur. Bu eylem veya işlem, bir ihmal şeklinde de ortaya çıkabilir (örneğin, çukurlu bir yolun onarılmaması). Kural olarak bu fiilin hukuka aykırı olması gerekir. Ancak aşağıda detaylandırılacağı üzere, "kusursuz sorumluluk" hallerinde idarenin eylemi hukuka uygun olsa dahi tazminat sorumluluğu doğabilir.
Bir Zararın Doğmuş Olması: İdari eylem veya işlem neticesinde davacının malvarlığında veya manevi dünyasında somut bir zararın meydana gelmiş olması gerekir.
- Maddi Zarar: Kişinin malvarlığında meydana gelen azalmadır. Tedavi masrafları, kazanç kaybı, hasar gören aracın onarım bedeli gibi kalemler maddi zarara örnektir.
- Manevi Zarar: Hukuka aykırı eylem nedeniyle kişinin yaşadığı elem, keder, üzüntü ve ruhsal sarsıntıdır. Manevi tazminat, bir zenginleşme aracı değil, çekilen acıyı bir nebze de olsa dindirmeyi amaçlayan bir tatmin aracıdır.
Uygun İlliyet (Nedensellik) Bağı: Davanın en kritik unsurlarından biridir. Hukuka aykırı idari eylem ile ortaya çıkan zarar arasında doğrudan bir neden-sonuç ilişkisi bulunmalıdır. Başka bir deyişle, zarar, idarenin o eylemi veya işlemi neticesinde meydana gelmiş olmalıdır. Eğer zarar, üçüncü bir kişinin kusurundan, mücbir sebepten veya zarar görenin kendi ağır kusurundan kaynaklanıyorsa, idarenin eylemi ile zarar arasındaki illiyet (nedensellik) bağı kesilmiş sayılır ve idarenin tazminat sorumluluğu ortadan kalkar.
İdarenin Sorumluluk Halleri: Hizmet Kusuru ve Kusursuz Sorumluluk
İdarenin tazminat sorumluluğu, Danıştay içtihatlarıyla şekillenen iki temel ilkeye dayanır: hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk. Mahkeme, bir uyuşmazlığı incelerken öncelikle hizmet kusurunun varlığını araştırır.
Hizmet Kusuru: İdarenin tazminat sorumluluğunun asli ve en yaygın nedenidir. Hizmet kusuru, idarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir kamu hizmetini;
- Hiç işlememesi (örneğin, acil çağrıya rağmen ambulans gönderilmemesi),
- Geç işletmesi (örneğin, yangına müdahalede gecikilmesi),
- Kötü işletmesi (örneğin, belediye hastanesindeki bir ameliyatta hastanın vücudunda yabancı cisim unutulması) şeklinde ortaya çıkar. Hizmet kusurunda, zarara neden olan kamu görevlisinin kişisel olarak tespit edilmesi gerekmez. Kusur, bireysel olarak memura değil, bir bütün olarak hizmetin organizasyonuna ve işleyişine aittir.
Kusursuz Sorumluluk: İdarenin herhangi bir kusuru olmasa dahi sorumlu tutulduğu istisnai hallerdir. Bu sorumluluk türü, hakkaniyet ve kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkelerine dayanır. Yargı kararlarıyla geliştirilen iki temel türü bulunur:
- Tehlike (Risk) İlkesi: İdarenin yürüttüğü bazı faaliyetler, doğası gereği tehlikelidir (örneğin, patlayıcı madde depolama, yüksek gerilim hatları işletme). Bu tehlikeli faaliyetler neticesinde bir zarar meydana gelirse, idare kusuru olmasa bile sorumlu tutulur.
- Sosyal Risk İlkesi: Terör olayları gibi kaynağı toplumsal olan riskler nedeniyle ortaya çıkan özel ve olağandışı zararların, yalnızca zarar gören bireyin üzerinde bırakılmayıp, bir bütün olarak toplum tarafından (yani idare aracılığıyla) karşılanması gerektiğini ifade eder. Bu ilke uyarınca, örneğin bir terör saldırısında zarar gören vatandaş, idarenin güvenlik zafiyeti gibi bir kusuru ispatlanamasa dahi tazminat talep edebilir.
Dava Açma Süreci: Süreler, Başvuru Zorunluluğu ve Yetkili Mahkeme
İdareye karşı açılacak bir tazminat davasında haklı olmak, tek başına davayı kazanmak için yeterli değildir. İdari yargılama usulü, hak düşürücü sürelere ve şekil şartlarına sıkı sıkıya bağlıdır. Bu nedenle, zarara uğrayan bir kişinin, hakkını usul kuralları nedeniyle kaybetmemesi için dava açma sürecini, süreleri ve başvuru yollarını doğru bilmesi hayati önem taşır. Sürecin en kritik ayrımı, zararın bir "idari işlemden" mi yoksa bir "idari eylemden" mi kaynaklandığı noktasında ortaya çıkar.
İdari Eylemlere ve İşlemlere Karşı Başvuru Yolları
İdarenin hukuka aykırı fiillerinden doğan zararların tazmini için izlenecek yol, zararın kaynağına göre farklılık gösterir. Bu yollar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK) ile net bir şekilde düzenlenmiştir.
1. İdari İşlemlerden Kaynaklanan Zararlar İçin Dava Süreci: İdari işlem, idarenin tek taraflı iradesiyle hukuki sonuç doğuran, belirli ve uygulanabilir nitelikteki kararlarıdır (örneğin, bir atama kararı, bir yıkım kararı, bir idari para cezası). Bu tür bir işlemden dolayı zarara uğrayan kişi, birkaç farklı yolla tazminat talep edebilir:
- Doğrudan Tam Yargı Davası: Zarara yol açan idari işlemin tebliğ edildiği veya öğrenildiği tarihten itibaren 60 gün içinde doğrudan tam yargı davası açılabilir. Bu yolda, işlemin iptali istenmeden sadece doğurduğu zararın tazmini talep edilir.
- İptal ve Tam Yargı Davasının Birlikte Açılması: Aynı dava dilekçesiyle hem hukuka aykırı idari işlemin iptali hem de bu işlemden doğan zararın tazmini birlikte istenebilir. Bu durumda da dava açma süresi, işlemin tebliğinden itibaren 60 gündür.
- İptal Davasından Sonra Tam Yargı Davası Açılması: Bu yol, özellikle zararın boyutlarının iptal davası sırasında netleşmediği durumlarda tercih edilir. İYUK Madde 12 uyarınca, öncelikle idari işlemin iptali için dava açılır. İptal davası lehe sonuçlanıp karar kesinleştikten sonra, bu kesinleşmiş kararın ilgiliye tebliğinden itibaren 60 gün içinde, o işlemden kaynaklanan zararların tazmini için ayrı bir tam yargı davası açma hakkı doğar.
2. İdari Eylemlerden Kaynaklanan Zararlar İçin Dava Süreci: İdari eylem, idarenin herhangi bir karar veya düzenlemeye dayanmaksızın, fiziki olarak gerçekleştirdiği fiillerdir (örneğin, belediye ekiplerinin kazı yaparken bir binanın temeline zarar vermesi, bir kamu aracının kaza yapması, altyapı çalışmasının eksik bırakılması). İdari eylemlerden doğan zararlar için dava süreci, İYUK Madde 13'te düzenlenen özel bir usule tabidir ve bu usulde idareye ön başvuru zorunluluğu bulunur.
- İdareye Başvuru Zorunluluğu: Doğrudan dava açılamaz. Öncelikle, zarara uğrayan kişi, zararı ve zarara yol açan eylemi öğrendiği tarihten itibaren 1 yıl ve her durumda eylemin gerçekleştiği tarihten itibaren 5 yıl içinde ilgili idareye yazılı olarak başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etmelidir. Bu süreler hak düşürücü niteliktedir.
- Dava Açma Süresinin Başlaması: İdareye yapılan bu başvuruya idarenin vereceği cevap, dava açma süresini başlatır:
- İdare talebi açıkça reddederse, ret kararının tebliğinden itibaren 60 gün içinde tam yargı davası açılmalıdır.
- İdare, başvuruya 30 gün içinde herhangi bir cevap vermezse, talep zımnen reddedilmiş sayılır (zımni ret). Bu 30 günlük sürenin bittiği tarihten itibaren 60 günlük dava açma süresi başlar.
Özel Durum: Süregelen Zararlar ve Dava Açma Süresi Bazı durumlarda idarenin fiili, zararı tek bir anda oluşturup bitirmez; zarar, hukuka aykırı durum devam ettiği sürece artarak devam eder. Bunun en tipik örneği, imar planlarında kamu hizmetine (park, yol, okul alanı vb.) ayrılan bir taşınmazın uzun yıllar kamulaştırılmamasıdır. Bu durumda mülkiyet hakkı kısıtlılığı sürekli bir nitelik taşır. Danıştay 6. Daire, K:2015/1893 sayılı emsal kararında bu tür "süregelen zararlarda", hukuka aykırı durum devam ettiği müddetçe dava açma süresinin işlemeyeceğine hükmetmiştir. Yani, malik, kısıtlılık hali ortadan kalkmadığı sürece her zaman dava açma hakkına sahiptir.
Görevli ve Yetkili Mahkemenin Belirlenmesi
Davanın doğru mahkemede açılması, en az sürelere uyulması kadar önemlidir. Aksi takdirde dava, görev veya yetki yönünden reddedilir ve bu durum ciddi hak kayıplarına yol açabilir.
Görevli Mahkeme: İdareye karşı açılacak tazminat davalarında kural olarak görevli mahkeme İdare Mahkemeleridir. Ancak, 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun 24. maddesinde sayılan çok istisnai ve üst düzey idari uyuşmazlıklarda, ilk derece mahkemesi olarak doğrudan Danıştay görevli olabilir.
Yetkili Mahkeme: Yetki, yani davanın coğrafi olarak hangi yerdeki idare mahkemesinde görüleceği ise İYUK Madde 36'ya göre belirlenir:
- Zarar, idarenin bayındırlık (yol, köprü, kanalizasyon vb.) veya ulaştırma gibi bir hizmetinden ya da herhangi bir eyleminden kaynaklanmışsa, yetkili mahkeme hizmetin görüldüğü veya eylemin yapıldığı yerdeki idare mahkemesidir. Örneğin, Ankara'daki bir yol çökmesi sonucu oluşan kazada Ankara İdare Mahkemesi yetkilidir.
- İdari sözleşmelerden doğan davalarda, sözleşmeyi yapan idari merciin bulunduğu yerdeki idare mahkemesi yetkilidir.
- Yukarıdaki özel yetki kurallarının dışındaki diğer tüm hallerde ise genel yetki kuralı devreye girer ve dava, davacının ikametgâhının bulunduğu yerdeki idare mahkemesinde açılır. Bu kural, vatandaşın kendi yaşadığı yerde dava açmasını sağlayarak hak arama özgürlüğünü kolaylaştırır.
Son olarak, mahkemenin tazminata hükmetmesiyle süreç tamamlanmaz. İYUK Madde 28 uyarınca idare, kesinleşen mahkeme kararının kendisine tebliğinden itibaren 30 gün içinde hükmedilen tazminatı ödemekle yükümlüdür. Bu süre içinde ödeme yapılmazsa, alacak genel hükümler (İcra ve İflas Kanunu) çerçevesinde icra yoluyla tahsil edilebilir.
Sağlık Hizmetlerinden (Tıbbi Malpraktis) Kaynaklanan Tazminat Davaları
Kamu idareleri tarafından sunulan sağlık hizmetleri, niteliği gereği insan hayatıyla doğrudan ilişkili olup, en üst düzeyde dikkat ve özen gerektiren bir kamu hizmetidir. Devlet hastaneleri, üniversite hastaneleri veya aile sağlığı merkezleri gibi kamu kurumlarında yapılan teşhis, tedavi ve bakım süreçlerinde meydana gelen hatalar, idarenin hizmet kusuru sorumluluğunu doğurur. Bu tür durumlarda, zarar gören hasta veya yakınları, uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini için idareye karşı tam yargı davası açma hakkına sahiptir. Tıbbi uygulama hatası veya bilinen adıyla tıbbi malpraktis, idare hukukunun en hassas ve teknik alanlarından birini oluşturur.
Hizmet Kusurunun İspatı ve Komplikasyon Ayrımı
Sağlık hizmetlerinden kaynaklanan tazminat davalarının temelini, idarenin hizmet kusurunun varlığı oluşturur. Hizmet kusuru; sağlık hizmetinin organizasyonundaki bozukluklar, teşhis veya tedavideki hatalar, personelin yetersizliği, tıbbi cihazların arızalı olması gibi çok çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Ancak, her olumsuz tıbbi sonuç, doğrudan bir hizmet kusurunun varlığı anlamına gelmez. Bu noktada, yargı kararlarında titizlikle üzerinde durulan "komplikasyon" ve "malpraktis (tıbbi hata)" ayrımını yapmak zorunludur.
- Komplikasyon: Tıp biliminin güncel verilerine göre, bir tıbbi müdahalenin tüm kurallara uygun yapılmasına rağmen ortaya çıkması beklenen, öngörülebilen ve önlenemeyen istenmeyen sonuçlardır. Komplikasyon durumunda, hekim veya sağlık personelinin bir kusuru bulunmadığından, kural olarak idarenin de tazminat sorumluluğu doğmaz. Danıştay'ın yerleşik içtihatları bu yöndedir. Örneğin, Danıştay 15. Daire'nin K:2016/3880 sayılı kararında, bir enjeksiyon sonrası meydana gelen ve tıbben beklenen bir risk olarak kabul edilen durumlarda, personelin kusuru ispatlanmadıkça idarenin hizmet kusurunun oluşmayacağı vurgulanmıştır.
- Tıbbi Hata (Malpraktis): Bilgi, beceri veya deneyim eksikliği nedeniyle standart tıbbi uygulamadan sapılması, yanlış teşhis konulması, yanlış tedavi uygulanması, hastanın yeterince aydınlatılmaması veya ameliyat sırasında yabancı cisim unutulması gibi durumlardır. Bu haller, açık bir hizmet kusuru teşkil eder ve idarenin tazminat sorumluluğunu doğurur.
Önemle belirtmek gerekir ki, bir komplikasyonun ortaya çıkması idareyi her zaman sorumluluktan kurtarmaz. İdarenin, ortaya çıkan komplikasyonla mücadelede gerekli ve zamanında müdahaleyi yapmaması, durumu yönetememesi de ayrıca bir hizmet kusuru olarak değerlendirilir. Danıştay 15. Daire'nin K:2016/3888 sayılı kararında, ameliyat sonrası komplikasyon gelişen bir hastanın ilgili yoğun bakım ünitesine alınmamasının "komplikasyonla mücadelede yetersiz kalındığını" gösterdiği ve bu durumun manevi tazminat gerektiren bir hizmet kusuru olduğuna hükmedilmiştir.
Sağlık Alanındaki Emsal Yargı Kararları
Danıştay, sağlık hizmetlerinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda idarenin sorumluluk çerçevesini belirleyen çok sayıda emsal karar vermiştir. Bu kararlar, hangi durumların hizmet kusuru sayılacağı konusunda yol göstericidir:
Ameliyatta Yabancı Cisim Unutulması: Bu durum, Danıştay tarafından en net hizmet kusurlarından biri olarak kabul edilir. Danıştay 15. Daire'nin K:2016/4029 sayılı kararında, ameliyat sonrası hastanın vücudunda enjektör iğnesi unutulmasının, Adli Tıp Kurumu raporu aksini belirtse dahi, hayatın olağan akışına göre açık bir hizmet kusuru olduğu ve idarenin tazminat sorumluluğunu doğurduğu belirtilmiştir. Bu gibi durumlarda zararla idari eylem arasındaki illiyet bağının ispatı oldukça kolaydır.
Teşhis ve Tedavide Gecikme veya Hata: İdarenin, hastalığın teşhisinde gerekli tetkikleri yapmaması veya yanlış değerlendirmelerle tedaviye geç başlaması da önemli bir hizmet kusurudur. Danıştay 15. Dairesi'nin K:2016/2286 sayılı kararında, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) şüphesi olan bir hastaya yönelik gerekli tecrit ve ileri tetkiklerin yapılmaması, hizmetin kötü işletilmesi olarak kabul edilmiş ve idare tazminata mahkûm edilmiştir.
Hizmet Kusuru ve Kişisel Kusur Ayrımı: Her tıbbi hata, idarenin sorumluluğunu doğurmaz. Eğer hekimin eylemi, kamu göreviyle hiçbir ilgisi olmayan, tamamen kişisel kin, kasıt veya yasa dışı bir amaçla gerçekleştirilmişse, bu durum "kişisel kusur" olarak kabul edilir. Bu takdirde dava idareye karşı idari yargıda değil, doğrudan ilgili personele karşı adli yargıda (Asliye Hukuk Mahkemesi) açılmalıdır. Danıştay 15. Daire'nin K:2016/2803 sayılı kararında, bir doktorun yıllık izindeyken ve konusu suç teşkil eden yasa dışı bir müdahale yapması sonucu hastanın ölmesinin, doktorun kişisel kusuru olduğu ve bu nedenle idarenin hizmet kusurunun bulunmadığına hükmedilmiştir.
Sonuç olarak, sağlık hizmetlerinden doğan bir zarar nedeniyle idareye karşı açılacak tazminat davasında başarıya ulaşmak, tıbbi süreçlerin ve hukuki normların bir arada değerlendirildiği teknik bir analiz gerektirir. Zararın öngörülebilir bir komplikasyondan mı, yoksa önlenebilir bir tıbbi hatadan mı kaynaklandığının tespiti, davanın kaderini belirleyen en kritik aşamadır. Bu süreçte, tıbbi kayıtların detaylı incelenmesi, uzman görüşlerine başvurulması ve emsal yargı kararlarının doğru yorumlanması hayati önem taşımaktadır.
Özel Durumlar ve Emsal Nitelikteki Yargı Kararları
İdarenin tazminat sorumluluğu, genel hatlarıyla hizmet kusuru ilkesine dayansa da, uygulamada karşılaşılan bazı özel durumlar, bu sorumluluğun sınırlarını ve niteliğini belirleyen emsal yargı kararlarıyla şekillenmiştir. Manevi tazminatın koşulları, idarenin kusuru olmaksızın sorumlu tutulduğu haller ve altyapı eksikliklerinden doğan zararlar gibi konular, Danıştay içtihatları ile netlik kazanmıştır.
Manevi Tazminatın Şartları
Tam yargı davalarında maddi zararın yanı sıra, idarenin hukuka aykırı eylem veya işlemi nedeniyle kişilerin duyduğu elem, keder, üzüntü ve manevi acıların giderilmesi için manevi tazminat da talep edilebilir. Uzun yıllar boyunca idare mahkemeleri, manevi tazminata hükmedebilmek için idarenin "ağır hizmet kusuru" işlemiş olmasını bir şart olarak aramıştır. Ancak bu yaklaşım, hak arama özgürlüğünü kısıtlayıcı bir nitelik taşıdığı için Danıştay tarafından terk edilmiştir.
Bu konudaki en temel karar, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun E:1998/844, K:2001/5092 sayılı kararıdır. Kurul, bu kararıyla manevi tazminata hükmedilebilmesi için idarenin ağır hizmet kusuru işlemesinin bir zorunluluk olmadığını açıkça belirtmiştir. Karara göre, hukuka aykırı bir idari işlem veya eylem nedeniyle bir kişinin manevi bir zarara uğraması, yani elem ve üzüntü duyması, tazminat için yeterlidir. İdarenin işleminin hukuka aykırı olduğunun mahkeme kararıyla tespit edilmesi, başlı başına manevi bir ızdıraba yol açan bir durumdur. Dolayısıyla, davacının manevi bir zarar yaşadığını ispatlaması halinde, idarenin kusurunun derecesine bakılmaksızın mahkemece uygun bir manevi tazminata hükmedilmelidir.
Terör Olayları ve Sosyal Risk İlkesi
İdarenin tazminat sorumluluğu her zaman kendi kusuruna dayanmaz. Bazı durumlarda idare, herhangi bir hizmet kusuru olmasa dahi meydana gelen zararı karşılamakla yükümlü tutulabilir. "Kusursuz sorumluluk" hallerinden biri olan sosyal risk ilkesi, özellikle terör olayları gibi toplumsal nitelikli risklerden doğan zararlar için geliştirilmiştir.
Bu ilkenin temel mantığı şudur: Terör gibi riskler, tüm toplumu tehdit eden ve önlenmesi tamamen mümkün olmayan risklerdir. Bu riskin gerçekleşmesi sonucu zarar gören bir bireyin, bu zarara tek başına katlanması adalet ve hakkaniyet ilkesine aykırıdır. Zarar, toplumsal bir riskten kaynaklandığı için, bu zararın külfetinin de tüm toplum adına devlet tarafından üstlenilmesi gerekir.
Danıştay 10. Dairesi'nin K:1993/3777 sayılı emsal kararı, bu ilkenin en bilinen örneklerinden biridir. Yaygın terör olaylarının yaşandığı bir bölgede, sırf toplumun bir ferdi olduğu için öldürülen bir köy muhtarının yakınlarının açtığı davada Danıştay, idarenin somut bir güvenlik zafiyeti (hizmet kusuru) ispatlanamasa dahi, ortaya çıkan özel ve olağandışı zararın "sosyal risk" ilkesi gereği tazmin edilmesi gerektiğine hükmetmiştir. Bu tür davalarda, zarar ile idari faaliyet arasında doğrudan bir illiyet bağı kurulması yeterli görülmektedir.
Altyapı ve Çevresel Etkenlerden Doğan Sorumluluk
İdarenin en temel görevlerinden biri, sorumluluğundaki yol, kaldırım, kanalizasyon gibi altyapı hizmetlerini düzenli ve güvenli bir şekilde sunmaktır. Bu hizmetlerin hiç sunulmaması, geç sunulması veya kusurlu şekilde sunulması, idarenin hizmet kusurunu oluşturur ve bu nedenle meydana gelen zararlardan idare sorumlu olur.
Altyapı Bakım Eksikliği: Danıştay 15. Dairesi'nin K:2016/3486 sayılı kararında, bir belediyenin bakımını yapmadığı logar kapağının neden olduğu trafik kazası, hizmetin eksik yürütülmesinden kaynaklanan tipik bir hizmet kusuru olarak kabul edilmiştir. İdarenin, sorumluluk alanındaki altyapıyı periyodik olarak kontrol etme ve tehlike arz eden durumları giderme yükümlülüğü bulunmaktadır.
Müterafik Kusur Değerlendirmesi: Zararın meydana gelmesinde zarar görenin de bir kusuru varsa, bu durum tazminat miktarından indirim sebebi olabilir. Ancak Danıştay 10. Dairesi'nin K:2015/3710 sayılı kararında olduğu gibi, idarenin kusurunun çok ağır olduğu durumlarda mahkemeler, zarar görene kusur atfetmekten kaçınabilmektedir. Kaçak elektrik hattı çekilmiş bir çamaşır teline dokunarak hayatını kaybeden bir çocuğun ölümünde, "hayatın olağan akışında" bir çamaşır telinde elektrik olmasının beklenemeyeceği gerekçesiyle anne ve babaya kusur yüklenemeyeceğine karar verilmiştir.
İmar Planlarından Doğan Sorumluluk: İmar planlarında taşınmazın kamu hizmetine (yeşil alan, yol, park vb.) ayrılması, mülkiyet hakkına yönelik bir kısıtlama yaratır. Bu kısıtlamanın uzun yıllar devam etmesi ve idarenin kamulaştırma yapmaması durumunda, mülkiyet hakkı fiilen kullanılamaz hale gelir. Bu tür "kamulaştırmasız el atma" niteliğindeki durumlara çözüm getirmek amacıyla 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na eklenen Geçici Madde 11 gibi düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemeler, idareye belirli bir süre içinde kamulaştırma yapma veya imar planını değiştirme yükümlülüğü getirerek, mülk sahiplerinin mağduriyetini gidermeyi amaçlamaktadır.
Sonuç olarak, idareye karşı açılacak bir tazminat davası, Anayasa ile güvence altına alınmış temel bir haktır. İdarenin sorumluluğu, hizmet kusurundan kaynaklanabileceği gibi, terör olaylarında olduğu gibi sosyal risk gibi kusursuz sorumluluk ilkelerine de dayanabilir. Davanın başarıya ulaşması; zararın, hukuka aykırı eylemin ve ikisi arasındaki nedensellik bağının doğru bir şekilde ortaya konulmasına bağlıdır. İdari eylemlere karşı İYUK Madde 13'te öngörülen idareye başvuru zorunluluğu ve dava açma süreleri gibi usuli kurallar hak düşürücü nitelikte olduğundan, sürecin titizlikle takip edilmesi kritik öneme sahiptir. Bu nedenle, hak kayıplarını önlemek ve sürecin en doğru şekilde yönetilmesini sağlamak amacıyla idare hukuku alanında uzman bir avukattan hukuki destek almak büyük önem taşımaktadır.