
Velayetin Değiştirilmesi Davalarında Sonradan Delil Bildirilmek
Velayet davalarında sonradan delil bildirilmesi, genel hukuk kurallarından farklı bir yaklaşım gerektiren önemli bir konudur. Bu makalede, HMK madde 145'in velayet davalarındaki uygulaması, Yargıtay kararları ışığında detaylı olarak incelenmekte ve çekişmesiz yargı işlerinde resen araştırma ilkesinin önemi vurgulanmaktadır.
Velayetin Değiştirilmesi Davalarının Hukuki Niteliği
Velayetin değiştirilmesi davaları, Türk hukuk sisteminde kendine özgü prosedürel kuralları olan ve çocuğun üstün yararının korunması amacıyla özel bir hukuki rejime tabi tutulan dava türleridir. Bu davaların hukuki niteliğinin doğru anlaşılması, hem yargılama usulünün belirlenmesi hem de delil toplama sürecinin yönetimi açısından kritik öneme sahiptir.
Çekişmesiz Yargı İşi Olarak Velayet
HMK madde 382/2/b-13 uyarınca velayetin değiştirilmesi davası çekişmesiz yargı işi olarak düzenlenmiştir. Bu sınıflandırma, davaların sadece prosedürel açıdan değil, aynı zamanda mahkemenin yaklaşımı ve delil değerlendirmesi bakımından da farklı bir rejime tabi olduğunu göstermektedir.
Çekişmesiz yargı işlerinin temel karakteristikleri şunlardır:
- Mahkemenin aktif rolü ve resen araştırma yetkisi
- Tarafların delil sunma yükümlülüğünün esnek yorumlanması
- Kamu yararının özel çıkarlardan üstün tutulması
- Yargılamanın her aşamasında yeni delillerin değerlendirilebilmesi
Velayetin çekişmesiz yargı işi olarak kabul edilmesinin temel gerekçesi, bu konunun sadece taraflar arasındaki özel bir uyuşmazlık olmayıp, çocuğun üstün yararının korunması gereken bir kamu düzeni meselesi olmasıdır. Bu nedenle mahkeme, tarafların iddia ve savunmalarıyla bağlı kalmaksızın, çocuğun menfaatini koruyacak kararı vermekle yükümlüdür.
Kamu Düzeni ve Resen Araştırma İlkesi
TMK madde 335-351 arasında düzenlenen velayet hükümleri kamu düzenine ilişkin hükümlerdir. Bu durum, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2001/2-430 E., 2001/432 K. sayılı kararında açıkça vurgulanmıştır. Kamu düzenine ilişkin olma özelliği, velayetin sadece anne ve baba arasındaki özel bir hak olmadığını, toplumsal düzenin korunması açısından devletin müdahale etme hakkı ve yükümlülüğü bulunduğunu göstermektedir.
HMK madde 385/2 uyarınca çekişmesiz yargı işlerinde resen araştırma ilkesi geçerlidir. Bu ilke, mahkemenin pasif bir hakem rolünde kalmayıp, gerçeğin ortaya çıkarılması için aktif bir tutum sergilemesi anlamına gelir. Resen araştırma ilkesinin velayetin değiştirilmesi davalarındaki pratik sonuçları şunlardır:
- Mahkeme, tarafların göstermediği delilleri de resen toplayabilir
- Bilirkişi incelemesi yapılması için re'sen karar verilebilir
- Çocuğun görüşünün alınması için gerekli tedbirler re'sen alınabilir
- Sosyal inceleme raporu hazırlanması re'sen kararlaştırılabilir
Bu ilkenin uygulanmasında dikkat edilmesi gereken husus, mahkemenin aktif rolünün tarafların hukuki dinlenilme hakkını ihlal etmemesi gerektiğidir. Mahkeme re'sen delil toplarken, bu delillerin taraflarca tartışılması ve değerlendirilmesi için uygun fırsatlar tanımalıdır.
Velayetin kamu düzeni ile ilgili olması, aynı zamanda usuli kazanılmış hak ilkesinin istisnası oluşturduğu anlamına gelir. Bu durum, değişen şartlara göre velayetin her zaman yeniden değerlendirilebileceği ve yargılamanın her aşamasında ileri sürülen hususların nazara alınabileceği sonucunu doğurur.
Çekişmesiz yargı işi olma özelliği, velayetin değiştirilmesi davalarında 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun'un 5. maddesi gereğince psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacıdan oluşan uzman heyetinden rapor alınması zorunluluğunu da beraberinde getirir. Bu rapor, mahkemenin karar vermesinde temel dayanaklardan birini oluşturur ve çocuğun fiziksel, duygusal ve sosyal gelişimi açısından hangi ebeveynin yanında kalmasının daha uygun olacağını bilimsel verilerle ortaya koyar.
Sonuç olarak, velayetin değiştirilmesi davalarının çekişmesiz yargı işi olarak düzenlenmesi ve kamu düzenine ilişkin bulunması, bu davaların özel bir yargılama rejimine tabi olduğunu göstermektedir. Bu rejim, çocuğun üstün yararının korunması amacıyla mahkemeye geniş yetkiler tanımakta ve delil toplama sürecinde esneklik sağlamaktadır.
HMK Madde 145 ve Sonradan Delil Gösterilmesi
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 145. maddesi, medeni yargılama hukukunda delil gösterilmesi süreleri konusunda temel bir düzenleme getirmektedir. Bu madde, tarafların kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremeyeceği kuralını ortaya koyarak, yargılamanın etkinliği ve makul sürede sonuçlanması ilkelerini güvence altına almaktadır.
Genel Kural ve İstisnalar
HMK madde 145'in birinci fıkrası, "Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler" şeklinde kategorik bir yasak getirmektedir. Bu düzenlemenin temel amacı, davaların gereksiz yere uzamasını önlemek ve tarafların kötü niyetli davranışlarının önüne geçmektedir.
Ancak kanun koyucu, bu genel kuralın yanında iki önemli istisna öngörmüştür:
- Delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa
- Süresinde ileri sürülememesi tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa
Bu istisnai hallerde mahkeme, sonradan delil gösterilmesine izin verebilmektedir. İstisnai durumların değerlendirilmesinde mahkemenin takdir yetkisi bulunmakla birlikte, bu takdir hakkının objektif kriterler çerçevesinde kullanılması gerekmektedir.
Kanunun gerekçesinde belirtildiği üzere, davaların uzamasının temel sebeplerinden biri gereksiz yere yeni delil sunulması ve sürelere uyulmamasıdır. Bu nedenle HMK 145. madde, hukuki dinlenme hakkının tabii bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve yargılamanın disiplinli bir şekilde yürütülmesini amaçlamıştır.
Yargıtay Uygulaması
Yargıtay'ın HMK 145. madde konusundaki içtihatları, kanun hükmünün katı bir şekilde uygulanması gerektiği yönündedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2017/2626 E., 2021/814 K. sayılı kararında şu önemli ilke benimsenmiştir:
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 145. maddesinde belirtilen ve tarafın etki alanı dışında kalan çok özel durumlar dışında, sonradan delil sunulması hâlinde bu deliller dikkate alınmamalıdır.
Bu karar, sonradan delil gösterilmesi konusunda istisnaların dar yorumlanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Hukuk Genel Kurulu, tarafın etki alanı dışında kalan çok özel durumlar haricinde, geç sunulan delillerin değerlendirme dışı bırakılması gerektiğini vurgulamıştır.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi'nin 2021/2290 E., 2022/3673 K. sayılı kararında ise konuya daha teknik bir yaklaşım sergilenmiştir:
HMK'nın 145. maddesinin birinci cümlesinde "Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler." şeklinde yaptırıma bağlanarak davayı uzatmaya yönelik kötü niyetli davranışların önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Dolayısıyla dilekçelere eklenip sunulmamış ve daha sonra ön incelemede ek olarak bildirilen kesin süre içinde de verilmemiş delillere tahkikat içerisinde kural olarak dayanılamaz.
Bu karar, ön inceleme aşamasında verilen kesin sürelerin önemini vurgulamakta ve bu sürelere uyulmaması halinde delillerin tahkikat aşamasında dikkate alınamayacağını açıkça belirtmektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2021/518 E., 2022/153 K. sayılı kararı ise temyiz aşamasında delil sunulması konusunu ele almıştır:
Uyuşmazlık bakımından çözümlenmesi gereken husus; kararın temyizi aşamasında ilk defa sunulan 30.04.2014 tarihinde tazminat ödemesi açıklaması ile 1.347,30TL miktar içeren dekont suretinin delil olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği (bu belgeye değer verilip verilmeyeceği) noktasında toplanmaktadır.
Bu kararda Hukuk Genel Kurulu, temyiz aşamasında ilk defa sunulan ve başından beri tarafın elinde bulunan belgelerin, HMK 145'teki şartları ileri sürmemesi nedeniyle delil olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir.
Ancak Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nin 2014/5534 E., 2014/11388 K. sayılı kararı, istisnai durumların nasıl değerlendirileceği konusunda önemli bir örnek teşkil etmektedir. Bu kararda, Adli Tıp Kurumu raporuyla ortaya çıkan durum karşısında davacının tanık deliline dayandığı gözetildiğinde, bu delilin sonradan ileri sürülmesinin yargılamayı uzatmaya matuf olmadığı değerlendirilerek, tanık dinlenilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Yargıtay 15. Hukuk Dairesi'nin 2021/130 sayılı kararında ise şu husus vurgulanmıştır:
Davalı tarafça kanunda belirtilen süreden sonra gösterilen dellillerin 6100 sayılı HMK'nın 145. maddesi hükmünce sözlü yargılamaya geçilecek aşamada ileri sürüldüğü gibi, süresinde ileri sürülmemesinin kendi kusurundan kaynaklanmadığının delillendirilmemiş olması sebebiyle mahkemece değerlendirilmemesinde isabetsizlik bulunmamasına karar verilmiştir.
Bu karar, ispat yükünün sonradan delil gösteren tarafa ait olduğunu ve kusurun bulunmadığının delillendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
Yargıtay uygulaması genel olarak, HMK 145. maddenin katı bir şekilde uygulanması gerektiği yönündedir. Bununla birlikte, objektif ve haklı gerekçelerin bulunduğu istisnai durumlarda, a
Velayet Davalarında Tanık Delili ve Hukuki Dinlenilme Hakkı
Velayet davalarında tanık delilinin kullanımı ve hukuki dinlenilme hakkının korunması, çocuğun üstün yararının sağlanması açısından kritik öneme sahiptir. Bu davalar, çekişmesiz yargı işi olmaları nedeniyle özel bir değerlendirme gerektirmekte ve mahkemelerin delil toplama konusunda daha esnek bir yaklaşım benimsemeleri gerekmektedir.
Tanık Dinletme Usulü
Velayet davalarında tanık delilinin dinletilmesi konusu, HMK madde 27'de düzenlenen hukuki dinlenilme hakkı kapsamında değerlendirilmelidir. Bu hak, tarafların bilgilenme, açıklama ve ispat haklarını içermekte olup, mahkemenin bu açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesi zorunluluğunu getirmektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2017/2-1575 E., 2018/672 K. sayılı kararı, velayet davalarında tanık delili konusunda emsal nitelikte bir karar oluşturmaktadır:
Velayet davalarında tarafların tanık deliline dayanması halinde, somutlaştırma yükü tam olarak yerine getirilmese bile hukuki dinlenilme hakkı gereği tanıkların dinlenmesi gerektiği belirlenmiştir.
Bu karar, velayet davalarının özel niteliği gereği, genel hukuk kurallarından farklı bir yaklaşım gerektirdiğini ortaya koymaktadır. Mahkemeler, çocuğun üstün yararını gözetme yükümlülüğü nedeniyle, tanık dinletme taleplerini daha geniş bir perspektifle değerlendirmelidir.
4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun'un 5. maddesi uyarınca, aile mahkemelerinde psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacıdan oluşan üç kişilik uzman heyetinden rapor alınması zorunludur. Bu düzenleme, velayet davalarında sadece tanık beyanlarına dayanılmaması, bilimsel ve objektif değerlendirmelerin de yapılması gerektiğini göstermektedir.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 2014/3236 K. sayılı kararında belirtildiği üzere:
Basit yargılama usulünün delil toplanmamasını gerektirmediği, velayetin aynı zamanda kamu düzeniyle ilgili olması ve çocuğun üstün yararının hakim tarafından resen nazara alınması zorunluluğu karşısında mahkemece tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.
Somutlaştırma Yükü
Genel hukuk kurallarına göre, tanık delilini ileri süren tarafın hangi vakıaların ispat edileceğini somutlaştırması gerekmektedir. Ancak velayet davalarında bu kural, çocuğun üstün yararı ilkesi çerçevesinde esnek bir şekilde uygulanmaktadır.
Somutlaştırma yükünün velayet davalarındaki özel durumu şu şekilde değerlendirilebilir:
- Tarafların tanık deliline dayanması halinde, tam somutlaştırma yapılmasa bile tanık dinletme talebi reddedilemez
- Mahkeme, resen araştırma ilkesi gereği delil toplanmasına karar verebilir
- Çocuğun menfaati söz konusu olduğunda, usuli eksiklikler göz ardı edilebilir
- Hukuki dinlenilme hakkının korunması, somutlaştırma eksikliğinden önce gelir
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2017/2-1575 E., 2018/672 K. sayılı kararında bu husus açıkça belirtilmiştir:
Mahkemenin sadece pedagog raporuna dayanarak karar vermesi yetersiz görülmüş, üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınması ve tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Bu yaklaşım, velayet davalarının kamu düzenine ilişkin olması ve çocuğun üstün yararının her şeyden önce gelmesi ilkesinden kaynaklanmaktadır. Mahkemeler, usuli engelleri aşarak gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli tüm delilleri toplamalıdır.
Tanık delilinin velayet davalarındaki işlevi şu noktalarda önem kazanmaktadır:
- Çocuğun yaşam koşullarının tespiti
- Ana veya babanın çocukla ilgilenme durumunun belirlenmesi
- Çocuğun psikolojik durumunun değerlendirilmesi
- Aile içi şiddet veya ihmal durumlarının ortaya çıkarılması
- Çocuğun sosyal çevresinin incelenmesi
Sonuç olarak, velayet davalarında tanık delili ve hukuki dinlenilme hakkı, çocuğun üstün yararı ilkesi çerçevesinde değerlendirilmeli ve mahkemeler bu konuda azami hassasiyet göstermelidir. Usuli eksiklikler, çocuğun menfaatinin korunması önünde engel teşkil etmemelidir.
Emsal Yargıtay Kararları ve Uygulama
Velayetin değiştirilmesi davalarında sonradan delil gösterilmesi konusunda Yargıtay'ın yerleşik içtihadı, bu davaların özel niteliği gereği genel kurallara istisna teşkil etmektedir. Yargıtay kararları, velayet davalarının çekişmesiz yargı işi olması ve kamu düzenine ilişkin bulunması nedeniyle, HMK madde 145'in katı bir şekilde uygulanmasının çocuğun üstün yararına aykırı olabileceğini ortaya koymaktadır.
Hukuk Genel Kurulu Kararları
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 14.06.2017 tarih, 2017/2-1887 E., 2017/1196 K. sayılı emsal kararı, velayet davalarında tanık dinletme usulüne ilişkin temel ilkeleri belirlemiştir:
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, velayetin değiştirilmesine konu davada cevap dilekçesinde tanık deliline dayanan davalının tanık isimlerini tahkikat duruşmasında bildirmesi üzerine tanık dinletme talebinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. HMK'nın 382. maddesinin birinci fıkrasında çekişmesiz yargı işlerinin neler olduğu önce genel çerçevesi belirlenerek, daha sonra da mümkün olduğunca sayılarak belirtilmiştir. Velayetin değiştirilmesi istemi de Kanunun sözü edilen maddesinde bir "çekişmesiz yargı" işi olarak düzenlenmiştir. Aynı Kanunun 385. maddesinin ikinci fıkrasında ise "çekişmesiz yargı işlerinde aksine hüküm bulunmadıkça re'sen araştırma ilkesinin geçerli olduğu" düzenlemesine yer verilmiştir.
Bu karar, velayet davalarında resen araştırma ilkesinin öncelikli olduğunu ve mahkemelerin delil toplama konusunda daha esnek davranması gerektiğini vurgulamaktadır.
Hukuk Genel Kurulu'nun 2017/2626 E., 2021/814 K. sayılı kararında ise genel ilke şu şekilde belirlenmiştir:
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 145. maddesinde belirtilen ve tarafın etki alanı dışında kalan çok özel durumlar dışında, sonradan delil sunulması hâlinde bu deliller dikkate alınmamalıdır.
Ancak bu genel ilkenin velayet davalarında çocuğun üstün yararı ilkesi karşısında esnek uygulanması gerektiği kabul edilmektedir.
Daire Kararları
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 04.03.2014 tarih, 2013/19997 E., 2014/4696 K. sayılı kararı, velayet davalarında sonradan delil gösterilmesi konusunda temel yaklaşımı ortaya koymaktadır:
Davacı, boşanma kararı ile velayeti davalı anneye verilen müşterek çocuk 2003 doğumlu …..`nın velayetinin davalıdan alınarak davacıya verilmesini istemiştir. Davalı cevap dilekçesinde davanın reddini talep etmiş, tanık deliline dayanmış ancak tanık ismi bildirmemiştir. Mahkemece dosya üzerinden ön inceleme yapılmış, tahkikata geçilmiş, davalının tanık dinletme talebinin tahkikat duruşması olarak görülen 1. celseye kadar isimleri bildirmediğinden ve duruşmada hazır da edilmediğinden bahisle reddine karar verilerek dava sonuçlandırılmıştır. Velayetin değiştirilmesi istemi bir "çekişmesiz yargı" işidir (HMK.md.382/2/b-13). Çekişmesiz yargı işlerinde aksine hüküm bulunmadıkça re'sen araştırma ilkesi geçerlidir (HMK.md.385/2). Bu sebeple mahkeme re'sen delile başvurulabileceği gibi, taraf da delil gösterebilir. Velayetin aynı zamanda kamu düzeniyle ilgili olması ve çocuğun üstün yararının hakim tarafından resen nazara alınması zorunluluğu karşısında; mahkemece davalı tarafa tanık isimlerini bildirmesi ve gerekli avansı yatırması için süre verilmesi ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucu uyarınca velayet düzenlemesi yapılması gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir…
Bu karar, mahkemelerin velayet davalarında tanık isimlerini bildirmesi için süre vermesi ve tüm delilleri birlikte değerlendirmesi gerektiğini açıkça belirtmektedir.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi'nin 2021/2290 E., 2022/3673 K. sayılı kararı ise genel delil hukuku açısından şu ilkeyi ortaya koymaktadır:
HMK'nın 145. maddesinin birinci cümlesinde "Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler." şeklinde yaptırıma bağlanarak davayı uzatmaya yönelik kötü niyetli davranışların önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Dolayısıyla dilekçelere eklenip sunulmamış ve daha sonra ön incelemede ek olarak bildirilen kesin süre içinde de verilmemiş delillere tahkikat içerisinde kural olarak dayanılamaz.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nin 2014/5534 E., 2014/11388 K. sayılı kararı, sonradan delil gösterilmesinin yargılamayı geciktirme amacı taşımaması halinde kabul edilebileceğini göstermektedir. Bu kararda, Adli Tıp Kurumu raporu sonrasında ortaya çıkan durum karşısında davacının tanık deliline dayanmasının yargılamayı uzatmaya matuf olmadığı değerlendirilmiştir.
Uygulama Açısından Değerlendirme
Yargıtay kararları incelendiğinde, velayet davalarında sonradan delil gösterilmesi konusunda şu temel ilkeler ortaya çıkmaktadır:
- Çekişmesiz yargı işi olması nedeniyle resen araştırma ilkesi önceliklidir