Haksız Fiil Sorumluluğunda Nedensellik Bağı

Haksız Fiil Sorumluluğunda Nedensellik Bağı

Haksız fiil hukukunda nedensellik bağı, sorumluluk hukukunun en karmaşık ve tartışmalı konularından biridir. Bir kişinin ancak neden olduğu sonuçlardan sorumlu tutulabileceği temel ilkesinden hareketle, fiil ile netice arasındaki bağlantının nasıl kurulacağı hem teorik hem de pratik açıdan büyük önem taşımaktadır. Bu makale, nedensellik bağının normatif sınırlandırılması konusunu ele alarak, doktrindeki farklı teorileri ve Yargıtay uygulamasını kapsamlı şekilde incelemektedir.

Nedensellik Bağının Temel Kavramları ve Hukuki Çerçeve

Haksız fiil hukukunda nedensellik bağı, bir kişinin sorumluluğunun temel şartlarından birini oluşturmaktadır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca, kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren kişi bu zararı gidermekle yükümlüdür. Ancak bu sorumluluğun doğabilmesi için zarar verici fiil ile meydana gelen zarar arasında nedensellik bağının kurulması zorunludur.

Nedensellik bağının belirlenmesi, hukuk biliminin en karmaşık konularından biri olarak kabul edilmektedir. Zira bir kişinin ancak neden olduğu sonuçlardan sorumlu tutulabileceği temel ilkesinden hareketle, fiil ile netice arasındaki bağlantının nasıl kurulacağı hem teorik hem de pratik açıdan büyük önem taşımaktadır.

Felsefi ve Tabii Sebep Kavramları

Nedensellik bağının tespitinde farklı bilim dallarının yaklaşımları değişiklik göstermektedir. Felsefi sebep kavramı açısından değerlendirildiğinde, her şeyin bir sebebi vardır ve hiçbir şey tesadüfen gerçekleşmez. Bu yaklaşıma göre sebep, neticeyi meydana getirmek için gerekli şartların tamamından oluşmaktadır.

Felsefi sebep kavramının haksız fiil hukukunda doğrudan uygulanması, sorumluluğu neredeyse imkansız hale getirmektedir. Çünkü bu yaklaşım, neticenin gerçekleşmesi için gerekli olan tüm şartların bir arada değerlendirilmesini gerektirmekte ve bu durum sorumluluk zincirini sonsuz bir şekilde genişletmektedir.

Tabii sebep kavramı ise daha dar bir yaklaşım benimser. Bu kavrama göre, olmaması halinde neticenin gerçekleşmeyeceği her bir fiil hem şart hem de sebep olarak kabul edilmektedir. Tabii sebep kavramının temelinde "conditio sine qua non" (olmazsa olmaz) kuralı yatmaktadır.

Ancak tabii sebep kavramının da haksız fiil hukukunda doğrudan uygulanması, sorumluluğun sınırsızlığına yol açmaktadır. Bu durum, özellikle kusursuz sorumluluk hallerinin yaygın olduğu haksız fiil hukukunda ciddi sorunlar yaratmaktadır.

Hukuki Sebep Kavramının Önemi

Hukuki sebep kavramı, felsefi ve tabii sebep kavramlarının hukuk alanında yarattığı sorunları çözmek amacıyla geliştirilmiştir. Bu kavram, nedensellik bağının tespitinde normatif sınırlandırma yapılması gerektiğini kabul etmektedir.

818 sayılı eski Borçlar Kanunu'nun 41. maddesi ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 49. maddesi karşılaştırıldığında, yeni düzenlemede terminolojik modernizasyon yapıldığı görülmektedir. Eski kanundaki "haksız muameleler" ifadesi "haksız fiiller" olarak, "mesuliyetin şartları" ifadesi ise "genel olarak" şeklinde güncellenmiştir.

Hukuki sebep kavramının önemi, ceza hukuku ile haksız fiil hukuku arasındaki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Ceza hukukunda tabii sebep kavramı kabul edilebilir çünkü sorumluluk için kusurun varlığı aranmaktadır. Ancak haksız fiil hukukunda kusursuz sorumluluk hallerinin genişliği nedeniyle bu yaklaşım yetersiz kalmaktadır.

TBK m.49'un ikinci fıkrası da bu bağlamda önem taşımaktadır. Bu hükme göre, zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de bu zararı gidermekle yükümlüdür. Bu düzenleme, hukuki sebep kavramının sadece pozitif hukuk kurallarıyla sınırlı olmadığını göstermektedir.

Nedensellik bağının hukuki değerlendirmesinde normatif sınırlandırma yapılması, sorumluluk hukukunun temel işlevlerinden biridir. Bu sınırlandırma, hem adalet hem de hukuki güvenlik ilkeleri açısından zorunludur. Zira sınırsız bir sorumluluk anlayışı, toplumsal yaşamda öngörülebilirliği ortadan kaldırarak hukuki güvenliği zedeleyecektir.

Hukuki sebep kavramının pratik uygulaması, mahkemelerin takdir yetkisi çerçevesinde gerçekleşmektedir. Yargıçlar, somut olayın özelliklerini dikkate alarak nedensellik bağının varlığını tespit etmekte ve bu değerlendirmede hukuki sebep kavramından yararlanmaktadır.

Nedensellik Bağı Teorileri ve Doktrindeki Yaklaşımlar

Haksız fiil hukukunda nedensellik bağının belirlenmesi konusunda doktrinde farklı teoriler geliştirilmiştir. Bu teoriler, fiil ile netice arasındaki sebep-sonuç ilişkisinin nasıl kurulacağı ve hangi şartların sebep sayılacağı konusunda değişik yaklaşımlar sunmaktadır. Her teorinin kendine özgü avantajları ve dezavantajları bulunmakta olup, hukuk sistemlerinde farklı düzeylerde kabul görmektedir.

Şart Teorisi

Şart teorisi, Alman hukukçu von Buri tarafından geliştirilmiş olup, nedensellik bağının belirlenmesinde en geniş kapsamlı yaklaşımı benimser. Bu teoriye göre, yokluğu halinde neticenin meydana gelmesini engelleyecek her fiil aynı zamanda bir sebeptir. Teori, "conditio sine qua non" (olmazsa olmaz şart) ilkesini temel alarak, neticenin gerçekleşmesine katkıda bulunan tüm şartları eşit değerde sebep olarak kabul eder.

Şart teorisinin temel mantığı oldukça basittir: Eğer bir fiil olmasaydı netice de gerçekleşmeyecekti ise, o fiil ile netice arasında nedensellik bağı vardır. Bu yaklaşım, nedensellik bağının tespitinde objektif bir kriter sunması açısından avantajlıdır. Ancak teorinin en büyük sorunu, sorumluluğun haddinden fazla genişlemesine yol açmasıdır.

Şart teorisinin alt türleri arasında Etkin Şart Teorisi önemli bir yer tutar. Bu yaklaşım, şartlar arasında ayrım yaparak bazılarını vesile, bazılarını ise sebep olarak kabul eder. Sebep, neticenin gerçekleşmesini sağlarken, vesile sadece imkan hazırlar. Bu ayrım, sorumluluğun sınırlandırılması açısından önem taşır.

Birkmeyer'in En Etkin Şart Teorisi ise niceliksel bir ayrım yaparak, neticeyi en çok etkileyen şartı sebep olarak kabul eder. Bu yaklaşım, çoklu nedensellik durumlarında hangi şartın daha önemli olduğunu belirlemeye çalışır.

Ortmann'ın Son Şart Teorisi ise neticenin meydana gelmesindeki son şartı sebep olarak kabul eder. Bu teori, zamansal sıralamayı esas alarak nedensellik bağını kurmaya çalışır.

Uygun Sebep Teorisi

Uygun sebep teorisi, şart teorisinin yarattığı sorumluluk genişliğini sınırlandırmak amacıyla geliştirilmiştir. Bu teoriye göre, bir fiilin sebep sayılabilmesi için neticenin meydana gelmesine uygun ve elverişli olması gerekmektedir. Teori, hayatın olağan akışı ve genel yaşam tecrübesi kriterlerini esas alır.

Uygun sebep teorisinin temel ilkesi, öngörülebilirlik kavramına dayanır. Bir fiil, hayatın olağan akışına göre o tür bir neticeyi doğurmaya elverişli ise uygun sebep olarak kabul edilir. Bu değerlendirme yapılırken, failin hareket anındaki bilgi ve imkanları dikkate alınır.

Teorinin uygulanmasında iki farklı yaklaşım benimsenmiştir:

  • Objektif öngörülebilirlik: Ortalama bir insanın o durumda öngörebileceği sonuçlar
  • Sübjektif öngörülebilirlik: Failin kişisel bilgi ve deneyimine göre öngörebileceği sonuçlar

Uygun sebep teorisi, haksız fiil hukukunda normatif sınırlandırma işlevi görür ve sorumluluğun makul sınırlar içinde kalmasını sağlar. Ancak teorinin uygulanmasında subjektif değerlendirmelerin kaçınılmaz olması, hukuki güvenlik açısından sorun teşkil edebilmektedir.

Objektif İsnadiyet Teorisi

Objektif isnadiyet teorisi, modern hukuk sistemlerinde giderek daha fazla kabul gören bir yaklaşımdır. Bu teori, şart teorisini temel alarak hukuki değerlendirme yapar ve neticenin faile objektif olarak isnat edilebilmesi için ek kriterler arar.

Objektif isnadiyet teorisine göre, nedensellik bağının varlığı tek başına yeterli değildir. Neticenin faile yüklenebilmesi için aşağıdaki şartların birlikte bulunması gerekmektedir:

  • Failin hukuken önemli bir tehlike yaratması
  • Olayın atipik bir şekilde gelişmemesi
  • Failin olaya hâkim olabilme imkanının bulunması
  • Neticenin norm koruması altında olması

Bu teori, ceza hukuku ile haksız fiil hukuku arasında köprü görevi görür ve her iki alanda da uygulanabilir niteliktedir. Objektif isnadiyet, sorumluluğun hem genişlemesini önler hem de hukuki güvenliği artırır.

Teorinin en önemli avantajı, normatif değerlendirme imkanı sunmasıdır. Bu sayede, teknik anlamda nedensellik bağı bulunan durumlardan sadece hukuken anlamlı olanları sorumluluk kapsamına alır. Böylece hem adalet hem de öngörülebilirlik sağlanmış olur.

Modern hukuk sistemlerinde objektif isnadiyet teorisinin kabul görmesi, sorumluluk hukukunun gelişimi açısından önemli bir adımdır. Bu yaklaşım, klasik teorilerin eksikliklerini gidererek daha dengeli bir sorumluluk sistemi kurulmasına katkı sağlamaktadır.

Yargıtay Uygulamasında Nedensellik Bağı

Türk yargı uygulamasında nedensellik bağının tespiti ve değerlendirilmesi konusunda Yargıtay'ın içtihatları belirleyici rol oynamaktadır. Haksız fiil sorumluluğunun temel unsurlarından biri olan nedensellik bağının somut olaylarda nasıl uygulanacağı, Yargıtay kararları aracılığıyla netlik kazanmıştır.

Hukuk Genel Kurulu Kararları

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, nedensellik bağının hukuki niteliği ve uygulanması konusunda temel ilkeleri belirleyen kararlar vermiştir. YHGK'nın 29.11.2017 tarihli kararında (E. 2017/439, K. 2017/1463) nedensellik bağının önemi şu sözlerle vurgulanmıştır: "Hukuki sorumluluğu doğuran unsurlar arasında illiyet bağı büyük bir önem taşır. İlliyet bağı, sorumluluğun asli şartı, tazminat hukukunun temel ilkesidir."

Bu kararda Yargıtay, uygun illiyet bağının hayatın olağan akışı ve hayat tecrübesine göre değerlendirilmesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. Öngörülemez zararların uygun illiyet bağı kapsamında sorumluluk doğurmayacağı ilkesi benimsenmiştir.

YHGK'nın 24.06.2021 tarihli güncel kararında (E. 2021/4-307, K. 2021/833) ise uygun illiyet bağı konusu daha detaylı olarak ele alınmıştır. Bu kararda, davalının eylemi ile yaralanma sonucu arasında uygun illiyet bağının bulunmadığı sonucuna varılarak, nedensellik bağının somut olay bazında titizlikle incelenmesi gerektiği vurgulanmıştır.

Ceza hukuku alanında ise YCGK'nın 5.5.2015 tarihli kararı (E. 2014/790, K. 2015/146) önem taşımaktadır. Bu kararda şart teorisinin ceza hukukunda baskın görüş olduğu belirtilerek şu tespit yapılmıştır: "Netice bir çok şartın bir bütün oluşturarak meydana gelmesiyle oluştuğundan ve bunlardan birisinin bulunmaması neticenin gerçekleşmesini engelleyeceğinden, bu şartlardan birisini gerçekleştiren failin hareketi ile gerçekleşen netice arasında nedensellik bağı vardır."

Daire Kararları

Yargıtay dairelerinin nedensellik bağı konusundaki kararları, teorik yaklaşımların pratik uygulamasını göstermesi açısından değerlidir. Y. 4. HD'nin 05.06.2014 tarihli kararında (E. 2013/12460, K. 2014/9363) haksız fiil sorumluluğunun unsurları açık şekilde belirtilmiştir: hukuka aykırı fiil, zarar, kusur ve illiyet bağı.

Bu kararda somut olay üzerinden nedensellik bağının değerlendirilmesi yapılmıştır. Davacının otlatmaya bıraktığı sığırının öldürülmesi olayında, ceza mahkemesinin teslim tutanağına göre etin davacıya iade edildiği tespit edilerek zarar kalmadığı sonucuna varılmıştır.

Y. 4. HD'nin 03.12.2012 tarihli kararında (E. 2012/11486, K. 2012/18362) ise görev konusu ile bağlantılı olarak nedensellik bağı değerlendirilmiştir. Elektrik idaresinin yeraltı kablolarına verilen zarar olayında, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 49. maddesi kapsamında haksız fiil niteliğindeki olayda adli yargının görevli olduğuna karar verilmiştir.

Y. 4. HD'nin 30.11.2021 tarihli kararında (E. 2021/17554, K. 2021/9381) müşterek kusur durumunda sorumluluk paylaşımı konusu ele alınmıştır. Bu kararda, birden fazla kişinin kusurlu davranışının aynı zarara neden olması durumunda nedensellik bağının nasıl değerlendirileceği açıklanmıştır.

Y. 20. HD'nin 08.12.2016 tarihli kararında (E. 2016/12700, K. 2016/11904) sigorta şirketinin rücu davalarında görev konusu ile ilgili olarak nedensellik bağının önemi vurgulanmıştır.

Yargıtay uygulamasında dikkat çeken bir diğer husus, manevi tazminat için TBK'nın 56. maddesi uyarınca bedensel bütünlüğün zedelenmesi, acı ve ızdırap doğması ile hukuka aykırı eylem arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekliliğidir.

Yargıtay kararları incelendiğinde, nedensellik bağının tespitinde hayatın olağan akışı ve tecrübesi kriterinin sürekli olarak uygulandığı görülmektedir. Bu yaklaşım, hem haksız fiil sorumluluğunun sınırlarını belirlemekte hem de adaletli sonuçlara ulaşılmasını sağlamaktadır.

Ceza Hukuku ile Haksız Fiil Hukukunda Nedensellik Bağının Karşılaştırması

Nedensellik bağının belirlenmesi konusunda ceza hukuku ile haksız fiil hukuku arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar, her iki hukuk dalının kendine özgü yapısı ve amaçlarından kaynaklanmaktadır.

Normatif Sınırlandırma Farklılıkları

Ceza hukukunda nedensellik bağının tespiti ile haksız fiil hukukundaki yaklaşım arasındaki temel fark, normatif sınırlandırmanın yapıldığı aşamada ortaya çıkmaktadır. Ceza hukukunda her şart aynı zamanda sebep sayılır ve nedensellik bağı tespit edildikten sonra objektif isnadiyet değerlendirmesi ile normatif sınırlandırma yapılır. Bu yaklaşım, Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin 24.09.2020 tarih, 2020/82 sayılı kararında da benimsenmiştir. Kararda, nedensel bağın varlığının tek başına yeterli olmadığı, neticenin faile objektif olarak isnat edilebilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

Haksız fiil hukukunda ise normatif sınırlandırma doğrudan nedensellik bağı incelemesi sırasında gerçekleştirilir. Bu durum, Yargıtay 10. Ceza Dairesi'nin 10.12.1998 tarih, E.1998-10133/K.12221 sayılı kararında belirtildiği üzere, uygun, yakın, doğrudan ve etkin illiyet bağı aranması şeklinde kendini göstermektedir.

Ceza hukukunda şart teorisinin baskın olması, kusurun varlığının aranması nedeniyle sorumluluk açısından yeterli güvence sağlamaktadır. Ancak haksız fiil hukukunda bu yaklaşımın benimsenmesi, özellikle kusursuz sorumluluk halleri nedeniyle sorumluluk alanının aşırı genişlemesine yol açabilir.

Kusursuz Sorumluluk Halleri

Haksız fiil hukukunda kusursuz sorumluluk hallerinin yaygınlığı, nedensellik bağındaki normatif sınırlandırmayı kritik bir konuma getirmektedir. TBK m.56 uyarınca manevi tazminat için bedensel bütünlüğün zedelenmesi, acı ve ızdırap doğması ile hukuka aykırı eylem arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Bu düzenleme, nedensellik bağının sadece tabii sebep kavramıyla sınırlı kalamayacağını göstermektedir.

Kusursuz sorumluluk hallerinde failin kusuru aranmadığından, nedensellik bağının belirlenmesi daha da önem kazanmaktadır. Bu durumda uygun sebep teorisinin uygulanması, sorumluluğun makul sınırlar içinde tutulması açısından zorunlu hale gelmektedir.

Ceza hukukunda ise kusurun her zaman aranması, nedensellik bağının tespitinde daha esnek bir yaklaşım benimsenmesine olanak tanımaktadır. Failin kusurlu olmaması durumunda zaten cezai sorumluluk doğmayacağından, nedensellik bağının geniş yorumlanması sorumluluk alanını aşırı genişletmez.

Haksız fiil hukukunda hayatın olağan akışı ve tecrübesi kriteri, uygun illiyet bağının belirlenmesinde temel ölçüt olarak kabul edilmektedir. Bu kriter, öngörülemez zararların sorumluluk kapsamı dışında bırakılmasını sağlayarak, sorumluluğun makul sınırlar içinde tutulmasına hizmet etmektedir.

İki hukuk dalı arasındaki bu farklılıklar, her birinin kendine özgü koruma amacından kaynaklanmaktadır. Ceza hukuku toplumsal düzeni korumayı amaçlarken, haksız fiil hukuku bireysel zararların giderilmesine odaklanmaktadır. Bu farklı amaçlar, nedensellik bağının belirlenmesinde de farklı yaklaşımları gerekli kılmaktadır.

Sonuç olarak, haksız fiil hukukunda nedensellik bağının belirlenmesi, sorumluluk hukukunun temel taşlarından birini oluşturmaktadır. Doktrindeki farklı teoriler ve Yargıtay uygulaması, bu konuda zengin bir içtihat birikimi oluşturmuştur. Özellikle kusursuz sorumluluk hallerinin yaygınlığı nedeniyle, nedensellik bağındaki normatif sınırlandırma kritik önem taşımaktadır. Uygun illiyet bağı kriteri, hayatın olağan akışı ve tecrübesi çerçevesinde değerlendirilerek, hem zarar görenlerin korunması hem de sorumluluğun makul sınırlar içinde tutulması arasında adil bir denge kurulmasını sağlamaktadır. Bu dengenin korunması, haksız fiil hukukunun etkin işleyişi açısından vazgeçilmez bir gerekliliktir.

Yazar Görseli
Müellif

Av. Ali Haydar GÜLEÇ

Güleç Hukuk Bürosu'nda 9 yıldır yöneticilik ve avukatlık yapmaktadır.