Hasar Tespit İtiraz Davası

Afet sonrası binanızın hasar durumu yanlış mı tespit edildi? Artık hakkınızı aramak için idarenin yıkım kararı gibi ek bir işlem yapmasını beklemek zorunda değilsiniz! Anayasa Mahkemesi'nin çığır açan kararı ile hasar tespit raporlarına doğrudan dava açma yolu açıldı. Bu yazımızda, hasar tespitine itiraz davasının tüm adımlarını, güncel yasal düzenlemeleri ve bilmeniz gereken kritik süreleri sizler için derledik.

Elbette, talep ettiğiniz makale bölümünü, sağlanan ana hat ve kritik veriler doğrultusunda, profesyonel ve SEO'ya uygun bir dille aşağıda hazırladım.


Hasar Tespit Davalarında Tarihsel Süreç: 'Ön İşlem' Engeli

Türkiye'de yaşanan doğal afetler sonrası mülk sahiplerinin karşılaştığı en temel hukuki sorunlardan biri, binalarının hasar durumuna ilişkin idari tespitlere karşı hak arama sürecinin nasıl işleyeceği olmuştur. Yakın zamana kadar bu süreç, vatandaşlar için oldukça meşakkatli ve belirsizliklerle dolu bir yol anlamına geliyordu. Bu durumun temelinde, hasar tespit raporlarının hukuki niteliğine ilişkin yerleşik idari yargı içtihadı ve bu içtihadı pekiştiren yasal düzenlemeler yatmaktaydı. Anayasa Mahkemesi'nin devrim niteliğindeki kararına gelmeden önce, bu "tarihsel süreci" ve mülk sahiplerinin önündeki 'ön işlem' engelini anlamak, mevcut hukuki durumun önemini kavramak açısından kritik bir adımdır.

Hasar Tespit Raporlarının Hukuki Niteliği

Afet sonrası süreçlerin yasal çerçevesini çizen temel kanun, 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun'dur. Bu kanun uyarınca, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'na bağlı teknik heyetler tarafından binaların hasar durumu (ağır hasarlı, orta hasarlı, az hasarlı, hasarsız vb.) tespit edilir. Uzun yıllar boyunca idari yargının temel yaklaşımı, bu raporları tek başlarına hukuki sonuç doğuran nihai işlemler olarak görmemekti.

Yargı içtihatlarına göre hasar tespit raporları, idarenin ileride alacağı kararlara zemin hazırlayan bir "hazırlık işlemi" veya "ön işlem" niteliğindeydi. İdare hukuku mantığına göre bir işleme karşı dava açılabilmesi için o işlemin "kesin ve yürütülmesi gereken" bir niteliğe sahip olması, yani tek başına kişilerin hukukunu etkileyen, hak ve yükümlülükler doğuran bir sonuç yaratması gerekir. Hasar tespit raporunun ise sadece bir durumu "tespit ettiği", ancak tek başına bir yıkım emri vermediği veya bir yardım başvurusunu reddetmediği kabul ediliyordu. Bu bakış açısı, raporun kendisinin değil, ancak rapora dayanılarak tesis edilecek nihai kararların dava konusu edilebileceği sonucunu doğuruyordu.

Doğrudan Dava Açılamamasının Dayanakları

Vatandaşların hasar tespit raporuna karşı doğrudan dava açmasını engelleyen bu yaklaşım, hem yasal düzenlemelere hem de Danıştay'ın istikrar kazanmış kararlarına dayanıyordu. Bu engelin hukuki temelini şu şekilde özetleyebiliriz:

  • Asıl İşlem Bekleme Zorunluluğu: Eski uygulamada, mülk sahibi, binasına ilişkin hasar tespit raporunun hatalı olduğunu düşünse dahi, bu rapora karşı derhal yargı yoluna başvuramıyordu. Bunun yerine, idarenin bu rapora dayanarak bir "asıl işlem" tesis etmesini beklemek zorundaydı. Bu asıl işlemler genellikle şunlar oluyordu:
    • Binanın "ağır hasarlı" tespit edilmesi durumunda, ilgili idarenin (Valilik veya Belediye) alacağı yıkım kararı.
    • Binanın "az hasarlı" veya "hasarsız" tespit edilmesi nedeniyle, vatandaşın yaptığı hak sahipliği başvurusunun reddedilmesi kararı.
    • Binanın "orta hasarlı" tespit edilmesi halinde, güçlendirme yapılmadığı için oturma izni verilmemesi veya binanın tahliyesine yönelik bir karar.

İşte ancak bu nihai nitelikteki işlemler kişiye tebliğ edildikten sonra, bu işleme karşı idare mahkemesinde iptal davası açılabiliyordu. Açılan bu davada mahkeme, asıl işlemin (örneğin yıkım kararının) hukuka uygunluğunu denetlerken, o işlemin dayanağı olan hasar tespit raporunu da inceleme konusu yapıyordu.

  • Danıştay İçtihatları: Bu yaklaşım, Danıştay kararlarıyla yıllar içinde pekiştirilmiştir. Örneğin, Danıştay 11. Dairesi'nin E. 2004/5324 K. 2005/2421 sayılı kararında, hasar tespit raporlarının kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olmadığı, bu nedenle tek başlarına idari davaya konu edilemeyeceği açıkça belirtilmiştir. Daha da önemlisi, idari yargının en üst karar organı olan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK), E. 2015/548, K. 2016/2937 sayılı kararıyla bu içtihadı teyit ederek, hasar tespit raporlarının bir "ön işlem" olduğu ve ancak asıl işlemlerle birlikte dava konusu edilebileceği yönündeki görüşü kesinleştirmiştir.

Bu hukuki engel, afetzedeler için ciddi mağduriyetlere yol açıyordu. Hatalı bir rapora karşı hakkını aramak isteyen bir vatandaş, idarenin keyfiyetine veya işleyiş hızına bağlı olarak aylarca, hatta bazen yıllarca "asıl işlemi" beklemek zorunda kalıyor, bu süreçte mülkü üzerindeki belirsizlik ve hukuki güvencesizlik durumu devam ediyordu. Ancak bu köklü içtihat ve yasal engel, Anayasa Mahkemesi'nin mülkiyet hakkını ve hak arama özgürlüğünü merkeze alan tarihi bir kararıyla tamamen değişecekti.

Elbette, istediğiniz makale bölümünü aşağıda bulabilirsiniz.


Yargı Öncesi Aşama: İdari İtiraz Süreci

Anayasa Mahkemesi'nin devrim niteliğindeki kararıyla hasar tespit raporlarına doğrudan dava açma yolu açılmış olsa da, mülk sahiplerinin yargı yoluna başvurmadan önce kullanabilecekleri önemli bir mekanizma daha bulunmaktadır: idari itiraz süreci. Bu süreç, hatalı olduğunu düşündüğünüz hasar tespit raporunun, mahkemeye gitmeden önce idari makamlarca yeniden değerlendirilmesini sağlar. Bu aşama, hem daha hızlı sonuç alma potansiyeli taşıması hem de olası bir davada elinizi güçlendirecek resmi bir kayıt oluşturması açısından stratejik bir öneme sahiptir. İdari itiraz, 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun çerçevesinde düzenlenmiş olup, hak sahiplerinin bu süreci doğru ve zamanında işletmesi kritik derecede önemlidir. Unutulmamalıdır ki, idari itiraz yoluna başvurmak, doğrudan dava açma hakkını ortadan kaldırmaz; ancak çoğu durumda bu yolun tüketilmesi tavsiye edilmektedir.

Genel İtiraz Süresi ve Mercii

Afet sonrası yapılan ve binanızın kaderini belirleyen kesin hasar tespit sonuçları, genellikle e-Devlet kapısı, muhtarlıklar veya belediyeler aracılığıyla kamuoyuna ilan edilir. İşte bu ilanı takip eden süreç, hak sahipleri için hayati önem taşır. Hatalı bir tespit olduğunu düşünüyorsanız, harekete geçmek için kısıtlı bir zamanınız vardır.

Mevzuata göre, kesin hasar tespit sonuçlarının ilan edildiği tarihten itibaren 30 günlük hak düşürücü bir itiraz süresi başlar. "Hak düşürücü süre" ifadesi, bu sürenin kaçırılması durumunda idari itiraz hakkının tamamen ve geri dönülmez bir şekilde kaybedileceği anlamına gelir. Bu nedenle, ilanları dikkatle takip etmek ve süreyi geçirmeden başvuruyu yapmak zorunludur.

İtiraz başvurusu için yetkili merciler şunlardır:

  • Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlükleri
  • İlgili mülki amirlikler (Valilikler veya Kaymakamlıklar)

Bu kurumlara yazılı bir dilekçe ile başvurularak, hasar tespit raporundaki hatanın gerekçeleriyle birlikte düzeltilmesi talep edilir. Başvurunuz üzerine, idare tarafından yeni bir teknik heyet görevlendirilir. Bu heyet, binanızda yeniden bir inceleme yaparak "İtiraz Hasar Tespiti" adı verilen yeni bir rapor düzenler. Bu ikinci rapor, idari süreç açısından nihai karar niteliğindedir. Yani, bu rapora karşı bir daha idari bir kuruma itiraz etme imkânı bulunmamaktadır. İtirazınızın reddedilmesi veya sonucun yine beklentinizin aksi yönde çıkması durumunda, artık tek seçenek yargı yoluna, yani hasar tespitine itiraz davası açmaya kalmaktadır.

Acil Yıktırılacak Binalar İçin Özel Durum

Genel hasar tespit sürecinden çok daha farklı ve acil bir prosedür, "Acil Yıktırılacak Bina" statüsündeki yapılar için işler. Kamu güvenliğini ve çevre sağlığını doğrudan tehdit ettiği kabul edilen bu binalar için idarenin attığı adımlar ve mülk sahiplerine tanınan süreler çok daha kısıtlıdır.

Bir bina "acil yıktırılacak" olarak tespit edildiğinde, bu durum genel bir ilanla değil, doğrudan mülk sahibine yapılan resmi tebligat ile bildirilir. İşte bu noktada zamanla yarış başlar. Mülk sahibi, bu tebligatı aldığı andan itibaren sadece 3 gün içinde itiraz etme hakkına sahiptir. Bu son derece kısa süre, durumun ciddiyetinden kaynaklanmaktadır ve hak kaybı yaşamamak için derhal harekete geçmeyi zorunlu kılar.

İtiraz, yine ilgili idari mercilere yapılır. İdare, yapılan bu itirazı değerlendirmek için de yine 3 gün gibi kısa bir süreye sahiptir. İtirazın kabul edilmesi halinde binanın durumu yeniden değerlendirilir. Ancak itirazın reddedilmesi veya bu 3 günlük süre içinde herhangi bir itirazda bulunulmaması halinde, yıkım kararı kesinleşir ve idare tarafından yıkım işlemleri başlatılır. Bu özel ve hızlandırılmış süreç, bir yandan kamu güvenliğini temin etmeyi amaçlarken, diğer yandan mülk sahiplerinin haklarını korumak için çok hızlı ve bilinçli hareket etmelerini gerektirmektedir.

Elbette, istediğiniz makale bölümünü aşağıda bulabilirsiniz.


Milat: Anayasa Mahkemesi'nin İptal Kararı ve Sonuçları

Hasar tespit davaları alanında yıllardır süregelen ve vatandaşların hak arama özgürlüğünü ciddi şekilde kısıtlayan bir hukuki engel, Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) verdiği tarihi bir kararla ortadan kaldırılmıştır. Bu karar, hasar tespit raporlarının hukuki niteliğini temelden değiştirmiş ve afetzedeler için yargı yolunu doğrudan açarak bir milat teşkil etmiştir. Uzun yıllar boyunca Danıştay içtihatları ile şekillenen ve hasar tespit raporlarını yalnızca bir "ön işlem" olarak gören anlayış, bu kararla birlikte geçerliliğini yitirmiştir. Artık mülk sahipleri, binalarının hasar durumuna ilişkin rapora itiraz etmek için idarenin yıkım kararı veya hak sahipliğinin reddi gibi ek bir işlem tesis etmesini beklemek zorunda değildir.

İptal Edilen Hüküm ve Gerekçesi

Hasar tespit itiraz davalarındaki en büyük dönüşüm, Anayasa Mahkemesi'nin 30 Kasım 2023 tarihli ve E.2023/134, K.2023/207 sayılı kararı ile yaşanmıştır. AYM, bu kararıyla 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun'un 13. maddesinin (a) fıkrasında yer alan kritik bir ibareyi iptal etmiştir. İptale konu olan ve yıllarca doğrudan dava açmanın önündeki en büyük yasal engel olan hüküm şuydu:

“…hasar tespit raporları ancak asıl işlemlerle birlikte dava konusu edilebilir.”

Anayasa Mahkemesi, bu hükmün Anayasa'ya aykırı olduğuna hükmederken son derece önemli bir gerekçeye dayanmıştır. Yüksek Mahkeme'ye göre hasar tespit raporları, sanılanın aksine, sadece sonraki idari işlemlere (yıkım, hak sahipliği vb.) zemin hazırlayan basit bir "hazırlık işlemi" değildir. Aksine, bir yapıya "ağır hasarlı", "orta hasarlı" veya "az hasarlı" gibi bir statü kazandıran bu raporlar, tek başlarına hukuki sonuç doğuran, taşınmazın ekonomik değerini ve kullanım olanaklarını doğrudan etkileyen nihai nitelikte işlemlerdir.

Bu gerekçeyle AYM, hasar tespit raporlarının hukuki statüsünü yeniden tanımlamış ve bu raporların artık tek başına dava konusu edilebilecek icrai işlem niteliği taşıdığına karar vermiştir. Bu, raporun bir hazırlık aşaması olmaktan çıkıp, doğrudan hukuki sonuçlar doğuran ve bu nedenle de doğrudan yargı denetimine tabi olması gereken bir idari eylem olarak kabul edilmesi anlamına gelmektedir.

Kararın Mülkiyet Hakkı ve Hak Arama Özgürlüğüne Etkisi

Anayasa Mahkemesi'nin bu devrim niteliğindeki kararı, iki temel anayasal hakkın korunması açısından derin anlamlar taşımaktadır: Mülkiyet hakkı ve etkili başvuru hakkı.

  1. Mülkiyet Hakkına Doğrudan Etki (Anayasa m.35): Bir binanın hatalı bir şekilde "ağır hasarlı" olarak sınıflandırılması, o mülkün yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalması ve piyasa değerinin sıfırlanması demektir. Tersi durumda, ağır hasarlı bir yapının "az hasarlı" gösterilmesi ise hem mülk sahibinin can güvenliğini tehlikeye atar hem de onu devletin sağladığı hak sahipliği imkanlarından mahrum bırakır. Anayasa Mahkemesi, hasar tespit raporunun bu şekilde taşınmazın değeri ve malikin tasarruf yetkisi üzerinde yarattığı doğrudan etkiyi göz önünde bulundurarak, bu işlemin Anayasa'nın 35. maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkına açık bir müdahale oluşturduğunu tespit etmiştir.

  2. Etkili Başvuru Hakkının Tesisi (Anayasa m.40): İptal edilen eski düzenleme, mülkiyet hakkına bu denli açık bir müdahalede bulunan bir işleme karşı vatandaşın yargıya gitmesini engelliyordu. Mülk sahibi, hakkını arayabilmek için idarenin keyfiyetine bağlı olabilecek bir "asıl işlem" tesis etmesini beklemek zorundaydı. İdarenin bu asıl işlemi geciktirmesi veya hiç tesis etmemesi durumunda, vatandaş hatalı rapora karşı yıllarca hukuki korumadan yoksun kalabiliyordu. AYM, bu durumu Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ve mahkemeye erişim hakkının ihlali olarak değerlendirmiştir.

Sonuç olarak, AYM'nin iptal kararı, hasar tespit sürecinde güçler dengesini vatandaş lehine değiştirmiştir. Artık afetzedeler, mülkiyet haklarını doğrudan etkileyen hasar tespit raporunun kendilerine tebliğ edildiği veya e-Devlet gibi platformlarda ilan edildiği andan itibaren, başka hiçbir işlem beklemeden, doğrudan idare mahkemesinde raporun iptali için dava açma hakkına sahiptir. Bu gelişme, hukuki öngörülebilirliği artırmış ve hak arama sürecini önemli ölçüde hızlandırmıştır.

Harika bir taslak! Belirtilen bölümü, makalenin genel akışına ve SEO ilkelerine uygun olarak, profesyonel ve bilgilendirici bir dille aşağıda hazırladım.


Güncel Dava Süreci ve Deprem Davalarına Özgü Usuller

Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) hasar tespit raporlarına karşı doğrudan dava yolunu açan devrim niteliğindeki kararı, afetzedelerin hak arama sürecini temelden değiştirmiştir. Artık mülk sahipleri, idarenin ek bir işlem tesis etmesini beklemeden, mülkiyet haklarını doğrudan etkileyen bu raporların hukuka aykırılığını yargı önüne taşıyabilmektedir. Bu yeni dönemde, dava sürecinin nasıl işlediğini ve özellikle 6 Şubat 2023 depremleri sonrası ortaya çıkan yoğunluğu yönetmek amacıyla getirilen özel yargılama usullerini bilmek büyük önem taşımaktadır.

Doğrudan İptal Davası Açma Hakkı

AYM'nin E.2023/134, K.2023/207 sayılı kararı ile 7269 sayılı Kanun’da yer alan “…hasar tespit raporları ancak asıl işlemlerle birlikte dava konusu edilebilir.” ibaresinin iptal edilmesi, bu raporların hukuki niteliğini yeniden tanımlamıştır. Eskiden bir "hazırlık işlemi" olarak görülen ve tek başına dava konusu edilemeyen raporlar, artık mülkün değerini ve kullanım hakkını doğrudan etkileyen, kesin ve yürütülmesi gereken bir "icrai işlem" olarak kabul edilmektedir.

Bu değişikliğin en önemli sonucu, hak sahiplerinin artık idari itiraz sürecinin sonuçlanmasını takiben veya bu süreci kullanmaksızın, raporun kendilerine tebliğ edildiği veya e-Devlet gibi platformlarda ilan edildiği tarihten itibaren yasal süreler içinde doğrudan İdare Mahkemesi'nde iptal davası açabilmesidir. Bu dava ile vatandaşlar, hasar tespitinin yanlış (örneğin az hasarlının ağır hasarlı veya ağır hasarlının az hasarlı gösterilmesi gibi) olduğunu iddia ederek raporun iptalini ve yürütmesinin durdurulmasını talep edebilirler. Yürütmenin durdurulması kararı, dava sonuçlanana kadar raporun hukuki sonuçlarının (örneğin yıkım işlemlerinin) askıya alınmasını sağlar ve telafisi imkânsız zararların önüne geçer.

Hızlandırılmış Yargılama Usulü

6 Şubat 2023 tarihinde yaşanan ve geniş bir coğrafyayı etkileyen depremler, on binlerce binanın hasar görmesine ve buna bağlı olarak idari yargıda benzeri görülmemiş bir dava yoğunluğuna neden olmuştur. Bu olağanüstü durumu yönetmek ve hem kamu güvenliğini sağlamak hem de vatandaşların barınma hakkıyla ilgili mağduriyetlerini hızla gidermek amacıyla yasal bir düzenleme yapılmıştır.

7471 sayılı Kanun ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’na (İYUK) eklenen Geçici Madde 11, deprem bölgesindeki hasar tespit davaları için özel ve hızlandırılmış bir yargılama usulü getirmiştir. Bu usulün temel özellikleri şunlardır:

  • Kısaltılmış Süreler: Normal yargılamaya göre süreler önemli ölçüde kısaltılmıştır. Örneğin, davalı idarenin savunma verme süresi 15 güne indirilmiştir. Mahkemenin dosyayı tekemmül ettikten sonra keşif ve bilirkişi incelemesi gibi işlemleri hızla tamamlaması hedeflenmiştir.
  • Yürütmenin Durdurulmasına İtiraz Yolu Kapalı: Hızlandırılmış yargılamanın en dikkat çekici yönlerinden biri, mahkemenin yürütmenin durdurulması talepleri hakkında verdiği kararlara karşı itiraz yolunun kapatılmış olmasıdır. Yani, mahkeme yürütmeyi durdurma talebini kabul veya reddettiğinde, bu karar kesindir ve bir üst mahkemeye itiraz edilemez.
  • Hızlı İstinaf Süreci: Davanın sonunda verilen nihai karara karşı istinaf (bölge idare mahkemesi) yoluna başvurulabilir. Ancak İYUK Geçici Madde 11 uyarınca, istinaf mahkemesinin dosyayı almasından itibaren en geç 2 ay içinde kararını vermesi öngörülmüştür. Bu düzenleme, davanın nihai olarak sonuçlanma süresini ciddi anlamda kısaltmaktadır.

Bu özel usul, yürürlüğe girdiği tarihten önce açılmış olan davalara da bulunduğu aşamadan itibaren uygulanarak, tüm deprem davalarının hızlı bir şekilde karara bağlanması amaçlanmıştır.

Afetzedeler İçin Mali Kolaylıklar

Afet gibi zorlu bir süreçten geçen vatandaşların, haklarını ararken bir de yüksek yargılama giderleriyle karşı karşıya kalmamaları için kanun koyucu önemli bir mali kolaylık sağlamıştır. 4539 sayılı Kanun'un 3. maddesi, afetzedelerin, afetten kaynaklanan tüm hukuki uyuşmazlıklarda adli yardım hükümlerinden yararlanmasını sağlar.

Bu hüküm uyarınca, hasar tespitine itiraz davası açan bir afetzede:

  • Dava açarken ödenmesi gereken başvuru harcı, karar harcı gibi tüm mahkeme harçlarından muaftır.
  • Keşif ve bilirkişi incelemesi için gereken avanslar gibi yargılama giderlerini ödemek zorunda değildir.

Bu hak, afetzedelerin mali bir engele takılmadan yargı yoluna başvurabilmesini güvence altına alır. Dava açarken dilekçede bu kanun maddesine atıfta bulunarak adli yardım talebinde bulunmak, sürecin sorunsuz ilerlemesi için yeterlidir.


Özetle, hasar tespitine itiraz süreci, geçmişteki hukuki engellerin aşıldığı ve vatandaş lehine önemli güvencelerin getirildiği bir yapıya kavuşmuştur. Anayasa Mahkemesi'nin mülkiyet hakkını ve hak arama özgürlüğünü merkeze alan kararıyla, hasar tespit raporları artık doğrudan dava konusu edilebilen icrai işlemlerdir. 6 Şubat depremleri sonrası uygulamaya konulan hızlandırılmış yargılama usulü ve afetzedelere tanınan mali muafiyetler ise, bu zorlu süreçte adalete erişimi hem hızlandırmış hem de kolaylaştırmıştır. Mülk sahiplerinin, hak kaybı yaşamamak için idari ve adli süreçlerdeki yasal süreleri dikkatle takip etmesi ve güncel hukuki haklarını bilerek hareket etmesi, mülkiyet haklarını korumanın en temel adımıdır.

Yazar Görseli
Müellif

Av. Ali Haydar GÜLEÇ

Güleç Hukuk Bürosu'nda 9 yıldır yöneticilik ve avukatlık yapmaktadır.