
Yürütmenin Durdurulması Nedir? Hangi Durumlarda Talep Edilir?
İdari bir işlemle hak kaybına uğradığınızı düşünüyor ve dava açtıysanız, dava sonuçlanana kadar işlemin uygulanmasını durdurmak mümkün müdür? İdari yargının en önemli koruma tedbirlerinden olan 'Yürütmenin Durdurulması' kararı, tam da bu noktada devreye girer. Bu karar nedir, hangi şartlarda talep edilebilir, itiraz süreci nasıl işler ve idare bu karara uymak zorunda mıdır? İşte İYUK ve Anayasa çerçevesinde yürütmenin durdurulması kurumuna dair tüm detaylar ve emsal yargı kararları.
Yürütmenin Durdurulması: Tanımı, Amacı ve Yasal Çerçevesi
İdare hukuku, devletin kamu gücünü kullanarak tesis ettiği idari işlemlerin, kural olarak hukuka uygun olduğu varsayımı üzerine kuruludur. Bu ilkeye "hukuka uygunluk karinesi" denir. Bu karine uyarınca, bir idari işlem hakkında mahkeme tarafından iptal kararı verilene dek tüm hukuki sonuçlarını doğurmaya devam eder. Ancak, dava süreçlerinin uzunluğu göz önüne alındığında, bu durum bireylerin hak ve menfaatleri açısından geri dönülmez sonuçlar doğurabilir. İşte bu noktada, idari yargının en etkili koruma mekanizmalarından biri olan yürütmenin durdurulması kurumu devreye girer.
Yürütmenin Durdurulması Nedir?
Yürütmenin durdurulması, idari bir işleme karşı açılmış olan bir iptal davası devam ederken, dava konusu işlemin uygulanmasını ve hukuki sonuçlar doğurmasını dava sonuna kadar askıya alan geçici bir tedbir kararıdır. Bu karar, başlı başına bir dava türü olmayıp, mevcut bir iptal davası içerisinde mahkemeden talep edilen bir ara karardır. Temel amacı, dava sonuçlandığında verilecek olan iptal kararının anlamsız kalmasını önlemek ve bu süreçte davacının telafisi mümkün olmayan zararlara uğramasını engellemektir.
Örneğin, hakkında yıkım kararı verilen bir yapı için açılan iptal davası devam ederken belediyenin yıkımı gerçekleştirmesi, davanın sonunda haklı bulunsanız dahi geri döndürülemez bir zarar yaratacaktır. Yürütmenin durdurulması kararı, tam da bu tür durumların önüne geçerek, yargılama sonuna kadar mevcut hukuki durumun korunmasını sağlar. Bu kurumun anayasal dayanağı, idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunun açık olduğunu belirten Anayasa'nın 125. maddesidir.
Kararın Verilebilmesi İçin Gerekli Şartlar Nelerdir?
İdari yargı mercilerinin yürütmenin durdurulması kararı verebilmesi, kanunla sıkı şartlara bağlanmıştır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun (İYUK) 27. maddesi, bu şartları açıkça düzenlemiştir. Mahkemenin bu yönde bir karar alabilmesi için aşağıda belirtilen iki şartın birlikte gerçekleşmesi zorunludur:
İdari İşlemin Uygulanması Halinde Telafisi Güç veya İmkânsız Zararların Doğması: Bu şart, kararın en temel gerekçesidir. İşlemin uygulanmaya devam etmesi durumunda, dava sonunda haklı çıksa bile davacının uğrayacağı zararın parayla ölçülemeyecek veya giderilemeyecek nitelikte olması gerekir. Bu zararlar maddi olabileceği gibi manevi de olabilir. Örneğin, bir memurun meslekten çıkarılması, bir öğrencinin okuldan atılması veya bir şirketin faaliyet ruhsatının iptal edilmesi gibi durumlar, telafisi güç zararlara tipik örneklerdir.
İdari İşlemin Açıkça Hukuka Aykırı Olması: Mahkemenin, dosyanın ilk incelemesinde, dava konusu idari işlemin Anayasa'ya, kanunlara, yönetmeliklere veya hukukun genel ilkelerine belirgin bir şekilde aykırı olduğuna dair ciddi şüphe ve emareler görmesi gerekir. Bu aşamada, davanın esasına girilerek derinlemesine bir hukuki inceleme yapılmaz; ancak işlemin hukuka aykırılığı ilk bakışta anlaşılabilir düzeyde olmalıdır.
Bu iki koşuldan birinin dahi eksik olması, yürütmenin durdurulması talebinin reddedilmesi için yeterlidir. Mahkeme, bu kararı kural olarak davalı idarenin savunmasını aldıktan veya yasal savunma süresi geçtikten sonra verir. Ancak, yıkım veya sınır dışı etme gibi "uygulanmakla etkisi tükenecek" nitelikteki işlemler için, idarenin savunması beklenmeksizin de geçici bir yürütmenin durdurulması kararı verilebilir.
İdarenin Kararı Uygulama Yükümlülüğü
Mahkeme tarafından verilen yürütmenin durdurulması kararı, "hukuk devleti" ilkesinin bir gereği olarak idareyi bağlayıcı niteliktedir. İdare, bu karara keyfi olarak uymamazlık edemez. İYUK'un 28. maddesi, bu yükümlülüğü net bir şekilde düzenlemiştir. Buna göre idare, yürütmenin durdurulması kararının kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren en geç 30 gün içinde kararın gereklerini yerine getirmek ve işlemi uygulamadan önceki hale geri döndürmek zorundadır.
İdarenin bu karara uymaması, ciddi hukuki ve cezai sonuçlar doğurur:
- Hukuki Sorumluluk: Kararın uygulanmaması nedeniyle zarara uğrayan kişiler, idare aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açma hakkına sahiptir.
- Cezai Sorumluluk: Yargı kararını kasten yerine getirmeyen kamu görevlileri hakkında, Türk Ceza Kanunu'nun 257. maddesi uyarınca "Görevi Kötüye Kullanma" suçundan suç duyurusunda bulunulabilir.
Ayrıca, mahkemenin yürütmenin durdurulması talebini kabul veya reddeden kararlarına karşı, tarafların kararın tebliğinden itibaren 7 gün içinde bir defaya mahsus olmak üzere itiraz etme hakkı bulunmaktadır. İtiraz üzerine verilecek karar ise kesindir.
Yargılama Sürecinde Yürütmenin Durdurulması: Özel Durumlar ve İtiraz Usulü
Yürütmenin durdurulması kurumu, idari yargılamanın temel bir koruma tedbiri olsa da, uygulanışı her dava türü ve yargılama aşaması için aynı değildir. Özellikle vergi uyuşmazlıkları, kanun yolu aşamaları (istinaf ve temyiz) ve karara itiraz usulü, kendine özgü kurallara tabidir. Bu özel durumların ve prosedürlerin doğru bir şekilde anlaşılması, hak kayıplarının önlenmesi açısından hayati önem taşır.
Vergi Davalarında Yürütmenin Durdurulmasının Kendiliğinden Olması
İdari yargıdaki genel kuralın aksine, vergi uyuşmazlıklarında davacıyı koruyan çok önemli bir istisna mevcuttur. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun (İYUK) 27. maddesinin 4. fıkrası, bu özel durumu net bir şekilde düzenlemektedir. Bu hükme göre, vergi mahkemelerinde dava açılması; dava konusu edilen vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler ile bunlara ilişkin zam ve cezaların tahsil işlemlerini kendiliğinden durdurur.
Bu, mükellef için büyük bir güvencedir. Yani, bir vergi veya ceza ihbarnamesine karşı vergi mahkemesinde dava açan bir mükellefin, mahkemeden ayrıca yürütmenin durdurulması talep etmesine gerek yoktur. Dava dilekçesinin mahkeme kaydına girmesiyle birlikte, idarenin o vergi veya cezayı tahsil etmek amacıyla haciz gibi cebri icra işlemlerine başlaması hukuken engellenmiş olur. Bu düzenlemenin amacı, henüz hukuka uygunluğu yargısal olarak denetlenmemiş bir vergi borcu nedeniyle mükellefin ekonomik olarak zor duruma düşmesini ve telafisi güç zararlara uğramasını en baştan önlemektir.
Ancak bu kural mutlak değildir ve bazı istisnaları bulunmaktadır. Aşağıdaki durumlarda dava açılması tek başına yürütmeyi durdurmaz ve davacının, İYUK m. 27'deki genel şartların (açıkça hukuka aykırılık ve telafisi güç zarar) varlığını ispatlayarak mahkemeden ayrıca yürütmenin durdurulması talep etmesi gerekir:
- İhtirazi Kayıtla Verilen Beyannameler: Mükellefin kendi beyanına "dava açma hakkımı saklı tutuyorum" şerhi (ihtirazi kayıt) koyarak yaptığı ödemelere veya tahakkuklara karşı açtığı davalar.
- Tahsilat İşlemlerine Karşı Açılan Davalar: Doğrudan ödeme emri, haciz, e-haciz gibi tahsilatın kendisine karşı açılan davalarda yürütme kendiliğinden durmaz.
- İşlemden Kaldırılan Dosyalar: Tebligat usulsüzlüğü gibi nedenlerle işlemden kaldırılmış bir davanın yenilenmesi halinde.
İstinaf ve Temyiz Aşamasında Durum
İlk derece mahkemesinin (İdare veya Vergi Mahkemesi) davayı esastan karara bağlamasının ardından, taraflardan birinin kararı hukuka aykırı bularak kanun yoluna (istinaf veya temyiz) başvurması oldukça yaygındır. Burada sıklıkla yapılan bir hata, kanun yoluna başvurmanın mahkeme kararının icrasını otomatik olarak durduracağını düşünmektir.
İYUK'un 52. maddesi, bu konuda açık bir düzenleme içerir: İstinaf veya temyiz yoluna başvurulmuş olması, kararın yürütülmesini durdurmaz. Yani, idare mahkemesi davanızı reddettiyse, siz bu karara karşı Bölge İdare Mahkemesi'ne istinaf başvurusunda bulunsanız dahi, idare o mahkeme kararına dayanarak dava konusu işlemi uygulamaya devam edebilir.
Bu olumsuz sonucu engellemek için, kanun yolu başvurusunu yapan tarafın, dilekçesinde ayrıca ve açıkça yürütmenin durdurulmasını talep etmesi zorunludur. Bu talebi, kanun yolu incelemesini yapacak olan üst mahkeme (Bölge İdare Mahkemesi veya Danıştay) karara bağlar. Üst mahkeme, bu talebi değerlendirirken yine İYUK m. 27'deki iki temel şartı arar: İlk derece mahkemesi kararının uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğacak olması ve kararın açıkça hukuka aykırı olması.
Kanun yolu aşamasındaki tek istisna, Danıştay'ın bozma kararlarıdır. Eğer Danıştay, temyiz incelemesi sonucunda bir mahkeme kararını bozarsa, bu bozma kararı alt mahkeme kararının yürütülmesini kendiliğinden durdurur.
Karara Karşı İtiraz Mercileri
İlk derece mahkemesinin, dava devam ederken yaptığı yürütmenin durdurulması talebine ilişkin verdiği ara kararlar (kabul veya ret) kesin değildir. Bu kararlara karşı tarafların itiraz hakkı bulunmaktadır. İtiraz süresi, kararın taraflara tebliğini izleyen günden itibaren 7 gündür. Bu süre hak düşürücü olup, oldukça kısadır ve titizlikle takip edilmelidir.
İtirazın yapılacağı yetkili merci, kararı veren mahkemeye göre değişiklik gösterir:
- İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen yürütmenin durdurulması kararlarına karşı yapılan itirazlar, yargı çevresinde bulundukları Bölge İdare Mahkemesi tarafından incelenir.
- Bölge İdare Mahkemelerinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalarda verdiği kararlara karşı yapılan itirazlar, en yakın Bölge İdare Mahkemesine yapılır.
- Danıştay Dava Dairelerinin ilk derece mahkemesi olarak baktığı davalarda verdiği yürütmenin durdurulması kararlarına karşı ise itiraz mercii, davanın türüne göre Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu veya Vergi Dava Daireleri Kurulu'dur.
İtiraz üzerine bu mercilerin verdiği kararlar kesindir. Bu kararlara karşı başka bir kanun yolu veya itiraz imkânı bulunmamaktadır.
Ancak bu itiraz hakkının da bir istisnası vardır. İYUK m. 20/A-2-e uyarınca, ivedi yargılama usulüne tabi olan davalarda, yürütmenin durdurulması talepleri hakkında verilen kararlara karşı itiraz yolu kapatılmıştır. Bu tür davalarda mahkemenin verdiği karar kesin niteliktedir.
Temel Hak ve Özgürlükler Ekseninde Emsal Yargı Kararları
Yürütmenin durdurulması kararı, yalnızca bireylerin idari işlemler karşısındaki menfaatlerini koruyan teknik bir araç değildir. Aynı zamanda, idarenin eylem ve işlemlerinin Anayasa ile güvence altına alınmış temel hak ve özgürlükler alanına müdahale etmesi durumunda, bu hakları koruyan en etkili yargısal denetim mekanizmalarından biridir. Danıştay'ın yerleşik içtihatları, idari düzenlemelerin kanunilik, ölçülülük ve hukukun genel ilkeleri çerçevesinde temel hakları ihlal edemeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu bölümde, yürütmenin durdurulması kurumunun temel hak ve özgürlükleri koruma işlevini gösteren emsal niteliğindeki yargı kararları incelenecektir.
Kişisel Verilerin Korunması ve Sınav Güvenliği
İdarenin kamu hizmetini yürütürken başvurduğu yöntemler, teknolojik gelişmelerle birlikte kişisel verilerin korunması hakkı ile sıkça karşı karşıya gelmektedir. Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından sınav güvenliğini artırmak amacıyla çıkarılan bir yönetmelik, bu çatışmanın en somut örneklerinden birini oluşturmuştur. Yönetmelik, ÖSYM'ye sınav güvenliği için parmak izi ve retina taraması gibi biyometrik verileri toplama yetkisi tanımaktaydı.
Ancak bu düzenleme, temel bir anayasal ilke olan normlar hiyerarşisine aykırıydı. Anayasa'nın 20. maddesi uyarınca, kişisel verilerin korunmasına ilişkin esaslar ancak ve ancak kanunla düzenlenebilir. İdarenin, kanunda açık bir yetki bulunmaksızın, bir yönetmelikle bu denli hassas ve özel nitelikli kişisel verilerin toplanmasına yönelik kural koyması, yetki aşımı niteliğindedir.
Bu durumu değerlendiren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, E:2013/819 K:2014/908 sayılı ve 06.03.2014 tarihli kararında, yönetmeliğin ilgili hükmünün yürütmesini durdurmuştur. Kurul, kanuni bir dayanağı olmaksızın yönetmelikle kişisel veri toplanmasının Anayasa'ya açıkça aykırı olduğuna ve bu verilerin toplanmasının bireyler açısından telafisi imkânsız zararlara yol açacağına hükmetmiştir. Bu karar, idarenin güvenlik gerekçesiyle dahi olsa, temel hakları kanuni bir dayanak olmaksızın sınırlayamayacağının altını çizen önemli bir emsaldir.
Aile Birliğinin Korunması ve Atama İşlemleri
Anayasa'nın 41. maddesi ile güvence altına alınan ailenin korunması ve aile birliğinin bütünlüğü, idarenin personel rejimine ilişkin takdir yetkisini sınırlayan temel bir haktır. Özellikle kamu personelinin atama ve yer değiştirme işlemlerinde bu ilkenin gözetilmesi zorunludur.
Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan bir yönetmelik değişikliği ile hekim gibi stratejik personelin, özel sektörde çalışan eşi nedeniyle eş durumu mazeretine dayanarak tayin isteme hakkı tamamen kaldırılmıştır. Bu düzenleme, aile birliğini koruma ilkesine ve ölçülülük ilkesine açıkça aykırılık teşkil etmekteydi.
Danıştay 2. Dairesi, E: 2016/14817 sayılı ve 27.02.2017 tarihli kararında, bu yönetmelik hükmünün yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Daire, idarenin hizmet gerekleri doğrultusunda yer değiştirme talepleri için ek koşullar getirebileceğini, ancak Anayasal bir hak olan aile birliğini koruma yükümlülüğünü göz ardı ederek bir hakkı tamamen ortadan kaldıramayacağını belirtmiştir. Bu kararla, idarenin "kamu hizmetinin devamlılığı" gerekçesinin, temel hakları orantısız bir şekilde kısıtlayacak biçimde kullanılamayacağı bir kez daha teyit edilmiştir.
İfade ve Eğitim Hakkı Kapsamında Disiplin Cezaları
Yükseköğretim kurumları, bilimsel özerkliğin yanı sıra öğrencilerin ifade özgürlüğü ve eğitim hakkı gibi temel haklarının da korunduğu alanlardır. Bu kurumlardaki disiplin yönetmelikleri, bu hakları ihlal edemez.
Bir üniversite disiplin yönetmeliğinde yer alan iki hüküm, bu haklara orantısız müdahale niteliği taşıdığı gerekçesiyle Danıştay tarafından hukuka aykırı bulunmuştur:
- İçeriğine bakılmaksızın, yalnızca "izinsiz" olduğu için bildiri dağıtmayı kınama cezasıyla cezalandıran hüküm.
- Hakkında soruşturma açılan bir öğrencinin, soruşturma süresince tedbiren yükseköğretim kurumu binalarına girmesinin yasaklanabilmesi.
Danıştay 8. Dairesi, E: 2013/11920 sayılı ve 30.04.2014 tarihli kararında her iki hükmün de yürütmesini durdurmuştur. Daire, "izinsiz bildiri dağıtma" eyleminin içeriği değerlendirilmeksizin cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü keyfi bir şekilde kısıtladığını; soruşturma aşamasında okula giriş yasağı getirilmesinin ise masumiyet karinesine ve Anayasal güvence altındaki eğitim hakkına açıkça aykırı olduğunu vurgulamıştır.
Kuvvetler Ayrılığı ve Soruşturmanın Gizliliği
Hukuk devletinin temel taşı olan kuvvetler ayrılığı ilkesi, yürütme organının yargısal faaliyetlere müdahale etmesini kesin olarak yasaklar. Ceza soruşturmaları, Cumhuriyet savcısının yönetim ve denetiminde yürütülen yargısal bir faaliyettir.
Adli Kolluk Yönetmeliği'nde yapılan bir değişiklikle, adli kolluk amirlerine adli olayları derhal mülki idare amirine bildirme zorunluluğu getirilmiştir. Bu düzenleme, yürütme organının (mülki idare) yargısal bir sürece doğrudan müdahalesi anlamına gelmekteydi. Zira adli kolluk, bir soruşturma kapsamında yalnızca Cumhuriyet savcısına karşı sorumludur.
Danıştay 10. Dairesi, E: 2013/8108 sayılı ve 27.12.2013 tarihli emsal kararında, bu değişikliğin yürütmesini durdurmuştur. Kararın gerekçesinde, düzenlemenin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 157. maddesinde düzenlenen soruşturmanın gizliliği ilkesini ve kuvvetler ayrılığını ihlal ettiği belirtilmiştir. Danıştay, yargısal bir alana ilişkin bu tür bir düzenlemenin yönetmelikle değil, ancak kanunla yapılabileceğini vurgulayarak idarenin yetkisini aştığına hükmetmiştir. Bu karar, yürütmenin durdurulması müessesesinin, devletin temel yapısını korumadaki rolünü gösteren en önemli örneklerden biridir.
Farklı Hukuk Alanlarında Yürütmenin Durdurulması Uygulamaları ve Emsal Kararlar
Yürütmenin durdurulması kurumu, yalnızca klasik idari işlemlerle sınırlı kalmayan, vergi hukukundan tüketici haklarına, yükseköğretim düzenlemelerinden temel hak ve özgürlükleri etkileyen normatif düzenlemelere kadar geniş bir yelpazede uygulama alanı bulan dinamik bir hukuki güvencedir. İdari yargının, hukuka aykırılık iddialarını esastan karara bağlayana kadar geçen sürede bireylerin haklarını koruma işlevi, bu özel alanlarda verilen emsal niteliğindeki kararlarla daha da somutlaşmaktadır.
Vergi Uyuşmazlıklarında İrade Sakatlığı
Vergi hukukunda, kural olarak mükellefin kendi beyanına karşı dava açması mümkün değildir. Ancak bu kuralın istisnası olan "ihtirazi kayıtla" beyanname verme ve dava açma hakkı, mükellefin özgür iradesine dayanmalıdır. Vergi idaresinin, mükellefleri "olumsuz mükellefler listesi" veya bilinen adıyla "kod listesi" ile tehdit ederek, gerçekte kabul etmedikleri bir matrahı beyan etmeye zorlaması, bu özgür iradeyi sakatlayan bir durumdur.
Bu noktada Danıştay 9. Daire'nin E: 2010/4896, K: 2012/9474 sayılı kararı emsal teşkil etmektedir. Kararda, vergi dairesinin baskısı altında, kod listesine alınma ve kapsamlı bir incelemeye tabi tutulma tehdidiyle verilen ihtirazi kayıtlı beyannamenin, mükellefin gerçek iradesini yansıtmadığına hükmedilmiştir. Danıştay, böyle bir durumda irade beyanının sakatlandığını ve bu sakat iradeye dayanılarak yapılan vergi tahakkukunun ve kesilen cezanın hukuki temelden yoksun olduğunu belirtmiştir. İdarenin, usulüne uygun bir vergi incelemesi yapmadan, baskı yoluyla sonuç elde etmeye çalışması açıkça hukuka aykırıdır. Bu tür bir işleme karşı açılan davada, işlemin uygulanması halinde mükellefin ticari itibarının ve mali durumunun telafisi güç zararlara uğrayacağı açıktır. Dolayısıyla, irade sakatlığına dayanan bir vergi işlemi, yürütmenin durdurulması kararı için gerekli olan "açıkça hukuka aykırılık" şartını fazlasıyla karşılamaktadır.
Anayasa Mahkemesi'nin Teminat Şartına İlişkin İptal Kararı
İYUK, yürütmenin durdurulması kararı verilirken mahkemenin davacıdan teminat göstermesini isteyebileceğini düzenleyerek hâkime bir takdir yetkisi tanımıştır. Ancak yasa koyucunun bu takdir yetkisini ortadan kaldırarak, belirli dava türlerinde fahiş oranlarda teminat yatırılmasını zorunlu kılması, kurumun özünü zedelemektedir.
Anayasa Mahkemesi'nin E: 2022/14, K: 2022/70 sayılı kararı, bu duruma müdahale eden tarihi bir karar niteliğindedir. Yüksek Mahkeme, vergi iadesi taleplerine ilişkin davalarda yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için dava konusu tutarın %50'si oranında teminat alınmasını zorunlu kılan kanun hükmünü iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, böyle bir zorunluluğun, zaten mali zorluk içinde olan davacının hak arama özgürlüğünü fiilen engellediği vurgulanmıştır. Ayrıca, bu düzenlemenin mahkemenin somut olayın koşullarına göre "telafisi güç veya imkânsız zarar" şartını değerlendirme yetkisini elinden aldığı ve yürütmenin durdurulması kurumunu işlevsiz hale getirdiği belirtilmiştir. Bu karar, yürütmenin durdurulmasının sadece bir usul kuralı olmadığını, aynı zamanda adil yargılanma ve etkili başvuru hakkının temel bir unsuru olduğunu ortaya koymuştur.
Tüketici Hukukunda Yargısal Olmayan Kararlar
Yürütmenin durdurulması, idari nitelikteki kurulların veya düzenleyici işlemlerin hukuka aykırılık teşkil ettiği durumlarda da önemli bir koruma sağlar. Özellikle Tüketici Hakem Heyetleri ve bankacılık düzenlemeleri bu kapsamda öne çıkmaktadır.
Danıştay 8. Daire'nin E: 2014/1419, T: 4.07.2014 sayılı kararı, yargısal bir merci olmayan Tüketici Hakem Heyetleri'nin vekalet ücretine hükmetmesinin hukuka aykırı olduğuna dair önemli bir tespittir. Mahkeme, vekalet ücreti gibi yargılama giderlerine ancak mahkemelerin hükmedebileceğini, idari nitelikteki bir kurulun bu yönde karar vermesinin yetki aşımı olduğunu belirtmiştir. Daha da önemlisi, düşük meblağlı bir uyuşmazlık için hakem heyetine başvuran tüketicinin, aleyhine karar çıkması halinde karşı tarafın vekalet ücretini ödeme riskiyle karşı karşıya kalmasının, Anayasal hak arama özgürlüğünü kısıtlayıcı bir etki yaratacağına dikkat çekmiştir. Bu nedenle, ilgili tarife hükmünün yürütmesi durdurulmuştur.
Benzer şekilde, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun E:2015/1215, T:18.11.2015 sayılı kararı ile bankaların tüketicilerden aldığı "hesap işletim ücreti" de mercek altına alınmıştır. Kurul, bu ücretin yasal dayanağının, makul bir gerekçesinin ve şeffaf bir maliyet analizinin bulunmadığını tespit etmiştir. Müşteriden, hesabın işletilmesiyle ilgisi somut olarak kurulamayan genel bir ücret alınmasının 6502 sayılı Kanun'un ruhuna aykırı olduğuna hükmedilmiş ve ilgili yönetmelik hükmünün yürütmesi durdurulmuştur. Bu karar, milyonlarca tüketiciyi etkileyen bir uygulamanın hukuka aykırılığı sabit olana kadar durdurulmasını sağlamıştır.
Yükseköğretimde Alanların İlişkisi Sorunu
İdarenin düzenleyici işlemleri, kanunun çizdiği sınırların dışına çıkamaz. Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) atama ve geçişlere ilişkin düzenlemeleri de bu denetime tabidir. Danıştay 8. Daire'nin E: 2016/8090, T: 06.06.2017 sayılı kararı, bu denetimin somut bir örneğidir. Dava, sağlık önlisans programlarından mezun olanların, lisans tamamlama kapsamında Sosyal Hizmetler bölümüne yerleştirilmesine ilişkindi. 2547 sayılı Kanun, bu tür geçişler için önlisans ve lisans programları arasında "ilişkili alan" olma şartını aramaktadır. Danıştay, YÖK'ün bu iki farklı disiplin arasındaki "ilişkiyi" somut ve objektif delillerle ortaya koyamadığına karar vermiştir. Kanunun aradığı şart sağlanmadan, idarenin takdiriyle yapılan bir düzenlemenin yasal dayanaktan yoksun ve açıkça hukuka aykırı olduğu sonucuna varılarak ilgili duyuru ve yerleştirme işlemlerinin yürütmesi durdurulmuştur.
Görüldüğü üzere yürütmenin durdurulması, idari yargılamanın temel taşıdır. Bireylerin, hukuka aykırı olduğunu düşündükleri bir idari işlem nedeniyle dava sonuçlanana kadar geri dönülmez zararlara uğramasını engelleyen bir can simididir. İptal davasının etkinliğini sağlayan bu müessese, Anayasa m. 125 ve İYUK m. 27'de düzenlenen "açıkça hukuka aykırılık" ve "telafisi güç veya imkânsız zarar" şartlarının birlikte varlığı halinde devreye girer. Yargı kararlarının idare tarafından 30 gün içinde uygulanma zorunluluğu ve bu kararlara karşı 7 gün içinde itiraz yolunun açık olması, sürecin hukuki güvenlik içinde işlemesini temin eder. Nihayetinde yürütmenin durdurulması, davanın esası hakkında bir hüküm kurmasa da, adalet tecelli edene kadar hakların korunmasını sağlayan, hukuk devleti ilkesinin en somut ve en önemli güvencelerinden biridir.