SGK Prim Borçlanma Red Kararı İptal Davası

SGK Prim Borçlanma Red Kararı İptal Davası

SGK tarafından şirketinize beklenmedik bir prim borcu mu tebliğ edildi? Eksik işçilik tespiti veya hatalı bildirimler nedeniyle gönderilen bu borçlara karşı yasal haklarınızın farkında mısınız? SGK prim borçlarına itiraz ve dava süreçleri, hak düşürücü süreler ve dikkat edilmesi gereken kritik detaylarla doludur. SGK'nın tebligatındaki en küçük bir usul hatası dahi lehinize sonuçlar doğurabilir. Bu yazımızda, idari itirazdan İş Mahkemesi'ndeki iptal davasına, ödeme emrine itirazdan şirket yöneticilerinin sorumluluğuna kadar tüm süreci Yargıtay kararları ve güncel mevzuat ışığında adım adım inceliyoruz. Haklarınızı korumak ve doğru adımları atmak için okumaya devam edin.

SGK Prim Borcunun Tespiti ve İdari İtiraz Süreci

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), işverenlerin sigortalı çalışanları için bildirmesi gereken primlerin doğruluğunu denetleme yetkisine sahiptir. Özellikle ihale konusu işler, özel nitelikteki inşaatlar veya Kurum denetim elemanlarının raporları neticesinde, bildirilmesi gereken asgari işçilik miktarının altında bir bildirim yapıldığı tespit edilirse, SGK re'sen (kendiliğinden) prim tahakkuku gerçekleştirir. Bu durumda işveren, eksik bildirilen prim tutarı ile birlikte gecikme cezası ve gecikme zammından oluşan bir borçla karşı karşıya kalır.

Bu borcun işverene tebliğ edilmesi, hukuki sürecin başlangıç noktasını oluşturur. İşverenlerin, haksız veya hatalı olduğunu düşündükleri bu borçlara karşı haklarını korumak için kanunla belirlenmiş prosedürleri dikkatle takip etmeleri hayati önem taşır. Sürecin ilk ve en önemli adımı, yargı yoluna gitmeden önce tüketilmesi gereken idari itiraz aşamasıdır. Bu aşamanın doğru ve süresi içinde yönetilmesi, olası bir icra takibini durduracağı gibi, uyuşmazlığın daha hızlı ve masrafsız bir şekilde çözülmesini de sağlayabilir.

Borcun Tebliği ve İtiraz Hakkının Başlangıcı

SGK tarafından re'sen tahakkuk ettirilen prim borcuna ilişkin hukuki süreç, borcu ve dayanaklarını içeren yazının işverene usulüne uygun olarak tebliğ edilmesiyle başlar. Bu tebligat, itiraz ve dava sürelerinin işlemeye başlaması açısından kritik bir belgedir. İşverenlerin bu tebligatı aldığı tarihi mutlaka kayıt altına alması gerekir.

Uyuşmazlıkların hukuki dayanağı, çoğu zaman mülga 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 79. maddesinin 13. fıkrası gibi temel düzenlemelere dayanmaktadır. Bu madde, işverenin kendisine tebliğ edilen ve Kurumca re'sen tahakkuk ettirilen prim borcuna karşı, tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde Kurum'a itiraz edebileceğini hükme bağlamıştır. Bu bir aylık süre, kanuni bir hak düşürücü süredir. Hak düşürücü sürenin anlamı, bu süre içerisinde kullanılmayan bir hakkın bir daha kullanılamayacak şekilde ortadan kalkmasıdır. Diğer bir deyişle, işveren bir aylık süre içerisinde SGK'ya itiraz etmezse, borca idari yoldan itiraz etme hakkını kalıcı olarak kaybeder ve borç idari olarak kesinleşir. Bu durum, mahkemeler tarafından da re'sen (kendiliğinden) dikkate alınır.

Bu nedenle, SGK'dan bir borç bildirim yazısı alındığında, herhangi bir gecikmeye mahal vermeden derhal hukuki danışmanlık almak ve bir aylık itiraz süresini kaçırmamak, atılması gereken en doğru adımdır.

İdari İtirazın Usulü ve Sonuçları

Bir aylık hak düşürücü süre içerisinde yapılacak idari itiraz, belirli usullere tabidir ve önemli hukuki sonuçlar doğurur.

İtirazın Usulü: İtiraz, borcu tahakkuk ettiren ilgili Sosyal Güvenlik Merkezi veya Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü'ne hitaben yazılmış gerekçeli bir dilekçe ile yapılmalıdır. Bu dilekçede, borcun neden haksız veya hatalı olduğu somut delillerle açıklanmalıdır. Örneğin;

  • Eksik işçilik tespitinin hatalı olduğu,
  • İşçilik oranının yanlış hesaplandığı,
  • Şirketin ticari defter ve kayıtlarının gerçeği yansıttığı,
  • Faturalı işçilik veya malzeme dahil faturaların dikkate alınmadığı

gibi iddialar, bu iddiaları destekleyen ticari defterler, faturalar, sözleşmeler, muhasebe kayıtları ve diğer belgelerle birlikte sunulmalıdır. İtiraz, Kurum bünyesinde oluşturulan Prim Tahakkuk İtiraz Komisyonu tarafından incelenir. Bu komisyonun, yapılan itirazı en geç 30 gün içinde karara bağlaması gerekmektedir.

İtirazın Sonuçları: Süresi içinde ve usulüne uygun olarak yapılan bir idari itirazın en önemli hukuki sonucu, takip ve tahsilat işlemlerini kendiliğinden durdurmasıdır. Yani, Prim Tahakkuk İtiraz Komisyonu itiraz hakkında bir karar verene kadar SGK, borcun tahsili için herhangi bir cebri icra işlemi (ödeme emri gönderme, haciz uygulama vb.) yapamaz. Bu durum, işverene uyuşmazlık devam ederken mali bir baskı altında kalmadan haklılığını ispat etme imkânı tanır. Komisyon, itirazı haklı bulursa borcu iptal eder veya düzeltir. Eğer komisyon itirazı reddederse, bu ret kararının işverene tebliğ edilmesiyle birlikte idari süreç tamamlanmış olur ve yargı yolu açılır.

İdari Başvurunun Önemi ve Usulüne Uygun Tebligat Zorunluluğu

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından resen tahakkuk ettirilen prim borçlarına karşı hukuki sürecin ilk ve en kritik adımı, idari itiraz aşamasıdır. Ancak bu aşamanın sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi ve hak kayıplarının önlenmesi, tamamen idarenin yaptığı bildirimin hukuka uygunluğuna bağlıdır. İşverenin, kendisine tebliğ edilen borca karşı yasal yollara başvurabilmesi için öncelikle bu yollardan haberdar edilmesi gerekir. Bu noktada, idarenin tebligat yükümlülüğü ve bu yükümlülüğün ihlalinin sonuçları, davanın seyrini temelden değiştirebilecek bir öneme sahiptir.

Anayasal Güvence: Hak Arama Hürriyeti

Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri, bireylerin idarenin eylem ve işlemlerine karşı haklarını arayabilmelerini güvence altına almaktır. Bu güvencenin en somut yansımalarından biri, T.C. Anayasası'nın "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" başlıklı 40. maddesidir. Bu madde, devlete açık bir sorumluluk yükler:

"Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır."

Bu hüküm, idareye takdir yetkisi tanımayan, emredici bir kuraldır. Dolayısıyla SGK, bir işverene eksik işçilik veya başka bir nedenle prim borcu tahakkuk ettirdiğinde, gönderdiği borç bildirim belgesinde (ödeme emri veya prim borcu ihbarnamesi) aşağıdaki bilgileri açıkça ve anlaşılır bir şekilde belirtmekle yükümlüdür:

  • İtiraz Hakkı: Bu borca karşı itiraz hakkının bulunduğu.
  • İtiraz Mercii: İtirazın hangi makama (ilgili SGK ünitesi) yapılacağı.
  • İtiraz Süresi: İtiraz için tanınan yasal sürenin ne kadar olduğu (örneğin, prim borcuna itiraz için bir ay).
  • Yargı Yolu: İdari itirazın reddedilmesi halinde, hangi mahkemede (İş Mahkemesi) ve ne kadar süre içinde dava açılabileceği.

Bu bilgilerin eksik olması, tebligatı usulsüz hale getirir ve bireyin Anayasal güvence altındaki hak arama hürriyetini ihlal eder. Zira haklarını ve bu hakları kullanacağı süreleri bilmeyen bir kişiden, bu süreler içinde hareket etmesini beklemek adalet ilkesiyle bağdaşmaz.

Yargıtay'ın Usulsüz Tebligata İlişkin Yaklaşımı

Anayasa'nın 40. maddesindeki bu açık hükmün pratikteki en önemli sonucu, hak düşürücü sürelerin ne zaman başlayacağı meselesidir. Yargı, özellikle Yargıtay, bu konuda son derece net ve istikrarlı bir tutum sergilemektedir. Bu konudaki en emsal kararlardan biri, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 12.02.2019 tarihli kararıdır. Bu kararda Yüksek Mahkeme, SGK tarafından gönderilen ve itiraz mercii ile süresine ilişkin Anayasal zorunluluğu yerine getirmeyen bir borç bildiriminin, yasal süreleri başlatmayacağına hükmetmiştir.

Kararın temel mantığı şudur: Usulüne uygun bir tebligat yapılmadığı için, borçlu işverenin hukuki durumu öğrenme ve buna karşı savunma hakkını kullanma imkanı ortadan kalkmıştır. Bu nedenle, mülga 506 Sayılı Kanun'da veya ilgili diğer mevzuatta öngörülen bir aylık idari itiraz süresi işlemeye başlamaz. Diğer bir deyişle, SGK size Anayasa'nın 40. maddesine aykırı, eksik bilgiler içeren bir borç bildirimi göndermişse, aylar hatta yıllar sonra bile bu borca karşı idari itiraz yoluna başvurmanız veya doğrudan dava açmanız hukuken mümkün hale gelebilir. Çünkü hak düşürücü sürenin başlamaması, sürenin hiç işlemediği anlamına gelir.

Bu durum, idari itiraz süresini kaçırdığını düşünen birçok işveren için hayati bir savunma mekanizmasıdır. İlk yapılması gereken, SGK'dan gelen tebligat zarfını ve içeriğini dikkatle inceleyerek, yasal başvuru yolları ve sürelerinin belirtilip belirtilmediğini kontrol etmektir.

İdari itirazın SGK tarafından reddedilmesi durumunda ise, bu ret kararının tebliğinden itibaren bir ay içinde görevli İş Mahkemesi'nde "prim borcunun iptali" davası açılması gerekir. Ancak burada çok önemli bir ayrıntı bulunmaktadır: İdari itiraz süreci icra takibini kendiliğinden durdururken, İş Mahkemesi'nde dava açılması takibi otomatik olarak durdurmaz. SGK'nın dava devam ederken haciz gibi cebri icra işlemlerine başlamasını önlemek için, dava dilekçesinde mutlaka 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 389. ve devamı maddeleri uyarınca ihtiyati tedbir talep edilmelidir. Mahkemenin bu talebi kabul etmesi halinde, dava sonuçlanana kadar SGK'nın icra takibi yapması engellenmiş olur.

İdari İtiraz Yapılmaması Halinde Ödeme Emri ve İptal Davası

SGK tarafından resen tahakkuk ettirilen prim borçlarına karşı, tebliğden itibaren bir aylık idari itiraz süresini kaçıran işverenler için hukuki süreç sona ermiş değildir. Ancak bu aşamadan sonra girilen yol, çok daha dar kapsamlı ve katı sürelere tabidir. Kurum, bir aylık sürede itiraz edilmeyerek kesinleşen alacağını tahsil etmek amacıyla 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun (AATUHK) hükümlerine göre cebri icra işlemlerini başlatır. Bu sürecin ilk ve en önemli adımı, borçluya bir ödeme emri tebliğ edilmesidir.

Ödeme emri, borcun ödenmesi için son bir ihtardır ve bu belgeye karşı dava açılmaz veya belirtilen sürede ödeme yapılmazsa, SGK'nın haciz gibi cebri icra yetkilerini kullanmasının önü açılır. Bu nedenle, ödeme emrinin tebliği, borçlu için son derece kritik bir anı ve son bir hukuki savunma imkanını ifade eder. Bu imkanın doğru ve zamanında kullanılması, geri dönülmez hak kayıplarını önlemek adına hayati önem taşır.

Ödeme Emrine Karşı Dava Açma Süresi ve Görevli Mahkeme

Ödeme emrini tebellüğ eden işveren veya şirket yetkilisinin, bu işleme karşı atabileceği adımlar zamanla sınırlıdır ve bu sürenin kaçırılması, borcun mali ve hukuki tüm sonuçlarıyla birlikte kesinleşmesi anlamına gelir.

6183 sayılı Kanun'un 58. maddesi, amme alacağı için düzenlenen ödeme emrine karşı dava açma süresini düzenlemektedir. Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemelerinin yerleşik içtihatları uyarınca, SGK tarafından gönderilen ödeme emirlerine karşı dava açma süresi, tebliğ tarihinden itibaren 7 (yedi) gündür. Bu süre, hak düşürücü nitelikte olup, mahkeme tarafından re'sen (kendiliğinden) dikkate alınır. 7 günlük sürenin bir gün dahi aşılması, davanın esasına girilmeksizin usulden reddedilmesine neden olacaktır.

Bu noktada, uyuşmazlığın hangi mahkemede görüleceği de büyük önem arz etmektedir. Her ne kadar 6183 sayılı Kanun, genel olarak vergi mahkemelerini işaret etse de, SGK alacakları için özel bir düzenleme mevcuttur. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 88. maddesinin 19. fıkrası, bu konuda net bir hüküm içermektedir. İlgili fıkra, "Kurumun 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen prim ve diğer alacakları ile ilgili olarak açılan davalarda, Kurumun taraf olduğu itiraz, menfi tespit ve istirdat davalarında İş Mahkemeleri yetkilidir." demek suretiyle görevli mahkemeyi açıkça belirlemiştir.

Bu doğrultuda, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi'nin 2017/198 E. ve 2017/279 K. sayılı emsal kararı da, SGK tarafından düzenlenen ödeme emrine karşı tebliğden itibaren 7 gün içinde İş Mahkemesi'nde iptal davası açılması gerektiğini net bir şekilde ortaya koymuştur. Dolayısıyla, borçlu, ödeme emrinin iptali talebiyle, tebliğden itibaren 7 gün içinde yetkili İş Mahkemesi'ne başvurmak zorundadır.

Dava Sebeplerinin Sınırlılığı

İdari itiraz yolunu kullanmayarak ödeme emri aşamasına gelen bir borçlunun, mahkemede ileri sürebileceği iddialar kanunla ciddi şekilde sınırlandırılmıştır. İdari itiraz aşamasında borcun esasına (örneğin, asgari işçilik hesaplamasının yanlışlığı, sigortalıların fiilen çalışmadığı vb.) ilişkin her türlü delil ve iddia ileri sürülebilirken, ödeme emrinin iptali davasında bu mümkün değildir.

6183 sayılı Kanun'un 58. maddesi, ödeme emrine karşı açılacak davada borçlunun yalnızca üç temel iddiada bulunabileceğini hükme bağlamıştır:

  1. Böyle bir borcun olmadığı: Borçlunun, kendisine atfedilen borcun hukuken hiç doğmadığını veya tamamen sona erdiğini iddia etmesidir. Örneğin, borcun daha önce başka bir mahkeme kararıyla iptal edilmiş olması, borcun af kanunu kapsamında terkin edilmiş olması veya borcun aslında başka bir tüzel kişiliğe ait olması gibi durumlar bu kapsama girer.
  2. Borcun kısmen ödendiği: Borçlunun, borcun varlığını kabul etmekle birlikte, tebliğ edilen ödeme emrindeki tutarın bir kısmını daha önce ödediğini ve Kurumun bu ödemeyi dikkate almadığını iddia etmesidir. Bu iddianın mutlaka banka dekontu, makbuz gibi geçerli ödeme belgeleriyle ispatlanması gerekir.
  3. Borcun zamanaşımına uğradığı: Borcun, kanunda öngörülen tahsil zamanaşımı süresi dolduktan sonra talep edildiği iddiasıdır. Ancak bu nokta SGK prim alacakları açısından özellikle dikkat edilmesi gereken bir istisna içerir. 5510 sayılı Kanun, 6183 sayılı Kanun'un tahsil zamanaşımını düzenleyen 102. maddesinin SGK alacakları için uygulanmayacağını açıkça belirtmiştir. Bu nedenle, SGK'nın prim ve buna bağlı gecikme zammı gibi alacakları tahsil zamanaşımına uğramaz. Dolayısıyla, bu itiraz sebebi, SGK prim borçlarına ilişkin ödeme emirleri için geçerli bir savunma olarak kabul edilmemektedir.

Görüldüğü üzere, mahkeme bu davada borcun neden veya nasıl doğduğunu değil, yalnızca bu üç sınırlı sebep çerçevesinde bir inceleme yapar. Borcun esasına ilişkin savunmaların zamanında yapılmamış olması, borçluyu bu dar ve teknik alanda bir savunma yapmaya mecbur bırakmaktadır. Bu durum, SGK'dan gelen tebligatlara karşı yasal süreler içinde ve doğru hukuki adımlarla hareket etmenin ne denli önemli olduğunu bir kez daha göstermektedir.

SGK Alacaklarında Sorumluluk, Zamanaşımı ve Takip Esasları

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından resen tahakkuk ettirilen prim borçlarına karşı idari ve yargısal başvuru yollarının süresinde kullanılmaması, borcun kesinleşmesi sonucunu doğurur. Kesinleşen bu borcun tahsili aşamasında ise sorumluluğun kapsamı ve alacağın zamanaşımına uğrayıp uğramayacağı gibi kritik hukuki sorular gündeme gelir. Bu aşama, özellikle tüzel kişi işverenlerin kanuni temsilcileri ve ortakları için ciddi mali riskler barındırmaktadır.

Şirket Yöneticileri ve Ortaklarının Şahsi Sorumluluğu

Ticaret hukukunun temel prensiplerinden biri olan sermaye şirketlerinde ortakların sorumluluğunun koydukları sermaye ile sınırlı olması ilkesi, kamu alacakları söz konusu olduğunda önemli bir istisna ile karşılaşır. SGK prim borçları da niteliği itibarıyla bir kamu alacağıdır ve bu borçlardan şirketin üst düzey yöneticileri ve ortakları şahsi mal varlıklarıyla sorumlu tutulabilirler.

Bu sorumluluğun yasal dayanağı, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 88. maddesidir. İlgili madde, tüzel kişilerin prim ve diğer alacaklardan kaynaklanan borçlarından, şirketin üst düzey yöneticisi veya kanuni temsilcisi sıfatını taşıyan kişilerin, görevde bulundukları süre boyunca ortaya çıkan borçlardan işverenle birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunu açıkça düzenlemiştir. "Müştereken ve müteselsilen sorumluluk", SGK'nın alacağını borçlulardan herhangi birinden veya tamamından dilediği oranda talep edebilmesi anlamına gelir.

Sorumluluğun kapsamı şirket türüne göre farklılık gösterebilir:

  • Anonim Şirketlerde: Yönetim kurulu üyeleri, görevde oldukları döneme ait olan ve şirketin mal varlığından tahsil edilemeyen veya edilemeyeceği anlaşılan SGK borçlarından şahsen sorumludur.
  • Limited Şirketlerde: Sorumluluk daha geniştir. Şirket müdürleri, kanuni temsilci sıfatıyla görev yaptıkları dönemin borçlarından tüm mal varlıklarıyla sorumludur. Bununla birlikte, limited şirket ortakları da şirketten tahsil edilemeyen SGK borçlarından sermaye payları oranında doğrudan sorumlu tutulurlar. Payını devreden ortak, devir tarihinden önceki borçlardan yeni ortakla birlikte sorumlu olmaya devam eder.

Bu düzenlemeler, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile belirlenen genel sorumluluk rejimini kamu alacakları lehine genişletmektedir. SGK'nın 2024/12 sayılı Genelgesi gibi idari düzenlemeler de bu sorumluluğun nasıl takip edileceğine dair usul ve esasları detaylandırmaktadır. Uygulamada Kurum, öncelikle asıl borçlu olan şirketin mal varlığına başvurur. Ancak şirketin mal varlığının borcu karşılamaya yetmediğinin tespiti halinde, hiç tereddüt etmeden kanuni temsilcilerin ve ortakların şahsi mal varlıklarına yönelik haciz ve takip işlemlerini başlatır.

Tahsil Zamanaşımının Uygulanmaması

Kamu alacaklarının takibine ilişkin temel kanun olan 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 102. maddesi, amme alacakları için vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden yılın başından itibaren 5 yıllık bir tahsil zamanaşımı süresi öngörmektedir. Birçok borçlu, üzerinden uzun yıllar geçmiş SGK borçlarının bu madde uyarınca zamanaşımına uğradığını düşünerek hukuki bir yanılgıya düşmektedir.

Ancak, SGK alacakları bu genel kuralın en önemli istisnasını oluşturur. 5510 sayılı Kanun'un 88. maddesi, Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Kanun'un bazı maddelerinin uygulanmayacağını özel olarak hükme bağlamıştır. Uygulanmayacak maddeler arasında, zamanaşımını düzenleyen 102. madde de bulunmaktadır. Bu durumun net ve kesin sonucu şudur: SGK'nın prim ve diğer alacakları için tahsil zamanaşımı işlemez. Bu alacaklar, üzerinden ne kadar süre geçerse geçsin hukuken varlığını korur ve Kurum tarafından her zaman takip ve tahsil edilebilir. Bu özel düzenleme, sosyal güvenlik sisteminin finansal sürdürülebilirliğini koruma amacını taşımaktadır. Dolayısıyla, bir şirketin veya yöneticisinin yıllar önceye ait bir prim borcu, herhangi bir zamanda ödeme emri olarak karşısına çıkabilir ve bu borca karşı zamanaşımı def'inde bulunulması hukuken mümkün değildir.

Netice itibarıyla, SGK tarafından resen tahakkuk ettirilen prim borçlarına karşı yürütülecek hukuki süreç, son derece teknik bilgi ve dikkat gerektiren, katı sürelere tabi bir alandır. İşverenlerin, borç bildirim belgesinin tebliğ edildiği andan itibaren proaktif davranması, öncelikle Anayasa'nın 40. maddesi uyarınca tebligatın usulüne uygun yapılıp yapılmadığını kontrol etmesi kritik bir öneme sahiptir. Usule uygun bir tebligat varsa, bir aylık idari itiraz süresini kaçırmamak hayati önem taşır. Bu sürenin kaçırılması halinde ise 7 günlük kısa dava açma süresine tabi olan ödeme emri süreci başlar ki bu aşamada ileri sürülebilecek iddialar kanunen sınırlandırılmıştır. Tüm bu süreçlerin ötesinde, borcun kesinleşmesi durumunda şirket yöneticilerinin ve ortaklarının şahsi sorumluluğunun doğması ve bu borçların zamanaşımına uğramaması, konunun ciddiyetini ortaya koymaktadır. Hak kayıplarını önlemek ve mali varlıkları korumak adına, sürecin en başından itibaren uzman bir avukattan hukuki destek alınması en doğru yaklaşım olacaktır.

Yazar Görseli
Müellif

Av. Ali Haydar GÜLEÇ

Güleç Hukuk Bürosu'nda 9 yıldır yöneticilik ve avukatlık yapmaktadır.