
Aldatma (Zina) Nasıl İspatlanır?
Boşanma davalarının en hassas konularından biri olan aldatma (zina), ispatı en zor iddialar arasında yer alır. Peki, zina mahkemede nasıl ispatlanır? Hangi deliller hukuka uygun kabul edilir, hangileri suç teşkil eder? Bu yazıda, Yargıtay kararları ve kanun maddeleri ışığında aldatma delillerinin nasıl toplanması gerektiğini, dava açma sürelerini ve zinanın ispatlanmasının tazminat, nafaka ve mal paylaşımı üzerindeki kritik etkilerini detaylı bir şekilde inceliyoruz.
Zina (Aldatma) Nedir ve Dava Şartları Nelerdir?
Aile hukukunun en hassas ve sonuçları en ağır konularından biri olan zina, Türk Medeni Kanunu'nda özel bir boşanma sebebi olarak düzenlenmiştir. Türk Medeni Kanunu'nun 161. maddesi (TMK m. 161), zinayı mutlak bir boşanma sebebi olarak tanımlar. Bu durumun "mutlak" olması, zinanın mahkeme tarafından ispatlanması halinde, hâkimin evlilik birliğinin temelinden sarsılıp sarsılmadığını ayrıca araştırmasına gerek kalmadan, doğrudan boşanma kararı vermek zorunda olduğu anlamına gelir. Aldatma iddiası, evliliğin temelini oluşturan sadakat yükümlülüğünün en ağır şekilde ihlali olarak kabul edilir ve bu nedenle kanun koyucu tarafından diğer boşanma sebeplerinden ayrı tutulmuştur.
Boşanma davasında aldatma iddiasını ileri süren eş, bu iddiasını hukuka uygun delillerle ispatlamakla yükümlüdür. Zinanın varlığı kanıtlandığında, aldatan eşin boşanmadaki kusuru "ağır kusur" olarak nitelendirilir ve bu durum, davanın tazminat, nafaka ve mal paylaşımı gibi sonuçlarını doğrudan etkiler.
Zinanın Hukuki Tanımı ve Kapsamı
Hukuki anlamda zinanın gerçekleşmesi için belirli unsurların bir arada bulunması gerekir. Yargıtay içtihatları ve doktrin uyarınca zinanın tanımı, evli bir kişinin, eşi dışında karşı cinsten bir üçüncü kişiyle bilerek ve isteyerek cinsel ilişkiye girmesi olarak yapılır. Bu tanımın her bir unsuru, davanın seyri açısından kritik öneme sahiptir:
- Evlilik Birliğinin Devamı: Zina eylemi, taraflar arasında resmi evlilik birliği devam ederken gerçekleşmelidir. Boşanma davası açılmış ancak karar henüz kesinleşmemişken yaşanan cinsel birliktelikler de zina sayılır.
- Cinsel İlişkinin Varlığı: Zinanın hukuken kabulü için cinsel birleşmenin gerçekleşmiş olması şarttır. Flört etmek, sosyal medyada samimi mesajlaşmalar, sarılmak veya öpüşmek gibi eylemler, tek başına zina olarak kabul edilmez. Ancak bu tür davranışlar, "güven sarsıcı davranış" olarak nitelendirilerek evlilik birliğinin temelinden sarsılması (TMK m. 166) nedenine dayalı bir boşanma davasının temelini oluşturabilir. Zinanın varlığı için eylemin sürekli olması gerekmez; bir defa gerçekleşmiş olması dahi yeterlidir.
- Kasıt Unsuru: Aldatan eşin bu eylemi bilerek ve isteyerek (kasten) gerçekleştirmesi gerekir. Tehdit, cebir veya tecavüz gibi irade dışı gerçekleşen cinsel birliktelikler zina olarak değerlendirilmez.
Bu unsurların varlığı, aldatma eyleminin hukuki çerçevesini çizer. Davada mahkeme, sunulan deliller ışığında bu şartların gerçekleşip gerçekleşmediğini titizlikle değerlendirecektir.
Dava Açma Süreleri ve Af Durumu
Zina sebebine dayanarak boşanma davası açma hakkı, kanunda belirtilen sürelere ve koşullara tabidir. Bu süreler, hak düşürücü nitelikte olup mahkeme tarafından re'sen (kendiliğinden) dikkate alınır.
Dava Açma Süreleri (Hak Düşürücü Süreler):
TMK m. 161/2 uyarınca, zina nedeniyle dava açma hakkı iki farklı süreye bağlanmıştır:
- Altı Aylık Süre: Aldatılan eşin, zinayı öğrendiği tarihten itibaren 6 ay içinde davayı açması gerekir. Bu süre, öğrenme anından itibaren işlemeye başlar ve hak düşürücü niteliktedir. Sürenin kaçırılması, aynı olaya dayanarak dava açma hakkını ortadan kaldırır.
- Beş Yıllık Süre: Zina eyleminin gerçekleştiği tarihten itibaren her halde 5 yıl geçmekle dava hakkı düşer. Aldatılan eş, zinayı bu beş yıllık süre geçtikten sonra öğrense dahi dava açamaz.
Burada önemli bir istisna, zinanın devamlılık arz etmesidir. Yargıtay'ın yerleşik içtihatlarına göre (Y2HD-K.2014/25672), aldatma eylemi bir ilişki şeklinde devam ediyorsa, hak düşürücü süreler son zina eyleminden itibaren başlar. Yani, süreklilik gösteren bir aldatma ilişkisinde, her yeni eylem bu süreleri yeniden başlatır.
Af Durumu:
Zina nedeniyle dava açma hakkını ortadan kaldıran bir diğer önemli durum ise af'tır. TMK m. 161/3'te "Affeden tarafın dava hakkı yoktur." hükmü yer almaktadır. Af, açık bir irade beyanıyla (örneğin, "seni affediyorum" demek) olabileceği gibi, örtülü (zımni) davranışlarla da gerçekleşebilir. Yargıtay kararlarına göre, aldatma olayını öğrendikten sonra eşiyle barışarak evlilik birliğini devam ettirmek, birlikte tatile çıkmak veya olayın üzerinden uzun bir süre geçmesine rağmen tepkisiz kalmak gibi davranışlar, affetme olarak yorumlanabilir.
Affeden eş, daha sonra aynı zina eylemine dayanarak boşanma davası açma hakkını kaybeder. Bu nedenle, aldatıldığını öğrenen eşin, dava açma kararını verirken sergileyeceği tutum ve davranışlar, hukuki haklarının korunması açısından büyük önem taşımaktadır.
Aldatmanın İspatı: Hukuka Uygun Deliller ve Yargıtay'ın Yaklaşımı
Zina (aldatma) iddiasına dayalı bir boşanma davasında en kritik aşama, bu eylemin hukuken geçerli delillerle ispatlanmasıdır. Zina, doğası gereği gizli yürütülen bir eylem olduğu için, ispatı genellikle dolaylı deliller veya güçlü emareler üzerinden yapılır. İspat yükü, aldatıldığını iddia eden eşin üzerindedir ve mahkemeye sunulan delillerin hem iddiayı kanıtlamaya yeterli olması hem de hukuka uygun yollarla elde edilmiş olması şarttır. Aksi takdirde, deliller hükme esas alınmayacağı gibi, delili sunan taraf hukuki ve cezai sorumlulukla karşı karşıya kalabilir.
Geçerli Sayılan Delil Türleri
Boşanma davalarında hâkim, tarafların sunduğu delillerle bağlı olup, bu delilleri serbestçe takdir eder. Zinanın ispatı için her türlü hukuka uygun delil kullanılabilir. Yargıtay kararları ve yerleşik uygulamalar ışığında öne çıkan deliller şunlardır:
Tanık Beyanları: Aldatma eylemini bizzat gören, duyan veya bu konuda doğrudan bilgi sahibi olan kişilerin tanıklığı en önemli delillerdendir. Ancak tanığın beyanları duyuma dayalı, soyut veya çelişkili olmamalıdır. Örneğin, "falancadan duydum" şeklindeki bir ifade delil değeri taşımaz. Davalının bir başkasıyla el ele görüldüğünü, samimi bir şekilde öpüştüğünü veya geceyi aynı evde geçirdiğini gören bir komşunun, arkadaşın veya akrabanın tanıklığı, mahkeme nezdinde güçlü bir delil olarak kabul edilir.
Otel ve Seyahat Kayıtları: Yargıtay'ın yerleşik içtihatlarına göre, bir eşin karşı cinsten biriyle aynı otel odasında konakladığının ispatlanması, aksi zorunlu bir sebeple (örneğin, hava koşulları nedeniyle yolda kalma gibi) ispatlanmadıkça, zinanın varlığına dair çok güçlü bir karine (delil) teşkil eder. Bu durum, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin K. 2015/20095 sayılı kararında da açıkça vurgulanmıştır. Benzer şekilde, birlikte yapılan tatillere veya seyahatlere ilişkin uçak bileti, tur kayıtları gibi belgeler de destekleyici delil niteliğindedir.
Telefon Kayıtları (HTS Dökümleri): Boşanma davalarında en sık başvurulan delillerden biri telefon görüşme kayıtlarıdır. Mahkeme kararıyla ilgili GSM operatöründen istenen bu kayıtlara HTS (Historical Traffic Search) dökümü denir. Bu dökümler, arama veya mesajlaşma içeriğini göstermez; ancak kimin, kimi, ne zaman, ne kadar süreyle aradığını veya mesajlaştığını ortaya koyar. Özellikle gece geç saatlerde, hayatın olağan akışına aykırı sıklıkta ve sürede yapılan görüşmeler, Yargıtay tarafından sadakat yükümlülüğünün ihlali olarak kabul edilir. Ancak Yargıtay, tek başına telefon görüşmelerinin zinayı ispat için yeterli olmayacağını, bu durumun daha çok "güven sarsıcı davranış" olarak nitelendirileceğini belirtmektedir (Yargıtay 2. HD, E. 2016/1282, K. 2017/7819). Bu nedenle HTS kayıtları genellikle diğer delillerle (tanık, otel kaydı vb.) desteklenmelidir. Ayrıca, mahkemenin bu kayıtları getirtmekle yetinmeyip, şüpheli numaraların kime ait olduğunu araştırması ve gerekirse bir bilirkişi incelemesi yaptırması gerekir. Eksik inceleme, Yargıtay tarafından bir bozma nedeni sayılmaktadır (Yargıtay 2. HD, E. 2022/4324, K. 2022/5824).
Sosyal Medya İçerikleri, Mesajlar ve E-postalar: WhatsApp, Instagram, Facebook gibi platformlardaki yazışmalar, samimi fotoğraflar, herkese açık paylaşımlar veya e-postalar önemli delillerdir. Ancak bu delillerin hukuka uygun yollarla elde edilmesi zorunludur.
Fotoğraf, Video ve Ses Kayıtları: Aldatma eylemini doğrudan gösteren görsel veya işitsel materyaller, davanın seyrini değiştirebilecek güçtedir. Ancak bu delillerin elde edilme şekli, geçerliliklerini doğrudan etkiler.
Diğer Deliller: Kredi kartı ekstreleri (örneğin, tek bir kadına ait bir mağazadan yapılan harcama veya çift kişilik bir akşam yemeği), banka kayıtları (üçüncü bir kişiye yapılan para transferleri), evlilik dışı ilişkiden doğan bir çocuğun varlığına dair DNA raporu gibi belgeler de zinanın ispatında kullanılabilir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 194 uyarınca, tarafların dayandıkları delilleri ve bu delillerin hangi vakıayı ispat ettiğini dilekçelerinde açıkça belirtmeleri (somutlaştırma yükü) gerektiğini unutmamak önemlidir.
Delillerin Elde Edilme Yönteminin Önemi
Delilin kendisi kadar, o delilin nasıl elde edildiği de davanın sonucu için hayati önem taşır. Hukuka aykırı yollarla elde edilen deliller, kural olarak mahkemede kullanılamaz. Bu durum, yalnızca delilin geçersiz sayılmasına değil, aynı zamanda delili elde eden eşin Türk Ceza Kanunu kapsamında "özel hayatın gizliliğini ihlal", "haberleşmenin gizliliğini ihlal" veya "bilişim sistemine girme" gibi suçlardan yargılanmasına neden olabilir.
Aşağıdaki yöntemlerle delil toplamak hukuka aykırıdır ve suç teşkil eder:
- Eşin telefonuna gizlice casus yazılım yüklemek.
- Eşin sosyal medya veya e-posta hesaplarının şifresini kırarak içeriklere ulaşmak.
- Eşin arabasına veya çantasına gizli ses kayıt cihazı yerleştirmek.
- Taraflar arasındaki özel bir görüşmeyi, karşı tarafın rızası ve bilgisi olmadan kaydetmek.
Buna karşın, hukuka uygun kabul edilen bazı durumlar da mevcuttur. Örneğin:
- Eşlerin ortak konutunda, ortada bırakılmış bir bilgisayarda açık olan mesajlaşma ekranının fotoğrafını çekmek.
- Ortak yaşam alanında bulunan bir günlük veya mektubu delil olarak sunmak.
- Herkese açık bir sosyal medya profilinden alınmış fotoğrafları veya paylaşımları kullanmak.
Yargıtay, bazı istisnai durumlarda, başka türlü ispat imkânı bulunmayan ve anlık gelişen bir haksız saldırıyı (aldatma gibi) kanıtlamak amacıyla, bir defaya mahsus olmak üzere elde edilen ses veya görüntü kayıtlarını delil olarak kabul edebilmektedir. Ancak bu, sistematik ve planlı bir takip veya kayıt faaliyeti olmamalıdır. Bu çizgi çok ince olduğu için, bu tür bir delil elde etmeden önce mutlaka bir avukata danışmak, olası hukuki ve cezai riskleri en aza indirmek açısından zorunludur.
Dava Sürecindeki Usul ve Yargılama Esasları
Aldatma (zina) iddiasıyla açılan bir boşanma davası, sadece delillerin toplanması ve sunulmasıyla sınırlı değildir. Davanın stratejik olarak doğru kurgulanması, yargılama sırasında usul kurallarına riayet edilmesi ve mahkemenin olası değerlendirmelerinin öngörülmesi, davanın sonucu üzerinde doğrudan etkilidir. Zina gibi ispatı zor bir iddianın mahkeme tarafından nasıl ele alınacağı, davanın hangi hukuki sebeplere dayandırıldığı ve tarafların olaylar karşısındaki tutumları gibi faktörler, yargılamanın seyrini belirler.
Özel ve Genel Sebeplerin Birlikte Değerlendirilmesi
Boşanma davaları, özel boşanma sebepleri ve genel boşanma sebepleri olmak üzere iki ana kategoriye ayrılır. Zina, Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 161. maddesinde düzenlenen, özel ve mutlak bir boşanma sebebidir. Mutlak olmasının anlamı, zinanın varlığının ispatlanması halinde, evlilik birliğinin çekilmez hale gelip gelmediğinin ayrıca araştırılmasına gerek kalmaksızın mahkemenin boşanma kararı vermek zorunda olmasıdır.
Ancak zinanın ispatı, doğası gereği oldukça zordur. Bu nedenle, boşanma davası açarken stratejik bir yaklaşımla, davanın yalnızca zina sebebine değil, aynı zamanda TMK m. 166’da düzenlenen “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” genel sebebine de dayandırılması (terditli veya kademeli olarak) tavsiye edilir. Bu yaklaşımın temel avantajı şudur:
- Davanın Reddedilme Riskinin Azaltılması: Eğer davacı, sunduğu delillerle zinayı (cinsel birlikteliği) kesin olarak ispatlayamazsa, mahkeme zina talebini reddedecektir. Ancak dava aynı zamanda evlilik birliğinin sarsılması sebebine de dayandırılmışsa, yargılama bu talep üzerinden devam eder. Zina iddiasını ispatlamaya yetmeyen deliller (örneğin, şüpheli telefon görüşmeleri, sosyal medya mesajlaşmaları, gece geç saatlerde yapılan buluşmalar), zinanın varlığını göstermese de "güven sarsıcı davranış" olarak kabul edilebilir. Bu davranışlar, evlilik birliğini temelinden sarstığı için TMK m. 166 uyarınca boşanma kararı verilmesine yeterli olabilir.
Yargıtay, bu tür davalarda mahkemenin her iki talebi de ayrı ayrı değerlendirmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 2016/15885 sayılı kararı uyarınca, davacı hem zina (TMK m. 161) hem de evlilik birliğinin sarsılması (TMK m. 166) hukuki sebeplerine dayanarak dava açmışsa, mahkemenin her bir talep hakkında olumlu ya da olumsuz bir hüküm kurması zorunludur. Mahkemenin, zina talebini hiç değerlendirmeden doğrudan genel sebeple boşanma kararı vermesi, usule aykırıdır ve bir bozma sebebidir.
Affedilen Olayların Hükme Etkisi
Boşanma hukukunda af, aldatılan eşin, aldatma eylemini öğrendikten sonra bu eylemi hoş gördüğünü veya bağışladığını gösteren irade beyanı veya davranışlarıdır. Af, açık bir şekilde sözlü veya yazılı olarak ifade edilebileceği gibi, örtülü davranışlarla da gerçekleşebilir. Örneğin, aldatma olayını öğrendikten sonra eşiyle barışıp evlilik birliğini normal bir şekilde sürdürmeye devam etmek, birlikte tatile çıkmak veya ortak hayatı sorunsuz bir şekilde devam ettirmek, affetme olarak yorumlanabilir.
Affın en önemli hukuki sonucu, affeden eşin, affettiği olaya dayanarak boşanma davası açma hakkını kaybetmesidir. Bu durum, dava sürecinde kritik bir savunma argümanı olarak öne çıkabilir.
Yargıtay, bu konuda son derece net bir tutum sergilemektedir. Mahkemenin, bir yandan tarafların olaylar sonrası barışarak birbirlerini affettiğini kabul edip diğer yandan aynı olayları kusur belirlemesinde kullanması, hükümde çelişki yaratır. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 2016/3858 sayılı kararında bu durum açıkça belirtilmiştir. Karara göre, mahkemenin hem tarafların zina ve onur kırıcı davranışlar sonrası barışıp birlikte tatile giderek birbirlerini affettiklerini tespit edip özel sebeplere dayalı davaları reddetmesi, hem de bu affedilen olayları gerekçe göstererek tarafları eşit kusurlu bulup genel sebeple boşanmaya karar vermesi, gerekçede çelişki oluşturur ve bu durum tek başına bozma sebebidir.
Bu noktada, boşanma davalarına özgü bir başka kural olan ikrarın hakimi bağlamaması ilkesine de değinmek gerekir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 188. maddesi uyarınca, boşanma davalarında taraflardan birinin bir vakıayı (örneğin aldatmayı) kabul etmesi, yani ikrarı, hakimi bağlamaz. Hakim, ikrara rağmen delilleri serbestçe takdir eder. Dolayısıyla, aldatan eşin mahkemede "Evet, aldattım" demesi dahi, başka delillerle desteklenmedikçe tek başına boşanma kararı için yeterli olmayabilir. Hakim, bu ikrarın samimiyetini, anlaşmalı bir boşanma için yapılıp yapılmadığını ve diğer delillerle tutarlılığını değerlendirerek bir kanaate varacaktır. Bu durum, affedilen olayların ve ikrarın, yargılamada ne kadar hassas ve dikkatli bir şekilde ele alınması gerektiğini göstermektedir.
Zinanın İspatlanmasının Hukuki Sonuçları
Boşanma davasında aldatma (zina) olgusunun hukuka uygun delillerle ispatlanması, davanın yalnızca kabulüyle sonuçlanmaz; aynı zamanda taraflar arasındaki mali ve hukuki dengeleri kökten değiştiren bir dizi önemli sonucu da beraberinde getirir. Zina, Türk Medeni Kanunu'nda sadakat yükümlülüğünün en ağır ihlali olarak kabul edildiğinden, kanun koyucu bu eylemi gerçekleştiren eş aleyhine ciddi yaptırımlar öngörmüştür. Bu sonuçlar, aldatılan eşin haklarını korumayı amaçlarken, aldatan eşin boşanma sonrası elde edeceği mali menfaatleri önemli ölçüde kısıtlar. Tazminat, mal paylaşımı, nafaka ve velayet gibi boşanmanın en kritik fer'ileri, zinanın ispatlanmasıyla doğrudan etkilenir.
Maddi ve Manevi Tazminat Hakkı
Aldatma, evlilik birliğinin temelini oluşturan güven ve sadakat duygusunu yok eden, aldatılan eşin kişilik haklarına yönelik ağır bir saldırı niteliğindedir. Bu nedenle, zinanın ispatı durumunda aldatılan eşin en temel haklarından biri tazminat talep etmektir.
Manevi Tazminat: Aldatılan eşin, yaşadığı elem, keder, ruhsal çöküntü ve sosyal itibarının zedelenmesi gibi manevi zararlarının telafisi amacıyla talep ettiği tazminattır. Türk Medeni Kanunu'nun 174. maddesinin 2. fıkrası, "Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir" hükmünü amirdir. Zina, Yargıtay tarafından istikrarlı bir şekilde kişilik haklarına ağır bir saldırı olarak nitelendirildiğinden, bu fiili ispatlayan eş lehine genellikle yüksek miktarda manevi tazminata hükmedilir.
Üçüncü Kişiden Tazminat Talep Edilebilir mi? Bu konu uzun yıllar tartışmalara neden olmuşsa da, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 2018/7 K. sayılı kararı ile netliğe kavuşmuştur. Bu karara göre, aldatılan eş, sadece aldatma eylemine katıldığı için üçüncü kişiden (sevgiliden) manevi tazminat talep edemez. Ancak, eğer üçüncü kişi aldatma eyleminin ötesine geçerek aldatılan eşin kişilik haklarına doğrudan bir saldırıda bulunmuşsa (örneğin hakaret, tehdit, konut dokunulmazlığını ihlal gibi), bu haksız fiiller nedeniyle ayrı bir dava ile tazminat talep etme hakkı saklıdır.
Maddi Tazminat: Aldatılan eşin, boşanma nedeniyle mevcut veya beklenen menfaatlerinin zarar görmesi durumunda talep edebileceği bir tazminat türüdür. Örneğin, eşinin maddi desteğinden yoksun kalacak olan veya evlilik nedeniyle kariyerine ara vermiş bir eş, bu zararının karşılanmasını isteyebilir. Zinanın ispatlanması, davalının tam kusurlu olduğunu ortaya koyacağından, maddi tazminat talebinin kabul edilme olasılığını da güçlendirir.
Mal Rejiminin Tasfiyesi, Nafaka ve Velayet
Zinanın mali sonuçları yalnızca tazminatla sınırlı kalmaz; evlilik birliği içinde edinilen malların paylaşımını, nafaka yükümlülüğünü ve hatta velayet kararını dahi derinden etkiler.
Mal Rejiminin Tasfiyesi: Türkiye'de yasal mal rejimi "edinilmiş mallara katılma" rejimidir ve kural olarak evlilik birliği içinde edinilen mallar boşanma halinde eşler arasında yarı yarıya paylaşılır. Ancak zina, bu kuralın en önemli istisnalarından birini oluşturur. Türk Medeni Kanunu'nun 236. maddesinin 2. fıkrası, bu konuda hâkime çok geniş bir takdir yetkisi tanır: "Zina veya hayata kast nedeniyle boşanma hâlinde hâkim, kusurlu eşin artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebilir." Bu hüküm uyarınca, aldatan eşin, edinilmiş mallar üzerindeki katılma alacağı (artık değerdeki payı), hâkim tarafından hakkaniyet ölçüsünde azaltılabilir ve hatta tamamen ortadan kaldırılabilir. Bu, zinanın en ağır mali yaptırımlarından biridir ve aldatan eşin evlilik birliğine yaptığı ekonomik katkının karşılığını alamaması sonucunu doğurabilir.
Nafaka Hakkı: TMK m. 175 uyarınca, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla diğer taraftan süresiz olarak yoksulluk nafakası talep edebilir. Zina eylemini gerçekleştiren eş, evlilik birliğinin sona ermesinde "ağır kusurlu" kabul edilir. Bu nedenle, zina yaptığı ispatlanan eş, boşanma sonrası yoksulluğa düşecek olsa dahi yoksulluk nafakası talep etme hakkını tamamen kaybeder. Aldatılan eş ise, diğer şartların varlığı halinde aldatan eşten yoksulluk nafakası alabilir.
Velayet Kararına Etkisi: Velayet konusunda mahkemenin öncelikli ve tek kriteri "çocuğun üstün yararı" ilkesidir. Aldatma, tek başına velayetin kaybedilmesi için otomatik bir neden değildir. Ancak hâkim, velayet kararını verirken tarafların yaşam tarzlarını, ahlaki durumlarını ve çocuğa sağlıklı bir ortam sunabilme kapasitelerini değerlendirir. Aldatan eşin yaşam biçiminin, sadakatsiz davranışlarının veya bu ilişkiyi çocuğun psikolojisini olumsuz etkileyecek şekilde yaşamasının (örneğin, üçüncü kişiyi eve getirmesi), çocuğun ahlaki ve manevi gelişimine zarar vereceği kanaatine varılırsa, bu durum velayet kararının diğer eş lehine verilmesinde önemli bir etken olabilir.
Özetle, aldatma (zina) iddiası, boşanma davalarının seyrini ve sonuçlarını en derinden etkileyen hukuki sebeptir. Zinanın hukuki tanımından başlayarak, dava açma süreleri, affın sonuçları ve delillerin hukuka uygunluğu gibi usuli şartlar büyük önem taşır. İddianın ispatlanması halinde ise aldatan eş, yalnızca manevi bir yıkımla değil; aynı zamanda tazminat ödeme, mal paylaşımında payını kaybetme ve nafaka hakkından mahrum kalma gibi son derece ağır mali ve hukuki yaptırımlarla karşı karşıya kalır. Bu nedenle, aldatma nedeniyle boşanma davası sürecinin, alanında uzman bir avukat rehberliğinde titizlikle yürütülmesi, hak kayıplarının önlenmesi açısından hayati derecede önemlidir.