Takıların Geri Alım Süreci

Takıların Geri Alım Süreci

Nişan ve düğünlerde takılan altınlar ve diğer değerli hediyeler, ilişkilerin sona ermesi durumunda sıklıkla hukuki anlaşmazlıklara yol açar. 'Takılar kimin hakkı?', 'Hangi hediyeler geri istenebilir?' gibi soruların cevapları, Türk Medeni Kanunu ve Yargıtay'ın güncel içtihatlarıyla şekilleniyor. Özellikle Yargıtay'ın ziynet eşyalarının aidiyeti konusundaki son kararları, eski kabulleri değiştirerek yeni bir dönemi başlattı. Bu yazıda, takıların geri alım sürecini, hukuki dayanaklarını, dava şartlarını ve Yargıtay'ın bu konudaki en son yaklaşımlarını tüm detaylarıyla bulabilirsiniz.

Nişanın Sona Ermesi Durumunda Takıların ve Hediyelerin İadesi

Nişanlanma, evlilik vaadiyle kurulan ve taraflara karşılıklı hak ve yükümlülükler getiren bir aile hukuku sözleşmesidir. Ancak çeşitli sebeplerle nişan bozulabilir ve bu durum, nişan sırasında verilen hediyelerin ve yapılan masrafların akıbeti konusunda hukuki uyuşmazlıkları gündeme getirebilir. Takıların ve diğer hediyelerin iadesi, Türk Medeni Kanunu (TMK) ve Yargıtay içtihatları çerçevesinde belirli koşullara bağlanmıştır.

Hukuki Dayanak ve İade Koşulları

Nişanın bozulması halinde hediyelerin iadesine ilişkin temel hukuki düzenleme, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 122. maddesidir. Bu maddeye göre, "Nişanlılık evlenme dışındaki bir sebeple sona ererse, nişanlıların birbirlerine veya ana ve babanın ya da onlar gibi davrananların, diğer nişanlıya vermiş oldukları alışılmışın dışındaki hediyeler, verenler tarafından geri istenebilir. Hediye aynen veya mislen geri verilemiyorsa, sebepsiz zenginleşme hükümleri uygulanır."

Bu maddeden hareketle, hediyelerin iadesi için şu temel koşulların varlığı aranır:

  1. Nişanlılık evlilik dışında bir sebeple sona ermiş olmalıdır: Ölüm veya gaiplik gibi durumlar bu kapsamda değerlendirilmez. Nişanın taraflardan birinin kusuruyla veya anlaşarak bozulması gibi durumlar iade talebinin temelini oluşturur.
  2. Hediyeler nişanlılık dolayısıyla verilmiş olmalıdır: Nişanlanma merasimi sırasında veya nişanlılık süresi içinde bu ilişkiye özgü olarak verilen hediyeler kastedilir.
  3. İadesi talep edilen hediyeler "alışılmışın dışında" (mutad olmayan) olmalıdır: Kanun koyucu, nişanlılık gibi bir süreçte tarafların birbirlerine küçük ve sembolik hediyeler vermesini olağan karşılamış ve bunların iadesini engellemek istemiştir. Bu nedenle, sadece ekonomik değeri yüksek ve olağanın üzerinde kabul edilen hediyeler geri istenebilir.
    • Yargıtay 3. Hukuk Dairesi'nin 11.07.2005 tarihli, 6843 E. ve 7705 K. sayılı kararı bu ayrımı net bir şekilde ortaya koymaktadır. Karara göre, kullanılmakla eskiyen ya da tüketilen eşyalar (örneğin giysi, ayakkabı, kozmetik ürünleri, yiyecek-içecek gibi) alışılmış (mutad) hediye kabul edilerek iadesine karar verilemez. Ancak altın ve benzeri ziynet eşyaları genellikle alışılmışın dışında hediye olarak değerlendirilir ve iadesi talep edilebilir. Yargıtay, aksi durumun davalı nişanlının haksız zenginleşmesine yol açacağını vurgulamıştır.
    • Bir hediyenin "alışılmışın dışında" olup olmadığının tespiti, her somut olayın özelliğine göre; tarafların mali ve sosyal durumları, yöresel örf ve adetler, hediyenin niteliği ve değeri gibi unsurlar dikkate alınarak yapılır. Örneğin, nişan yüzüğü genellikle alışılmış bir hediye kabul edilirken, çok sayıda ve yüksek gramajlı bilezik, kolye, set gibi takılar alışılmışın dışında sayılabilir.

Hediyelerin iadesinde kusur aranmaz. Yani, nişanı kimin bozduğuna veya kimin kusurlu olduğuna bakılmaksızın, alışılmışın dışındaki hediyeler veren kişi tarafından geri istenebilir. Kusur, ancak maddi ve manevi tazminat taleplerinde önem arz edecektir.

Dava Süreci: Görevli ve Yetkili Mahkeme

Nişanın bozulması nedeniyle hediyelerin iadesi talebiyle açılacak davalarda görevli mahkeme, kural olarak Aile Mahkemeleridir. 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun uyarınca, nişanlanmaya ilişkin uyuşmazlıklar Aile Mahkemelerinin görev alanına girmektedir.

Ancak, bu kuralın önemli bir istisnası Yargıtay 3. Hukuk Dairesi'nin 2017/1159 E. ve 2018/11427 K. sayılı kararında belirtilmiştir. Eğer taraflar arasında sadece imam nikâhı yapılmış, resmi nikâh kıyılmamış ve düğün sonrası fiili bir birliktelik yaşanmışsa, Yargıtay bu durumu nişanın bozulması olarak değil, haksız fiil olarak nitelendirmektedir. Bu durumda görevli mahkeme Aile Mahkemesi değil, Asliye Hukuk Mahkemesi olacaktır. Bu ayrım, davanın doğru mahkemede açılması açısından hayati önem taşır.

Yetkili mahkeme ise Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun genel yetki kuralı gereğince davalının dava tarihindeki yerleşim yeri mahkemesidir.

Dava, öncelikle ziynet eşyalarının veya hediyelerin aynen iadesi, bu mümkün değilse (örneğin hediyeler elden çıkarılmış, kaybolmuş veya tüketilmemişse) bedelinin ödenmesi talebiyle açılır.

Kimler İade Talep Edebilir?

TMK m. 122 uyarınca, alışılmışın dışındaki hediyelerin iadesini talep edebilecek kişiler şunlardır:

  • Hediyeyi veren nişanlı: Diğer nişanlıya verdiği hediyeleri geri isteyebilir.
  • Nişanlının anne ve babası: Diğer nişanlıya kendi verdikleri hediyeleri geri isteyebilirler.
  • Nişanlının anne ve babası gibi davranan kişiler: Bu ifade, nişanlıya ebeveynleri gibi yakın olan ve bu sıfatla hediye veren büyükanne, büyükbaba, kardeş, amca, teyze gibi kişileri kapsar. Bu kişilerin "ana ve baba gibi davranma" olgusunun ispatı gerekir.

Maddi ve Manevi Tazminat Talepleri

Nişanın bozulması, hediyelerin iadesi dışında maddi ve manevi tazminat taleplerine de yol açabilir. Bu talepler, hediyelerin iadesinden farklı hukuki dayanaklara sahiptir ve kusur unsuru önem kazanır.

  • Maddi Tazminat (TMK m. 120): Nişanın bozulmasında haklı bir sebep olmaksızın nişanı bozan veya nişanın bozulmasına kusuruyla sebep olan taraf, diğer tarafa ve onun anne-babası ile onlar gibi hareket eden kişilere, düğün giderleri veya evlenme amacıyla yapılan hazırlıklar için yaptıkları ve iyiniyetle giriştikleri harcamaların tazminini ödemekle yükümlü olabilir. Bu masraflar arasında nişan töreni masrafları, düğün salonu kaparosu, gelinlik, damatlık, ev eşyası alımı gibi giderler sayılabilir. Önemli olan, bu harcamaların evlenme beklentisiyle ve iyi niyetle yapılmış olmasıdır.
  • Manevi Tazminat (TMK m. 121): Nişanın bozulması nedeniyle kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat isteyebilir. Örneğin, nişanın aldatma, hakaret, şiddet gibi onur kırıcı bir sebeple bozulması durumunda manevi tazminat talep edilebilir. Anne-baba gibi kişilerin manevi tazminat talep etmesi ise genel hükümlere göre (kişilik haklarının doğrudan ihlali durumunda) istisnai olarak mümkün olabilir.

Tazminat taleplerinde, hediyelerin iadesinden farklı olarak, kusur önemli bir rol oynar. Tazminat, kusurlu taraftan talep edilebilir.

Zamanaşımı Süresi

Nişanlılığın sona ermesinden doğan tüm dava hakları, TMK m. 123 uyarınca, nişanın bozulması tarihinden itibaren bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar. Bu süre, hem hediyelerin iadesi davası hem de maddi ve manevi tazminat davaları için geçerlidir. Hak kaybına uğramamak adına bu 1 yıllık zamanaşımı süresine titizlikle dikkat edilmesi gerekmektedir. Sürenin başlangıcı, nişanın fiilen bozulduğu, yani tarafların evlenme iradelerinin ortadan kalktığı tarihtir.

Düğünde Takılan Ziynet Eşyalarının Aidiyeti: Yargıtay İçtihatlarındaki Dönüşüm

Evlilik birliğinin en mutlu günlerinden biri olan düğün törenlerinde takılan ziynet eşyaları ve paralar, ne yazık ki olası bir ayrılık durumunda taraflar arasında ciddi hukuki anlaşmazlıklara neden olabilmektedir. "Düğün takıları kime aittir?" sorusu, uzun yıllar boyunca Yargıtay içtihatlarıyla şekillenmiş ve özellikle kadın lehine bir yorumla uygulama alanı bulmuştur. Ancak, Yargıtay'ın bu konudaki yaklaşımı zaman içinde evrilmiş ve nihayetinde 2024 yılında verdiği ilkesel bir kararla önemli bir dönüşüme uğramıştır. Bu bölümde, düğünde takılan ziynet eşyalarının aidiyeti konusundaki eski ve yeni Yargıtay içtihatlarını, ispat yükümlülüklerini ve düğün paralarının durumunu detaylı bir şekilde inceleyeceğiz.

Önceki Yargıtay İçtihadı: Takılar Kadına Aittir Prensibi

Yargıtay'ın uzun yıllar boyunca istikrarlı bir şekilde uyguladığı ve adeta bir kural haline gelen içtihadına göre, düğün sırasında geline veya damada kim tarafından takılırsa takılsın, tüm ziynet eşyaları (altın, bilezik, kolye, küpe vb.) ve hatta paralar, kadına bağışlanmış sayılıyor ve onun kişisel malı olarak kabul ediliyordu. Bu yaklaşımın temelinde, ziynetlerin kadının geleceği için bir güvence teşkil ettiği düşüncesi yatıyordu. Erkek eşe takılan ve erkeğin kişisel kullanımına özgü olmayan (örneğin, burma bilezik, gram altın gibi) takılar dahi kadına ait sayılıyordu.

Bu genel kabul, Yargıtay'ın birçok kararında açıkça ifade edilmiştir. Örneğin, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi'nin 20.12.2017 tarihli, 2017/16859 E. ve 2017/17965 K. sayılı kararında bu durum, "kural olarak, düğün sırasında takılan ziynet eşyaları, kim tarafından, kime takılırsa takılsın, aksine bir anlaşma bulunmadıkça kadına bağışlanmış sayılır ve artık kadının kişisel malı sayılır" şeklinde net bir biçimde ortaya konulmuştur. Bu içtihat uyarınca, erkek eşin bu ziynetleri geri alabilmesi veya kendisinde tutabilmesi için, bunların kendisine bağışlandığını veya kadının rızasıyla ve iade edilmemek üzere kendisine verildiğini ispatlaması gerekiyordu ki bu oldukça zor bir ispat külfetiydi.

Yine, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 04.03.2020 tarihli, 2017/1040 E. ve 2020/240 K. sayılı kararı da, özellikle kadına özgü ziynet eşyalarının (bilezik, kolye, küpe gibi) aksine bir anlaşma veya bu konuda yerel bir adet bulunmadıkça kadın eşe bağışlanmış sayılacağını ve onun kişisel malı olacağını vurgulayarak bu genel eğilimi destekler nitelikteydi. Ancak bu karar, aynı zamanda Yargıtay'ın "kadına özgü" ayrımına dikkat çekerek, ilerideki içtihat değişikliğinin sinyallerini de vermiş olabilir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 2024 Tarihli İlkesel Kararı ve Yeni Kriterler

Ziynet eşyalarının aidiyeti konusundaki yerleşik Yargıtay içtihadı, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 04.04.2024 tarihli, 2023/5704 E. ve 2024/2402 K. sayılı ilkesel nitelikteki kararıyla köklü bir değişikliğe uğramıştır. Bu karar, "takılar kime takıldıysa ona aittir" prensibini temel alarak, önceki "tüm takılar kadına aittir" genel kuralından önemli bir sapma göstermektedir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, bu yeni kararıyla ziynet eşyalarının aidiyetinin belirlenmesinde aşağıdaki kriterlerin sırasıyla dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir:

  1. Taraflar Arasında Anlaşma Varlığı: Öncelikle, eşler arasında ziynet eşyalarının kime ait olacağına dair bir anlaşma bulunup bulunmadığına bakılacaktır. Eğer geçerli bir anlaşma varsa, ziynetlerin aidiyeti bu anlaşmaya göre belirlenecektir.
  2. Yerel Örf ve Adet Kuralının Varlığı: Taraflar arasında bir anlaşma yoksa, o yörede geçerli olan ve ziynetlerin aidiyetine ilişkin bir örf ve adet kuralının varlığı iddia ve ispat edilirse, paylaşım bu örf ve adet kuralına göre yapılacaktır.
  3. Takılan Kişiye Aidiyet (Genel Kural): Yukarıdaki iki durumun da (anlaşma veya ispatlanmış örf ve adet) bulunmaması halinde, düğünde erkeğe ve kadına takılan/verilen ve ekonomik değer taşıyan her şey, kural olarak kendilerine (yani takılan kişiye) ait olacaktır. Bu, yeni içtihadın en önemli ve devrim niteliğindeki değişikliğidir.
  4. Karşı Cinse Özgü Takılar: Ancak, takılan ziynet eşyası niteliği itibarıyla açıkça karşı cinse özgü ise (örneğin, kadına takılan bir erkek saati veya erkeğe takılan bir gerdanlık gibi), bu durumda o takı, ait olduğu cinse verilmiş sayılacaktır. Eğer bir takının hangi cinse özgü olduğu konusunda bir çekişme yaşanırsa, bu durum bilirkişi incelemesiyle tespit edilecektir. Bilirkişi, bir takının her iki cinse de özgü olduğunu (unisex) belirlerse, o takı yine kendisine takılan eşe ait olacaktır.
  5. Takı Sandığı/Torbasına Konulanlar: Düğün sırasında takı sandığına veya kesesine topluca konulan ekonomik değer taşıyan şeylerin aidiyeti konusunda ise; eğer konulan şey kadına veya erkeğe özgü bir nitelik taşıyorsa o cinse verilmiş sayılacak, şayet her iki cinse de özgü olduğu belirlenirse ortak kabul edilecektir.

Bu yeni ilke kararı, özellikle erkek eşe takılan ziynetlerin de artık doğrudan erkeğe ait olabileceğinin önünü açmış, "tüm takılar kadına aittir" şeklindeki katı kuralı yumuşatmış ve daha adil bir denge kurmayı amaçlamıştır.

İstisnai Durumların İspatı ve Düğün Paralarının Durumu

Yargıtay'2. Hukuk Dairesi'nin 2024 tarihli yeni ilke kararı, ziynetlerin aidiyetinde öncelikle taraflar arasındaki anlaşmayı veya yerel örf ve adeti dikkate almaktadır. Ancak, bu istisnai durumların varlığını iddia eden tarafın, bu iddiasını ispatlaması gerekmektedir. Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 6. maddesi uyarınca, "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür." Benzer şekilde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 190. maddesinin 1. fıkrası da, "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir" hükmünü amirdir. Dolayısıyla, genel kuraldan (takılan kişiye ait olma) ayrılarak bir anlaşmanın veya farklı bir yerel örf ve adetin varlığını öne süren taraf, bu iddiasını tanık, yazılı belge, fotoğraf, video kaydı gibi hukuka uygun her türlü delille ispat etmekle yükümlü olacaktır. Yerel örf ve adetin ispatı, özellikle Yargıtay'ın bu konudaki titiz yaklaşımı göz önüne alındığında, oldukça zorlu bir süreç olabilir.

Düğünde takılan paraların durumu ise, önceki içtihatlarda genellikle ziynet eşyalarıyla birlikte değerlendirilerek kadına ait kabul edilmekteydi. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 2024 tarihli yeni ilke kararı, ziynet eşyaları için getirdiği kriterleri (anlaşma, örf-adet, takılan kişiye aidiyet) paralar için de geçerli kılacaktır. Yani, artık düğünde takılan paraların aidiyeti de öncelikle taraflar arasındaki anlaşmaya, anlaşma yoksa yerel örf ve adete, bu da yoksa paranın kime takıldığına veya verildiğine göre belirlenecektir. Davada, ziynet eşyalarının yanı sıra düğün paralarının da açıkça talep edilmesi, bu talebin mahkeme tarafından değerlendirilmesi açısından önem arz etmektedir.

Bu yeni içtihatla birlikte, düğün takılarının aidiyeti konusundaki uyuşmazlıkların daha detaylı bir incelemeyi gerektireceği ve ispat faaliyetinin davanın seyrinde daha kritik bir rol oynayacağı açıktır. Tarafların, özellikle düğün sırasında çekilen fotoğraf ve video kayıtlarını saklamaları, olası bir davada delil olarak sunulabilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Ziynet Eşyası Davası: Süreç, İspat ve Talep Yönetimi

Evlilik birliğinin sona ermesiyle birlikte gündeme gelen en önemli konulardan biri de düğünde takılan ziynet eşyalarının (altın, bilezik, takı setleri vb.) akıbetidir. Taraflar arasında bu konuda anlaşmazlık yaşanması durumunda, ziynet eşyalarının iadesi için dava açılması gerekebilir. Ziynet eşyası davası, kendine özgü süreçleri, ispat kuralları ve talep yönetimini içeren karmaşık bir hukuki süreç olabilir. Bu bölümde, ziynet eşyası davasının temel dinamiklerini, dava açma koşullarından başlayarak, ispat yükümlülükleri, talep artırımı (ıslah) mekanizması, aynen iade kararlarının nitelikleri ve bozdurularak harcanan ziynetlerin durumunu Yargıtay içtihatları ışığında inceleyeceğiz.

Dava Açma Koşulları ve Süreleri

Ziynet eşyası davası, genellikle boşanma davasıyla birlikte veya boşanma davası kesinleştikten sonra ayrı bir dava olarak açılabilir. Temel talep, ziynet eşyalarının öncelikle aynen iadesi, bu mümkün olmadığı takdirde ise dava tarihindeki veya fiili ödeme günündeki güncel bedellerinin ödenmesidir. Bu tür davalarda görevli mahkeme, 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun uyarınca Aile Mahkemeleridir. Aile Mahkemesi bulunmayan yerlerde ise Asliye Hukuk Mahkemeleri, Aile Mahkemesi sıfatıyla bu davalara bakar. Yetkili mahkeme ise genel kural olarak davalının dava açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir.

Dava açma süreleri açısından önemli bir ayrım bulunmaktadır. Eğer ziynet eşyaları mevcutsa ve aynen iadesi (istihkak davası niteliğinde) talep ediliyorsa, bu talep mülkiyet hakkına dayandığından kural olarak bir zamanaşımı süresine tabi değildir. Ancak, ziynet eşyaları artık mevcut değilse, yani bozdurulmuş, kaybedilmiş veya başka bir şekilde elden çıkarılmışsa ve bu nedenle bedelinin tazmini isteniyorsa, bu durumda Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 146. maddesi devreye girer. Bu maddeye göre, alacak hakkı niteliğindeki bu talep için zamanaşımı süresi, boşanma davasının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıldır. Bu sürenin kaçırılmaması, hak kaybına uğramamak adına büyük önem taşır.

İspat Yükümlülüğü, Deliller ve Karine Uygulaması

Ziynet eşyası davalarında en kritik aşamalardan biri ispat sürecidir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 190. maddesinin 1. fıkrası uyarınca, "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir." Benzer şekilde, Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 6. maddesi de "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür." hükmünü amirdir.

Bu genel kural çerçevesinde, davacı taraf (genellikle kadın eş), dava konusu ziynetlerin varlığını, niteliğini, miktarını ve evlilik birliği içinde kendisine ait olduğunu veya kendisine takıldığını ispatlamakla yükümlüdür. Bu ispat sürecinde kullanılabilecek deliller çeşitlidir:

  • Düğün videoları ve fotoğrafları: Takı merasimine ilişkin kayıtlar, ziynetlerin türü, miktarı ve kimlere takıldığı konusunda önemli kanıtlar sunar.
  • Tanık beyanları: Düğüne katılan, takıların takılmasına veya sonrasında kimde kaldığına şahit olan kişilerin ifadeleri delil niteliğindedir.
  • Bilirkişi raporları: Düğün görüntülerinden veya diğer delillerden yola çıkarak ziynetlerin cinsi, ayarı, gramajı ve değeri hakkında teknik bilgi sunar.
  • Fatura ve sertifikalar: Satın alınan ziynetlere ait belgeler.
  • Mesajlaşmalar, e-postalar: Taraflar arasında ziynetlerle ilgili yapılan yazışmalar.

Yargıtay'ın yerleşik uygulamalarında bazı karineler de dikkate alınmaktadır. Örneğin, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi'nin 2013/18949 Esas, 2014/3199 Karar sayılı ilamında belirtildiği üzere, hayatın olağan akışına göre kadına özgü ziynet eşyalarının (bilezik, kolye, küpe gibi) kadının himayesinde bulunması asıldır. Eğer kadın eş, bu ziynetlerin kendisinde olmadığını, eşi tarafından zorla alındığını, iade edilmediğini veya evden ayrılırken götürmesine izin verilmediğini iddia ediyorsa, bu iddiasını ispatlamakla yükümlüdür.

Ziynetlerin aidiyeti konusundaki Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 04.04.2024 tarihli, 2023/5704 E. ve 2024/2402 K. sayılı ilkesel kararı ile getirilen "takılan kişiye ait olma" prensibi, ispat yükümlülüklerini de etkileyebilecektir. Artık, bir ziynetin kime ait olduğu belirlenirken öncelikle taraflar arasında bir anlaşma veya yerel örf-adet olup olmadığına bakılacak, bunlar yoksa ziynetin takıldığı kişiye ait olduğu kabul edilecektir. Bu durum, kimin neyi ispatlaması gerektiği konusunda önceki kabullere göre farklılıklar yaratabilir.

Talep Artırımı (Islah) ve Aynen İade Kararlarının Özellikleri

Ziynet eşyası davaları, başlangıçta ziynetlerin tam değeri net olarak bilinmediğinden genellikle belirsiz alacak davası olarak açılabilir. Yargılama sırasında bilirkişi incelemesiyle ziynetlerin değeri tespit edildikten sonra, davacı taraf talep sonucunu ıslah yoluyla artırabilir. Ancak, ıslah müessesesinin kullanımı konusunda dikkatli olunmalıdır. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 2015/20046 Esas, 2016/7837 Karar sayılı kararında vurgulandığı gibi, dava dilekçesinde hiç belirtilmeyen, yani sayı ve niteliği itibarıyla talep konusu yapılmamış yeni bir ziynet eşyası türünün ıslah yoluyla davaya dahil edilmesi mümkün değildir. Örneğin, dava dilekçesinde sadece bilezik talep edilmişse, ıslahla kolye veya altın zincir talebinde bulunulamaz. Bu tür unutulan veya sonradan fark edilen talepler için ek dava açılması ve mevcut dava ile birleştirilmesinin talep edilmesi daha doğru bir yol olacaktır.

Mahkemenin ziynetlerin aynen iadesine karar vermesi durumunda, bu kararın icra edilebilirliği büyük önem taşır. İcra ve İflas Kanunu'nun (İİK) 24. maddesi gereğince, ilamda (mahkeme kararında) iadesine hükmedilen menkul malın cinsi, niteliği, adedi ve değeri açıkça belirtilmelidir. Dolayısıyla, ziynet eşyalarının aynen iadesine karar verilirken, hüküm fıkrasında her bir ziynetin ağırlığı (gramı), ayarı (örneğin 22 ayar), cinsi (bilezik, cumhuriyet altını vb.), adedi ve varsa diğer ayırt edici özellikleri (modeli, markası gibi) ayrıntılı olarak belirtilmelidir. Yargıtay, HMK'nın 297. maddesinin 2. fıkrası ve 298. maddesinin 2. fıkrasına atıfla, hükmün açık ve infazda şüpheye yer vermeyecek şekilde kurulması gerektiğini, bu nedenle karar verilen ziynet ve çeyizlerin değerlerinin hükümde ayrı ayrı gösterilmesi, sadece bilirkişi raporuna atıf yapılmasının yeterli olmayacağını istikrarlı bir şekilde belirtmektedir.

Bozdurulan veya Ortak İhtiyaçlar İçin Harcanan Ziynetlerin Durumu

Evlilik birliği devam ederken, ziynet eşyalarının bozdurularak evin ortak ihtiyaçları (kira, faturalar, kredi ödemeleri, çocukların masrafları vb.) için harcanması sıkça karşılaşılan bir durumdur. Yargıtay'ın önceki yerleşik içtihadına göre, kadına ait olan ziynet eşyaları, evliliğin ortak giderleri için harcanmış olsa dahi, kadının bu harcamaya geri istenmemek üzere (bağışlama kastıyla) rıza gösterdiği erkek eş tarafından ispatlanmadıkça, erkek eşin bu ziynetleri iade etme yükümlülüğü devam etmekteydi. Yani, ispat yükü erkek eşteydi.

Ancak, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 2024 tarihli ilkesel kararı (2023/5704 E., 2024/2402 K.) ile ziynetlerin aidiyeti konusundaki temel kuralın değişmesi, bu durumu da etkilemiştir. Artık, bir ziynetin öncelikle kime ait olduğu bu yeni kriterlere göre (anlaşma, örf-adet, takılan kişi, cinsiyetine özgülük) belirlenecektir. Eğer bozdurulan ziynet, bu yeni kurallara göre erkeğe ait kabul edilirse, kadının bu ziynet için bir talep hakkı doğmayacaktır. Ancak, ziynet kadına ait olarak kabul edilirse (örneğin, kadına takılmış ve kadına özgü bir takı ise), bu ziynetin ortak ihtiyaçlar için harcanması durumunda, erkeğin bunu iade yükümlülüğünden kurtulabilmesi için yine kadının "iade almamak üzere" bu harcamaya onay verdiğini ispatlaması gerekecektir. Dolayısıyla, önce aidiyet sorunu çözümlenecek, ardından harcamanın niteliği ve rızanın kapsamı değerlendirilecektir. Yargıtay'ın eski kararlarında, tüp bebek tedavisi gibi önemli ve ortak bir amaç için harcanan ziynetlerin dahi, iade edilmemek üzere verildiği ispatlanmadıkça kadın tarafından geri istenebileceği kabul edilmekteydi. Bu tür durumlar, yeni aidiyet kuralları çerçevesinde yeniden değerlendirilecektir.

Takılarda Bağışlamanın Geri Alınması (Rücu): Şartlar ve Hukuki Sonuçlar

Evlilik birliği veya nişanlılık sürecinde hediye edilen takılar, hukuki açıdan genellikle bağışlama sözleşmesi kapsamında değerlendirilir. Ancak bazı durumlarda, yapılan bu bağışlamanın geri alınması, yani rücu edilmesi gündeme gelebilir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) bu konuyu belirli şartlara bağlamıştır. Bu bölümde, takıların bağışlama yoluyla verilmesi ve sonrasında hangi koşullarda geri istenebileceği, bu hakkın kullanım süresi, mirasçılara etkisi ve görevli mahkeme gibi önemli hukuki detaylar Yargıtay kararları ışığında incelenecektir.

Bağışlama Sözleşmesi ve Geri Alma (Rücu) Nedenleri

Bağışlama sözleşmesi, Türk Borçlar Kanunu'nun 285. maddesi uyarınca, bağışlayanın sağlararası sonuç doğurmak üzere, malvarlığından bağışlanana karşılıksız olarak bir kazandırma yapmayı üstlendiği, tek tarafa borç yükleyen bir sözleşme olarak tanımlanır. Düğünlerde veya nişanlarda takılan ziynet eşyaları da çoğu zaman bu nitelikte bir bağışlama olarak kabul edilir.

Ancak, bağışlayan her durumda yaptığı bağışlamayla bağlı kalmak zorunda değildir. TBK'nın 295. maddesi (eski Borçlar Kanunu m. 244), bağışlayana belirli ağır durumlarda bağışlamayı geri alma (rücu) hakkı tanımaktadır. Bu nedenler şunlardır:

  1. Bağışlananın, bağışlayana veya yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemesi: Bu durum, ceza hukuku anlamında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararını gerektirmeyebilir. Örneğin, eşlerden birinin diğerine veya onun ailesine karşı işlediği zina, terk, hayata kast, ağır hakaret gibi fiiller bu kapsamda değerlendirilebilir. Yargıtay, bu tür fiillerin evlilik birliğinin temelini sarsan ve bağışlamanın devamını beklenemez kılan nitelikte olmasını aramaktadır.
  2. Bağışlananın, bağışlayana veya ailesinden bir kimseye karşı kanundan doğan yükümlülüklerine önemli ölçüde aykırı davranması: Eşlerin birbirlerine karşı olan sadakat, yardım ve bakım gibi yasal yükümlülüklerini ağır şekilde ihlal etmesi bu duruma örnek teşkil edebilir. Her olayın kendi özellikleri içerisinde değerlendirilmesi esas olup, hakimin takdir yetkisi bulunmaktadır. Örneğin, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 22.10.2007 tarihli, E. 2006/19365, K. 2007/14089 sayılı kararı, evlilik birliğini terk eden, yapılan ihtara rağmen ortak konuta dönmeyen ve bu nedenle hakkında boşanma kararı verilen eşe karşı bağışlamadan dönme hakkının doğabileceğine işaret etmiştir. Benzer şekilde, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 29.03.2005 tarihli, E. 2004/8918, K. 2005/3229 sayılı kararı, kadının başka bir erkekle kaçarak meşru olmayan bir ilişki kurmasının, koca açısından bağışlamadan rücu şartını oluşturabileceğini belirtmiştir.
  3. Yüklemeli bağışlamada haklı bir sebep olmaksızın yüklemenin yerine getirilmemesi: Eğer bağışlama belirli bir şartın veya yükümlülüğün yerine getirilmesi koşuluna bağlanmışsa ve bağışlanan bu yükümlülüğü haklı bir neden olmaksızın yerine getirmiyorsa, bağışlayan bağışlamadan dönebilir.

Bu rücu nedenlerinin varlığı halinde, bağışlayan, bağışladığı şeyin (örneğin ziynet eşyasının) iadesini, eğer bu mümkün değilse sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre bedelini talep edebilir.

Geri Alma Hakkının Kullanım Süresi ve Mirasçılara Etkisi

Bağışlamanın geri alınması hakkı, sonsuza dek kullanılabilecek bir hak değildir. Türk Borçlar Kanunu'nun 297. maddesi (eski Borçlar Kanunu m. 246) bu konuda net bir süre öngörmüştür:

  • Bağışlayan, geri alma sebebini öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde bağışlamayı geri alabilir. Bu süre hak düşürücü niteliktedir, yani sürenin geçmesiyle hak tamamen ortadan kalkar.
  • Eğer bağışlayan, bu bir yıllık süre dolmadan vefat ederse, mirasçıları bu sürenin sonuna kadar bağışlamayı geri alma hakkını kullanabilirler.
  • Bağışlayan, sağlığında geri alma sebebini öğrenememişse, mirasçıları, bağışlayanın ölümünden itibaren bir yıl içinde bu hakkı kullanabilirler.
  • Bağışlananın, bağışlayanı kasten ve hukuka aykırı olarak öldürmesi veya bağışlayanın geri alma hakkını kullanmasını engellemesi durumunda, mirasçıları bağışlamayı geri alabilirler.

Önemli bir nokta, geri alma sebebinin bir mahkeme kararıyla sabit olması durumudur. Örneğin, boşanma davasında eşin aldatma (zina) fiili kanıtlanmışsa, bağıştan rücu için bir yıllık hak düşürücü sürenin başlangıcı konusunda Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 03.02.2003 tarihli, E. 2002/14963, K. 2003/1168 sayılı kararı yol göstericidir. Bu karara göre, eğer geri alma sebebi boşanma davasında sabit olan bir eylem ise (örneğin aldatma), bir yıllık hak düşürücü süre, boşanma kararının kesinleştiği tarihten itibaren başlar.

Görevli Mahkeme Tayini ve Yargıtay'ın Konuya İlişkin Değerlendirmeleri

Takıların iadesi talebi, eğer bağışlamanın geri alınması (rücu) hukuki sebebine dayanıyorsa, davanın hangi mahkemede açılacağı önem arz eder. Genel olarak ziynet eşyası davaları Aile Mahkemelerinde görülmekle birlikte, rücu talebi farklı bir hukuki temele dayandığı için görevli mahkeme de değişebilmektedir.

Bu konuda Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 05.05.2010 tarihli, E. 7368, K. 9059 sayılı emsal kararı oldukça önemlidir. Bu karara göre, düğünde takılan ziynetlerin iadesine ilişkin talep, TBK Madde 295 (eski BK Madde 244/2) uyarınca bağışlamanın geri alınması hukuki sebebine dayanıyorsa, görevli mahkeme Aile Mahkemesi değil, Asliye Hukuk Mahkemesidir. Bu ayrım, davanın doğru mahkemede açılması ve usuli sorunlarla karşılaşılmaması açısından kritik bir öneme sahiptir. Davacının, talebini hangi hukuki nedene dayandırdığını dava dilekçesinde açıkça belirtmesi ve buna uygun olarak görevli mahkemeyi belirlemesi gerekmektedir. Yargıtay, bağıştan rücu şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin titizlikle araştırılması gerektiğini, özellikle boşanma dosyası gibi ilgili diğer dosyaların celbedilerek delillerin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini çeşitli kararlarında vurgulamıştır.


Takıların geri alım süreci, nişanın bozulmasından evliliğin sona ermesine kadar farklı hukuki zeminlerde ele alınabilen karmaşık bir konudur. Nişanda verilen hediyelerin iadesi Türk Medeni Kanunu'nun özel hükümlerine tabi iken, evlilik sırasında takılan ziynetlerin aidiyeti ve iadesi Yargıtay içtihatları ile şekillenmekte, özellikle Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 2024 tarihli ilkesel kararı ile "takılan kişiye ait olma" prensibi yeni bir bakış açısı getirmiştir. Bunun yanı sıra, belirli ağır koşulların varlığı halinde yapılan bağışlamadan rücu (geri dönme) imkanı da bulunmaktadır. Her bir durum, kendi özel koşulları içinde değerlendirilmeli; ispat yükümlülükleri, zamanaşımı süreleri, görevli ve yetkili mahkeme gibi usuli detaylar dikkatle takip edilmelidir. Bu nedenle, takıların iadesi gibi hassas ve teknik hukuki süreçlerde bir avukattan profesyonel destek almak, hak kayıplarının önlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Yazar Görseli
Müellif

Av. Ali Haydar GÜLEÇ

Güleç Hukuk Bürosu'nda 9 yıldır yöneticilik ve avukatlık yapmaktadır.