Zina Sebebiyle Boşanma Davası

Zina Sebebiyle Boşanma Davası

Evlilik birliği içerisinde sadakat yükümlülüğünün en ağır ihlali olan zina, Türk hukuk sisteminde ciddi hukuki sonuçları bulunan mutlak bir boşanma sebebidir. Bu yazımızda zina sebebiyle boşanma davasının hukuki şartları, ispat yöntemleri, dava süreci ve hukuki sonuçları hakkında detaylı bilgiler sunulmaktadır. Aile hukuku alanında uzman hukukçular ve mahkeme kararları ışığında hazırlanan bu kapsamlı rehber, zina nedeniyle boşanma sürecindeki tüm hukuki boyutları ele almaktadır.

Zina Sebebiyle Boşanma Davasının Tanımı ve Hukuki Şartları

Zina Tanımı ve Hukuki Nitelik

Zina, Türk hukuku açısından eşlerden birinin evlilik birliği devam ederken eşi dışında üçüncü bir kişiyle bilerek ve isteyerek cinsel ilişkiye girmesi olarak tanımlanmaktadır. TMK m.161 hükmü uyarınca zina, Türk Medeni Kanunu'nda özel boşanma sebepleri arasında düzenlenen mutlak bir boşanma nedenidir.

Zinanın hukuki niteliği açısından dikkat edilmesi gereken temel husus, bu durumun evlilik birliğinin en temel unsuru olan sadakat yükümlülüğünün ağır ihlali niteliği taşımasıdır. Evlilik kurumu, eşler arasında karşılıklı sadakat, yardım ve dayanışma esasına dayandığından, zinanın gerçekleşmesi halinde evlilik birliğinin temelinden sarsılması söz konusu olmaktadır.

Zina kavramının kapsamına yalnızca karşı cinsle gerçekleştirilen cinsel ilişki girmektedir. Hemcinsiyle kurulan cinsel ilişki, hayvan veya eşyalarla gerçekleştirilen cinsel davranışlar zina kapsamında değerlendirilmemektedir. Bu durumlar için TMK m.163 uyarınca haysiyetsiz yaşam sürme gerekçesiyle boşanma davası açılması mümkündür.

Mutlak Boşanma Sebebi Niteliği

Zina, Türk hukuku sisteminde mutlak boşanma sebebi olarak kabul edilmektedir. Bu durum, zinanın ispatlanması halinde mahkemenin başka herhangi bir koşul aramaksızın boşanma kararı verebileceği anlamına gelmektedir. Diğer boşanma sebeplerinde olduğu gibi evlilik birliğinin sürdürülmesinin beklenemeyeceğine dair ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

Davanın Temel Şartları

Zina sebebiyle boşanma davasının açılabilmesi için belirli hukuki şartların bir arada bulunması gerekmektedir. Bu şartlar hem maddi hukuk hem de usul hukuku açısından dava sürecinin temelini oluşturmaktadır.

Evlilik Birliğinin Devamı Şartı

Zinanın boşanma sebebi olabilmesi için ilk ve en temel şart, zinanın evlilik birliği devam ederken gerçekleşmiş olmasıdır. Evlilik öncesi dönemde gerçekleşen cinsel ilişkiler, evlilik birliği kurulduktan sonra öğrenilse bile zina kapsamında değerlendirilmez. Ayrıca boşanma davası açıldıktan sonra evlilik birliği hukuki olarak devam ettiğinden, dava sürecinde gerçekleşen zina fiilleri de dava konusu yapılabilir.

Cinsel İlişkinin Varlığı

Zina için aranan ikinci temel şart, eşlerden birinin üçüncü bir kişiyle fiilen cinsel ilişkiye girmiş olmasıdır. Sadece duygusal yakınlık, flört etme, öpüşme, sarılma gibi fiziksel temaslar zina kapsamında değerlendirilmez. Bu tür davranışlar için TMK m.166 uyarınca evlilik birliğinin temelden sarsılması genel boşanma sebebine dayanılarak dava açılması mümkündür.

Cinsel ilişkinin tam olarak gerçekleşmesi gerekmez; başlangıç hareketlerinin varlığı da zina sayılabilir. Önemli olan, tarafların cinsel birleşme amacıyla hareket etmiş olmalarıdır.

Bilerek ve İsteyerek Davranma

Zina fiilinin gerçekleşmesi için eşin bilerek ve isteyerek hareket etmiş olması şarttır. Tecavüz, zorla cinsel ilişki, ağır sarhoşluk hali, hipnoz altında gerçekleşen ilişkiler zina kapsamında değerlendirilmez. Aynı şekilde ciddi tehdit altında kurulan cinsel ilişkiler de zina sayılmaz.

Affetmeme Şartı

Aldatılan eşin zina fiilini affetmemiş olması dava açabilmek için gerekli şartlardan biridir. Af açık veya örtülü olabilir. Zina fiili öğrenildikten sonra eşler arasında evlilik hayatının olağan şekilde devam etmesi, aynı evde yaşamaya devam edilmesi af karinesini oluşturur. Ancak ekonomik zorunluluklar nedeniyle birlikte yaşamaya devam edilmesi tek başına af sayılmaz.

Hak Düşürücü Süreler

Zina sebebiyle boşanma davasında iki farklı süre sınırlaması bulunmaktadır. Bu süreler hak düşürücü nitelikte olup, sürelerin geçmesi halinde dava açma hakkı tamamen ortadan kalkmaktadır.

Altı Aylık Hak Düşürücü Süre

TMK m.161 hükmü uyarınca, zina vakasının aldatılan eş tarafından öğrenilmesi tarihinden itibaren 6 aylık hak düşürücü süre başlar. Bu süre içerisinde dava açılmaması halinde, zina sebebiyle boşanma davası açma hakkı düşer. Sürekli zina durumlarında her yeni fiille altı aylık süre yeniden işlemeye başlar.

Zinanın öğrenilmesi kavramı, somut delillere dayalı olarak zinanın varlığından haberdar olunması anlamına gelmektedir. Şüphe veya dedikodu düzeyindeki bilgiler sürenin başlaması için yeterli değildir.

Beş Yıllık Zamanaşımı Süresi

Zina fiilinin işlenmesi tarihinden itibaren 5 yıllık mutlak zamanaşımı süresi bulunmaktadır. Bu süre, zina fiili öğrenilsin veya öğrenilmesin, affedilsin veya affedilmesin geçerlidir. Beş yıllık sürenin geçmesi halinde, zina vakası altı aylık süre içerisinde öğrenilse bile dava açılamaz.

Bu dual süre sistemi, hem aldatılan eşin hakkını korumayı hem de evlilik birliğinin huzurunu sağlamayı amaçlamaktadır. Altı aylık süre aldatılan eşin tepki verme süresini, beş yıllık süre ise evlilik birliğinin istikrarını koruma amacı gütmektedir.

Zinanın İspatı ve Delil Sistemi

Zina sebebiyle boşanma davalarında en kritik husus, zinanın hukuki olarak ispatlanmasıdır. Zina fiilinin doğası gereği gizli yürütülmesi nedeniyle, mahkemelerin bu konudaki yaklaşımı özel bir delil değerlendirmesi gerektirmektedir. Türk hukuk sisteminde zina ispatı konusunda Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatları ve kabul ettiği delil türleri, bu davalarda belirleyici rol oynamaktadır.

Yargıtay Kararlarına Göre Delil Türleri

Yargıtay kararları doğrultusunda zina davalarında kabul edilen delil türleri oldukça çeşitlidir. Telefon kayıtları, mesajlaşmalar ve e-posta yazışmaları bu davalarda sıklıkla başvurulan delil türleri arasında yer almaktadır. Özellikle intimlikle yazışmalar ve cinsel birleşmeye delalet eden mesajlar, güçlü delil değeri taşımaktadır.

Otel kayıtları ve kamera görüntüleri zinanın ispatında objektif delil niteliği taşıyan unsurlar arasındadır. Aynı şekilde sosyal medya paylaşımları, fotoğraflar ve video kayıtları da mahkeme tarafından değerlendirilen deliller arasında bulunmaktadır. Bu tür dijital delillerin elde edilmesi sürecinde hukuka uygunluk ilkesinin gözetilmesi büyük önem taşımaktadır.

Tanık beyanları zina davalarında geleneksel delil türlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Ancak tanık beyanının güvenilir ve tutarlı olması, mahkemenin kanaatini oluşturmada etkili olmaktadır. Özellikle olayı doğrudan gören veya zina fiilinin sonuçlarını müşahede eden tanıkların beyanları daha ağırlıklı değerlendirilmektedir.

Güçlü Karineler

Yargıtay içtihatlarında güçlü karine oluşturan durumlar, zinanın varlığına ilişkin güçlü bir emarenin bulunması halini ifade etmektedir. Y2HD 2015/20095 sayılı kararda belirtildiği üzere, kadının evde yalnızken geceleyin başka bir erkeği ortak konuta alması ve aynı gece bu kişiyle yakalanması, zinanın varlığına güçlü delalet eden bir durum olarak kabul edilmektedir.

Aynı otel odasında konaklaması durumu da Yargıtay tarafından güçlü karine olarak değerlendirilmektedir. Zorunlu haller dışında karşı cinsten biriyle aynı otel odasında geceleme, zinanın varlığını gösteren güçlü bir emaredır. Y2HD 2015/6508 sayılı kararda da vurgulandığı gibi, evli erkeğin başka bir kadınla aynı evde birlikte yaşaması, zinaya muhakkak nazarıyla bakılmasını gerektiren bir durum olarak kabul edilmektedir.

Evlilik dışı çocuk sahibi olma zinanın kesin ispatını oluşturan delillerden biridir. DNA testi sonuçları ile desteklenen bu durum, mahkeme nezdinde tartışmasız delil değeri taşımaktadır. Aynı şekilde düzenli şekilde başka bir kişiyle yaşama, ortak sosyal aktivitelerde bulunma ve bu kişiyi eş olarak tanıtma gibi davranışlar da güçlü karine oluşturmaktadır.

İspat Yöntemi

Zina davalarında ispat yöntemi vicdani kanaat sistemi üzerine kuruludur. Yargıtay, bu konuda kesin delil aranmayacağını, vicdani kanaat oluşturacak emarelerin yeterli olduğunu kabul etmektedir. Bu yaklaşım, zinanın gizli karakteri nedeniyle pratik bir zorunluluktur.

Bilirkişi incelemesi özellikle teknolojik delillerin değerlendirilmesinde önem kazanmaktadır. Telefon kayıtlarının, mesajların ve dijital verilerin adli tıp uzmanları tarafından incelenmesi, delillerin güvenilirliğini artırmaktadır. Y2HD 2022/4324 E, 2022/5824 K sayılı kararda da belirtildiği gibi, aldatma iddiasında telefon kayıtlarının bilirkişi marifetiyle incelenmesi ve sık görüşülen numaraların araştırılması gerekmektedir.

Delillerin birlikte değerlendirilmesi ilkesi zina davalarında büyük önem taşımaktadır. Tek başına zina ispatlamayan deliller, bir arada değerlendirildiğinde güçlü bir ispat oluşturabilmektedir. Mahkeme, tüm delilleri bir bütün halinde inceleyerek zinanın varlığı konusunda karar vermektedir.

Karşılıklı kusur durumlarında ise Yargıtay'ın yaklaşımı dikkat çekicidir. Y2HD 2017/4021 sayılı kararda belirtildiği üzere, kadının zina eylemine karşılık erkeğin sürekli şiddet uygulaması durumunda taraflar eşit kusurlu kabul edilebilmektedir. Ancak HGK 2018/112 sayılı kararda da vurgulandığı gibi, aldatılan eşin aldatma olgusuna tepki olarak hakaret içeren sözler söylemesi kusur olarak değerlendirilmemektedir.

Zina davalarında delil toplama sürecinde hukuka uygunluk ilkesi gözetilmesi kritik önemdedir. Sistematik dinleme, izleme veya özel hayatın gizliliğini ihlal eden yöntemlerle elde edilen deliller mahkeme tarafından değerlendirilemez. Delillerin meşru yollarla elde edilmesi, hem davanın kazanılması hem de hukuki sorumlulukların doğmaması açısından zorunludur.

Maddi ve Manevi Tazminat Hakları

Zina sebebiyle boşanma davalarında aldatılan eş, yaşadığı maddi ve manevi zararlar nedeniyle tazminat talep etme hakkına sahiptir. Türk Medeni Kanunu'nun düzenlemeleri ve Yargıtay uygulaması çerçevesinde bu tazminat hakları, aldatan eşin ağır kusurlu sayılması nedeniyle güçlü bir hukuki zemine dayanmaktadır.

Tazminat Türleri

Zina nedeniyle boşanan eşlerin tazminat talep etme hakları iki ana kategoride değerlendirilmektedir. Maddi tazminat, aldatılan eşin boşanma sürecinde ve sonrasında yaşadığı ekonomik kayıpları karşılamaya yöneliktir. Bu kapsamda avukatlık ücreti, mahkeme harçları, bilirkişi giderleri gibi dava masrafları ile boşanma nedeniyle işten ayrılma zorunluluğu, taşınma giderleri ve yaşam standardındaki düşüş gibi dolaylı ekonomik kayıplar değerlendirilmektedir.

Manevi tazminat ise TMK m.174 hükmü uyarınca aldatılan eşin yaşadığı psikolojik travma, onur zedelenmesi, itibar kaybı ve toplumsal saygınlığın sarsılması gibi maddi olmayan zararları kapsamaktadır. Yargıtay kararlarına göre zina fiili, evlilik birliğinin en temel unsuru olan sadakat yükümlülüğünün ağır ihlali niteliğinde olup, aldatılan eş açısından derin ruhsal yaralar açmaktadır.

Mahkemeler manevi tazminat miktarını belirlerken aldatılan eşin yaşadığı travmanın şiddeti, toplumsal statüsü, zinanın süreklilik arzedip arzetmediği, kamuoyuna yansıma derecesi ve aldatan eşin mali durumu gibi faktörleri objektif olarak değerlendirmektedir. Bu değerlendirme sonucunda verilen tazminat kararları, hem mağdurun zararının giderilmesini hem de benzer fiillerin tekrarının önlenmesini amaçlamaktadır.

Üçüncü Kişiye Karşı Talepler

Zina davalarında dikkat çeken önemli bir husus, aldatılan eşin üçüncü kişiye yönelik tazminat talebinin sınırlı olmasıdır. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, zina yapan eşin birlikte olduğu üçüncü kişiye karşı manevi tazminat davası açılamamaktadır. Bu karar, evlilik birliğinin korunmasına yönelik temel sorumlulukların öncelikle eşler arasında bulunduğu ve üçüncü kişilerin bu sorumluluğa dahil edilmemesi gerektiği anlayışına dayanmaktadır.

Ancak üçüncü kişinin evlilik birliğinin varlığını bilerek hareket etmesi ve bu durumu kötüye kullanması halinde, özel hukuk hükümlerine göre sınırlı tazminat talepleri gündeme gelebilmektedir. Bu durum özellikle üçüncü kişinin evlilik birliğini bilerek ve isteyerek bozucu faaliyetlerde bulunması halinde söz konusu olmaktadır.

Tazminat Belirleme Kriterleri

Mahkemelerin tazminat miktarını belirlerken uyguladığı kriterler oldukça kapsamlıdır. Y2HD 2022/4324 E, 2022/5824 K sayılı kararda belirtildiği üzere, aldatma iddialarında delillerin bilirkişi marifetiyle incelenmesi ve objektif değerlendirme yapılması gerekmektedir. Bu süreçte telefon kayıtları, mesajlaşmalar ve diğer elektronik delillerin teknik incelemeye tabi tutulması, tazminat miktarının belirlenmesinde etkili olmaktadır.

Tazminat belirleme sürecinde eşlerin ekonomik durumu temel kriter olarak değerlendirilmektedir. Aldatan eşin mali gücü, mesleki durumu ve gelir seviyesi tazminat miktarının üst sınırını belirlerken, aldatılan eşin yaşadığı mağduriyet derecesi alt sınırı oluşturmaktadır. Mahkeme ayrıca zinanın kamuoyuna yansıma derecesini, süreklilik arzedip arzetmediğini ve aldatılan eşin toplumsal konumunu da dikkate almaktadır.

Psikolojik travmanın şiddeti tazminat miktarının belirlenmesinde kritik rol oynamaktadır. Uzman hekim raporları, psikolojik tedavi süreçleri ve yaşanan travmanın günlük hayatı etkileme derecesi bu kapsamda değerlendirilen unsurlardır. Özellikle çocuklu ailelerde zinanın çocuklar üzerindeki olumsuz etkisi ve aile içi dinamiklerin bozulması da tazminat artırıcı faktör olarak kabul edilmektedir.

Yargıtay uygulamasında evlilik süresinin uzunluğu ve eşler arasındaki yaş farkı da göz önünde bulundurulmaktadır. Uzun süreli evliliklerde gerçekleşen zina fiilleri, aldatılan eşin yaşamını yeniden düzenleme zorluğu nedeniyle daha yüksek tazminat gerekçesi olarak değerlendirilmektedir. Aynı şekilde genç yaştaki eşlerin adaptasyon kabiliyetinin daha yüksek olması, tazminat miktarının belirlenmesinde dikkate alınan faktörlerdendir.

Velayet, Nafaka ve Mal Paylaşımı Sonuçları

Zina sebebiyle boşanma davalarında mahkeme kararı sadece evlilik birliğinin sona ermesiyle sınırlı kalmamakta, aynı zamanda eşlerin ve varsa çocukların geleceğini doğrudan etkileyen önemli hukuki sonuçlar doğurmaktadır. Aldatan eşin ağır kusurlu sayılması, velayet, nafaka ve mal paylaşımı konularında dezavantajlı duruma düşmesine neden olmaktadır.

Velayet Belirlenmesi

Zina nedeniyle boşanma davalarında velayet konusunda çocuğun üstün yararı ilkesi esas alınmaktadır. Mahkeme velayet kararını verirken, ebeveynlerin kişilik özelliklerini, ekonomik durumlarını, çocukla olan ilişkilerini ve çocuğun sağlıklı gelişimi için gerekli koşulları sağlayabilme kapasitelerini değerlendirmektedir.

Zina yapan eşin bu durumu, velayet belirlenmesinde olumsuz bir faktör olarak değerlendirilse de, mutlak bir velayet kaybı anlamına gelmemektedir. Mahkeme, zina yapan ebeveynin çocuğa karşı gösterdiği ilgiyi, sevgiyi ve ebeveynlik sorumluluklarını ne ölçüde yerine getirdiğini ayrıntılı olarak incelemektedir. Özellikle çocuğun yaşı, cinsiyeti, eğitim ihtiyaçları ve duygusal bağları göz önünde bulundurularak karar verilmektedir.

Uygulamada, zina yapan eşin çocukla olan ilişkisinin sağlıklı olması ve çocuğun bu durumdan olumsuz etkilenmemesi halinde, velayet hakkını tamamen kaybetmeyebileceği görülmektedir. Ancak mahkemeler, ahlaki değerleri ve toplumsal normları da dikkate alarak, çocuğun kişilik gelişimi üzerindeki muhtemel etkileri değerlendirmektedir.

Nafaka Hakları

TMK m.175 uyarınca, boşanmada ağır kusuru bulunan eş yoksulluk nafakası talep edememektedir. Zina yapan eş bu kapsamda ağır kusurlu sayıldığından, boşanma sonrasında karşı eşten nafaka talep etme hakkını kaybetmektedir. Bu düzenleme, evlilik birliğinin temel unsuru olan sadakat yükümlülüğünü ağır şekilde ihlal eden eşin, bu davranışının hukuki sonuçlarını üstlenmesi prensibi üzerine kurulmuştur.

Aldatılan eş ise ekonomik durumunun gerektirmesi halinde, zina yapan eşten yoksulluk nafakası talep edebilmektedir. Mahkeme nafaka miktarını belirlerken, tarafların ekonomik durumlarını, yaşam standartlarını, mesleki kapasitelerini ve gelecekteki kazanç potansiyellerini değerlendirmektedir. Nafaka belirlenmesinde, aldatılan eşin boşanma sonrasında yaşam standardını koruyabilmesi ve ekonomik bağımsızlığını kazanabilmesi için gerekli süre göz önünde bulundurulmaktadır.

Çocuk nafakası konusunda ise durum farklıdır. Zina yapan eş, çocuğuna karşı olan bakım ve nafaka yükümlülüğünü yerine getirmek zorundadır. Bu yükümlülük, ebeveynlik sorumluluğundan kaynaklanmakta olup, boşanma sebebinden bağımsız olarak devam etmektedir.

Mal Paylaşımında Etkiler

Zina nedeniyle boşanma davalarında mal paylaşımı konusunda TMK m.236 hükmü büyük önem taşımaktadır. Bu madde uyarınca, mahkeme ağır kusurlu sayılan eşin katılma alacağını hakkaniyete uygun şekilde azaltabilir veya tamamen kaldırabilir. Bu düzenleme özellikle edinilmiş mallara katılma rejiminde uygulama alanı bulmaktadır.

TMK m.236/2 uyarınca, kusurlu eşin katılma alacağının azaltılması veya kaldırılması kararı verilirken, mahkeme hakkaniyet ilkesini göz önünde bulundurarak değerlendirme yapmaktadır. Bu değerlendirmede, evlilik süresince tarafların mal varlığına katkıları, ortak yaşam standardı, çocukların durumu ve boşanma sonrası eşlerin ekonomik durumları dikkate alınmaktadır.

Uygulamada mahkemeler, zina yapan eşin ortak mal varlığını kötüye kullandığının tespit edilmesi halinde, katılma alacağını tamamen kaldırma yoluna gidebilmektedir. Özellikle zina ilişkisi süresince ortak mal varlığından yapılan harcamaların, aile bütçesine zarar verdiğinin belirlenmesi durumunda bu yaptırım uygulanmaktadır.

Mal paylaşımında bir diğer önemli husus, artık değerin hesaplanmasıdır. Zina yapan eşin katılma alacağının azaltılması veya kaldırılması, sadece artık değer üzerinden yapılan hesaplamaları etkilemekte, eşlerin kişisel mal varlıkları bu kapsamda değerlendirilmemektedir.

Zina sebebiyle boşanma davalarının velayet, nafaka ve mal paylaşımı açısından doğurduğu sonuçlar, aldatan eşin ciddi hukuki ve ekonomik yaptırımlarla karşılaşmasına neden olmaktadır. Bu yaptırımlar, evlilik birliğinin temel değerlerinin korunması ve aldatılan eşin mağduriyetinin giderilmesi amacını taşımaktadır. Mahkemeler her somut olayın özelliklerini dikkate alarak, hem hukuki ilkeler hem de toplumsal değerler çerçevesinde adil kararlar vermeye çalışmaktadır.

Dava Süreci ve Yargıtay Uygulaması

Görevli ve Yetkili Mahkeme

Zina sebebiyle boşanma davalarında görevli mahkeme Aile Mahkemesi'dir. Aile Mahkemesi bulunmayan yerlerde bu görev Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından aile mahkemesi sıfatıyla yerine getirilir. Aile mahkemelerinin bu davaları görmekle görevli olması, konunun hassasiyeti ve aile yapısının korunması amacıyla özel bir düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır.

TMK m.168 uyarınca yetkili mahkeme belirlenmesinde eşlere seçenek sunulmuştur. Zina sebebiyle boşanma davası, eşlerden birinin yerleşim yeri mahkemesinde veya eşlerin son defa altı aydan uzun süre birlikte oturdukları yer mahkemesinde açılabilir. Bu düzenleme, davacı eşin mağduriyetini önlemek ve dava açma imkanını kolaylaştırmak amacıyla getirilmiştir.

Yetkili mahkeme seçiminde dikkat edilmesi gereken husus, davanın açılması sırasında geçerli olan yerleşim yeri veya birlikte oturulan yer esas alınmasıdır. Daha sonraki değişiklikler mahkeme yetkisini etkilemez. Ayrıca TMK m.184/6 gereğince mahkeme, tarafların kişilik haklarının korunması için kendiliğinden veya talep üzerine duruşmaların gizli yapılmasına karar verebilir.

Dava Açma Usulü

Zina sebebiyle boşanma davası açılırken öncelikle 6 aylık hak düşürücü süreye dikkat edilmelidir. Bu süre zinayı öğrenmekle başlar ve herhangi bir sebeple durmaz veya kesilmez. Dava dilekçesinde zinanın somut olayları, delilleri ve ispatına yönelik bilgiler detaylı şekilde yer almalıdır.

Dava "terditli" olarak açılabilir. Bu durumda davacı öncelikle zina sebebine dayanır, mahkemece bu sebebin kabul edilmemesi halinde ikinci olarak evlilik birliğinin temelden sarsılması genel sebebine dayanıldığını beyan eder. Bu yaklaşım, davanın reddedilme riskini azaltmak açısından önemlidir.

Dava dilekçesinde manevi tazminat, maddi tazminat, velayet, nafaka ve mal paylaşımına ilişkin talepler de yer almalıdır. Delillerin hukuka uygun şekilde elde edilmiş olması kritik öneme sahiptir. Sistematik dinleme, izleme veya özel hayatın gizliliğini ihlal edecek şekilde elde edilen deliller mahkemece dikkate alınmayabilir.

Önemli Yargıtay Kararları

Yargıtay uygulaması zina davalarının yürütülmesinde belirleyici rol oynamaktadır. Y2HD 2016/15885 sayılı kararına göre, mahkemenin hem zina hem de evlilik birliğinin sarsılması sebepleri hakkında ayrı ayrı karar vermesi gerekmektedir. Sadece genel sebebe dayalı boşanma kararı verilip özel sebep hakkında karar verilmemesi usul ve yasaya aykırıdır.

Y2HD 2019/6633 E, 2020/443 K sayılı kararda belirtildiği üzere, zina mutlak boşanma sebebi olduğundan ispatlanması halinde sadece TMK m.161 uyarınca boşanma kararı verilmeli, ayrıca TMK m.166/1 uyarınca da karar verilmemelidir. Bu yaklaşım, zinanın özel niteliğini ve mutlak sonuç doğurduğunu göstermektedir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 2016/8902 sayılı kararında, karşılıklı boşanma davalarının birleştirilmesi durumunda bile her davanın bağımsız niteliğini koruduğu ve her biri hakkında ayrı hüküm kurulması zorunluluğu vurgulanmıştır. Zina sebebine dayalı dava hakkında hiçbir karar verilmemesi usul ve yasaya aykırılık oluşturmaktadır.

Affetme konusunda Yargıtay 2016/3858 sayılı kararında önemli bir ilke benimsenmiştir. Mahkemenin hem tarafların birbirlerini affettiğini belirtip zina davasını reddetmesi, hem de aynı davranışlarda eşit kusurlu olduklarını belirterek evlilik birliğinin sarsılması sebebiyle boşanmaya karar vermesi çelişki oluşturmaktadır.

Delil değerlendirmesinde Yargıtay 2022/4324 E, 2022/5824 K sayılı kararı önem taşımaktadır. Bu kararda aldatma iddiasına dayalı davalarda telefon kayıtlarının bilirkişi marifetiyle incelenmesi, sık görüşülen numaraların araştırılması ve diğer delillerle birlikte değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

Zina sebebiyle boşanma davaları, Türk aile hukuku sisteminin en hassas konularından birini oluşturmaktadır. Bu davaların başarılı bir şekilde sonuçlandırılması, hukuki şartların eksiksiz yerine getirilmesi, delillerin hukuka uygun şekilde toplanması ve Yargıtay içtihatlarının dikkate alınmasıyla mümkündür. Mahkeme süreci boyunca tarafların kişilik haklarının korunması, gizlilik ilkesinin gözetilmesi ve çocukların üstün yararının dikkate alınması da unutulmaması gereken önemli hususlardır. Zinanın mutlak boşanma sebebi olması, aldatan eşin ağır kusurlu sayılarak çeşitli hukuki yaptırımlarla karşılaşması, bu tür davaların ciddi sonuçları olduğunu göstermektedir.

Yazar Görseli
Müellif

Av. Ali Haydar GÜLEÇ

Güleç Hukuk Bürosu'nda 9 yıldır yöneticilik ve avukatlık yapmaktadır.