
Ziynet Eşyası İade Davası
Boşanma sürecinde düğün takılarının akıbeti ne olacak? Yargıtay'ın ziynet eşyaları konusundaki son kararları neleri değiştirdi? Bu makalede, ziynet eşyası iade davasının tüm detaylarını, güncel Yargıtay içtihatları ve kanun maddeleri ışığında bulabilir, haklarınızı ve dava sürecini daha iyi anlayabilirsiniz.
Ziynet Eşyalarının Hukuki Niteliği ve Mülkiyetine İlişkin Yargıtay Yaklaşımları
Boşanma süreçleri, taraflar için duygusal olduğu kadar hukuki açıdan da karmaşık pek çok sorunu beraberinde getirir. Bu sorunların başında ise evlilik birliği içerisinde edinilen veya düğün merasimi sırasında takılan ziynet eşyalarının akıbeti gelmektedir. Türk toplumunda önemli bir gelenek olan düğün takıları, çoğu zaman ciddi hukuki uyuşmazlıklara neden olmakta ve taraflar arasında "düğün takıları kimin hakkı?" sorusunu gündeme getirmektedir. Ziynet eşyalarının hukuki niteliği ve kimin mülkiyetinde sayılacağı konusu, Yargıtay içtihatları ile şekillenmiş olup, bu içtihatlarda zaman zaman önemli değişiklikler yaşanabilmektedir. Bu bölümde, ziynet eşyasının tanımından başlayarak Yargıtay'ın bu konudaki geleneksel yaklaşımını ve yakın zamanda yaşanan içtihat değişikliğini, ilgili kanun maddeleri ve Yargıtay kararları ışığında inceleyeceğiz.
Ziynet Eşyasının Tanımı ve Geleneksel Yaklaşım
Hukuki anlamda ziynet eşyası, genellikle altın, gümüş gibi kıymetli madenlerden imal edilmiş, insanlar tarafından süs ve takı amacıyla kullanılan eşyaları ifade eder. Bilezik, kolye, küpe, yüzük, altın zincir gibi takıların yanı sıra, çeyrek altın, yarım altın, tam altın gibi yatırım amaçlı da kullanılabilen altınlar da Yargıtay kararlarında ziynet eşyası kapsamında değerlendirilmektedir.
Uzun yıllar boyunca Yargıtay'ın yerleşik içtihadı, düğünde kim tarafından ve hangi eşe takılırsa takılsın, ziynet eşyalarının ve paraların, aksine bir anlaşma veya o yörede geçerli farklı bir örf ve adet kuralı ispatlanmadıkça kadına bağışlanmış sayılacağı ve dolayısıyla kadının kişisel malı kabul edileceği yönündeydi. Bu yaklaşım, hayatın olağan akışına ve toplumsal kabullere dayandırılmaktaydı. Erkeğe takılan ziynetlerin dahi, eğer kadına özgü nitelikteyse (örneğin bilezik) yine kadına ait olduğu kabul edilirdi.
Bu geleneksel yaklaşımı yansıtan önemli kararlardan biri Yargıtay 3. Hukuk Dairesi'nin 20.12.2017 tarihli, 2017/16859 E., 2017/17965 K. sayılı kararıdır. Bu kararda, kural olarak düğün sırasında takılan ziynet eşyalarının kadına bağışlanmış sayıldığı ve onun kişisel malı olduğu açıkça belirtilmiştir. Kocanın, bu eşyaların iade edilmemek üzere kendisine verildiğini, kadının isteği ve onayı ile bozdurulup müşterek ihtiyaçlar için harcandığını ispatlaması halinde iade yükümlülüğünden kurtulabileceği ifade edilmiştir. Bu durum, ispat yükünün ağırlıklı olarak erkekte olduğunu göstermekteydi.
Benzer şekilde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun (YHGK) 04.03.2020 tarihli, 2017/1040 E., 2020/240 K. sayılı kararı da bu genel prensibi destekler niteliktedir. Kararda, kadına özgü ziynet eşyasının (bilezik, küpe, kolye gibi) kural olarak kadına ait olduğu, ancak taraflar arasında aksine bir anlaşma veya o yöreye özgü farklı bir örf ve adet varsa bu durumun değişebileceği vurgulanmıştır. Bu karar, genel kuralın mutlak olmadığını, istisnai durumların varlığı halinde farklı bir sonuca ulaşılabileceğine işaret etmesi bakımından önemlidir. Ancak, bu istisnaların (anlaşma veya yerel örf ve adet) davada somut ve güçlü delillerle ispatlanması gerekmekteydi ki bu da uygulamada çoğu zaman zorluklar yaratıyordu.
Bu geleneksel yaklaşımda, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) Madde 222'de yer alan "Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür." hükmü genel bir ilke olarak geçerliliğini korumakla birlikte, Yargıtay'ın oluşturduğu "kadına bağışlanmış sayılma" karinesi, davacı kadının işini bir ölçüde kolaylaştırmaktaydı. Kadın, ziynetlerin varlığını ve düğünde takıldığını ispatladığında, bunların kendisine ait olduğu varsayılıyor, erkek ise aksini ispatla yükümlü oluyordu.
Yargıtay İçtihatlarında Dönüşüm: Yeni İlke Kararı
Ziynet eşyalarının mülkiyeti konusundaki yerleşik Yargıtay içtihadı, yakın zamanda önemli bir değişikliğe uğramıştır. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 04.04.2024 tarihli, 2023/5704 E., 2024/2402 K. sayılı ilke kararı, önceki "düğünde takılan her şey kadına aittir" şeklindeki genel kabulden ayrılarak yeni esaslar belirlemiştir. Bu karar, ziynet davalarında dengeleri değiştirecek ve bundan sonraki yargılamalara ışık tutacak niteliktedir.
Yeni ilke kararına göre, ziynet eşyalarının kime ait olacağı belirlenirken öncelikle şu sıra izlenecektir:
- Taraflar Arasında Anlaşma Varlığı: Eşler, düğün takılarının mülkiyeti konusunda kendi aralarında bir anlaşma yapmışlarsa, bu anlaşma esas alınacaktır.
- Yerel Örf ve Adet Varlığı: Taraflar arasında bir anlaşma bulunmuyorsa ve uyuşmazlık konusu bölgede ziynetlerin aidiyetine ilişkin yerleşik bir örf ve adet kuralı varsa ve bu durum davada iddia ve ispat edilirse, bu kurala göre karar verilecektir.
- Genel Kural (Anlaşma veya Yerel Örf ve Adet Yoksa): Yukarıdaki iki durumun da söz konusu olmaması halinde, Yargıtay yeni bir genel kural benimsemiştir. Buna göre:
- Evlilik sırasında kadına takılan/verilen ve ekonomik değer taşıyan her şey kadına ait olacaktır.
- Evlilik sırasında erkeğe takılan/verilen ve ekonomik değer taşıyan her şey erkeğe ait olacaktır.
- Cinsiyete Özgü Takılar: Bir eşe takılan ziynet eşyası, niteliği itibarıyla açıkça karşı cinse özgü ise (örneğin, kadına takılan bir erkek saati veya erkeğe takılan bir gerdanlık gibi), bu eşya o cinse ait sayılacaktır. Bu konuda bir anlaşmazlık olması durumunda, eşyanın hangi cinse özgü olduğu bilirkişi marifetiyle tespit edilecektir. Eğer bir ziynet eşyasının her iki cins tarafından da kullanılabileceği (örneğin, bazı yüzük modelleri veya zincirler) belirlenirse, bu durumda eşya kime takılmışsa ona ait olacaktır.
- Takı Sandığı/Kutusu/Kesesi: Düğün sırasında belirli bir eşe özgülenmeksizin ortak bir sandığa, kutuya veya keseye konulan ziynetler veya paralar söz konusu olduğunda; eğer bu eşyalar nitelik itibarıyla kadına veya erkeğe özgü ise o cinse ait sayılacak, her iki cinse de özgü ise veya cinsiyet ayrımı yapılamıyorsa ortak kabul edilecektir.
Bu yeni ilke kararı, özellikle erkeğe takılan ve erkeğe özgü olmayan (örneğin çeyrek altın, cumhuriyet altını gibi) ziynetlerin artık doğrudan erkeğe ait kabul edilebileceği anlamına gelmektedir. Bu durum, önceki içtihatta erkeğe takılanların dahi çoğunlukla kadına ait sayıldığı kuraldan önemli bir sapmadır. Yargıtay'ın bu değişiklikle, mülkiyet hakkının daha net bir şekilde belirlenmesini, cinsiyetten bağımsız ve daha somut kriterlere dayalı bir çözüm üretmeyi amaçladığı söylenebilir.
Bu yeni yaklaşım, TMK Madde 222'deki genel ispat yükü kuralıyla daha doğrudan bir ilişki kurmaktadır. Artık her eş, kendisine takılan ve ekonomik değeri olan eşyanın kendisine ait olduğunu iddia ettiğinde, bu iddiasını düğün videoları, fotoğraflar, tanık beyanları gibi delillerle desteklemek durumundadır. "Kadına bağışlanmış sayılma" karinesinin kapsamı daralmış, ispat yükünün dağılımında önemli bir değişiklik meydana gelmiştir. Bu durum, özellikle dava dilekçelerinin hazırlanması, delillerin toplanması ve sunulması aşamalarında tarafların ve avukatlarının daha titiz davranmasını gerektirecektir. Yerel örf ve adetlerin ispatı, bu yeni dönemde daha da önem kazanacak ve bu konuda yapılacak araştırmalar ve sunulacak deliller, davaların seyrini doğrudan etkileyebilecektir.
Ziynet Eşyası İade Davalarında İspat Yükü ve Deliller
Ziynet eşyası iade davaları, boşanma süreçlerinin hassas ve çekişmeli konularından biridir. Bu davalarda, düğünde takılan altınların ve diğer değerli takıların kimin mülkiyetinde olduğu ve kim tarafından ne şekilde kullanılacağı soruları gündeme gelir. Davanın başarıya ulaşması, büyük ölçüde iddiaların hukuka uygun delillerle ispatlanabilmesine bağlıdır. Bu bölümde, ziynet eşyası iade davalarında ispat yükünün kimde olduğu, hangi delillerin kullanılabileceği ve özellikle yerel örf ve adetlerin ispatının nasıl yapılacağı hususları, ilgili kanun maddeleri ve Yargıtay içtihatları ışığında incelenecektir.
Genel İspat Kuralları ve Tarafların Yükümlülükleri
Hukuk davalarında temel prensip, "iddia edenin iddiasını ispatla mükellef olması"dır. Ziynet eşyası iade davalarının temelini de, iddiaların hukuken kabul edilebilir şekilde kanıtlanması oluşturur. Türk hukuk sisteminde ispat yükü, belirli kurallara bağlanmış olup, bu kurallar ziynet davalarının seyrini doğrudan etkilemektedir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) Madde 190/1 uyarınca, "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir." Bu genel kural, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) Madde 6’da yer alan, "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür." hükmü ile de paralellik arz eder. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 10.11.2020 tarihli, 2017/3-1509 E., 2020/863 K. sayılı kararı da bu temel ispat yükü prensiplerine vurgu yapmaktadır.
Ziynet eşyası iade davalarında genellikle davacı konumunda olan kadın, öncelikle dava konusu ziynet eşyalarının varlığını, cinsini, sayısını, niteliğini ve miktarını ispatlamakla yükümlüdür. Ayrıca, bu ziynetlerin kendisinin rızası dışında elinden alındığını, evde bırakmak zorunda kaldığını veya iade edilmediğini de kanıtlaması beklenir. Davalı eş ise, bu ziynetlerin kadına iade edildiğini, kadının kendi rızasıyla ve iade almamak üzere verdiğini, ortak ihtiyaçlar için harcandığını veya kadının evden ayrılırken ziynetleri beraberinde götürdüğünü ispatlamak suretiyle sorumluluktan kurtulabilir.
Yargıtay'ın yerleşik içtihatlarında, hayatın olağan akışına göre ziynet eşyalarının kadının üzerinde veya onun tasarrufunda olduğu kabul edilir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi'nin 04.07.2019 tarihli, 2019/1799 E., 2019/5672 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, kural olarak ziynet eşyalarının kadının himayesinde olduğu bir karine olarak kabul edilir. Bu durumda, kadın eşin ziynetlerin varlığını ispatlaması genellikle yeterli görülmekte, erkeğin ise bu ziynetlerin kendisinde olmadığını veya iade edilmemek üzere verildiğini ispatlaması gerekmektedir. Ancak, kadının evden ayrılırken ziynetleri yanında götürme imkanının olduğu veya ziynetlerin kendi kusuruyla kaybolduğu gibi durumlarda, kadının ziynetlerin elinden zorla alındığını veya evde bırakmak zorunda kaldığını daha güçlü delillerle ispat etmesi gerekebilir. İspat yükünün hangi tarafta olduğu, somut olayın özelliklerine göre değişkenlik gösterebilir.
Kullanılabilecek Deliller ve Yerel Örf ve Adetin İspatı
Ziynet eşyalarının varlığını, niteliğini, miktarını ve kimde kaldığını ispatlamak, davanın sonucunu belirleyen en önemli aşamalardan biridir. Taraflar, iddialarını desteklemek amacıyla çeşitli delillere başvurabilirler. Bu delillerin başında, özellikle düğün merasimine ilişkin kayıtlar gelmektedir.
- Düğün Videoları ve Fotoğrafları: Düğünde kimlere, ne tür ve ne miktarda takı takıldığını göstermesi açısından en kuvvetli delillerdendir. Bu kayıtlarda yer alan görüntüler, bilirkişi marifetiyle incelenerek ziynetlerin tespiti yapılabilir.
- Tanık Beyanları: Düğüne katılan, takı merasimine şahit olan veya eşlerin ziynetlerle ilgili konuşmalarına, harcamalarına tanık olan kişilerin beyanları önemli bir delil niteliğindedir. Ancak tanık beyanlarının görgüye dayalı olması ve birbiriyle çelişmemesi, inandırıcılığı açısından kritiktir. Duyuma dayalı tanık beyanlarının ispat gücü daha zayıftır.
- Bilirkişi İncelemesi: Özellikle fotoğraflar ve videolardan ziynetlerin türü, ayarı, gramı ve değeri konusunda net bir tespit yapılamıyorsa veya bu konuda uyuşmazlık varsa, mahkeme kuyumcu bilirkişiden rapor alarak ziynetlerin niteliklerini ve değerini belirleyebilir.
- Fatura ve Kuyumcu Kayıtları: Ziynet eşyalarının alımına dair faturalar veya kuyumcu kayıtları (eğer mevcutsa) önemli birer delildir.
- Banka Kayıtları: Ziynetlerin bozdurularak banka hesabına yatırılması gibi durumlarda banka kayıtları delil olarak kullanılabilir.
- Mesajlaşmalar, E-postalar: Taraflar arasında ziynetlerle ilgili yapılan yazışmalar da delil niteliği taşıyabilir.
- Kadının Ziynetleri Yanında Götürmediğine Dair Deliller: Kadının evden ayrılış şekli (örneğin, sığınma evine gitmesi, ani bir şekilde ayrılması), yanında çok az eşya götürdüğüne dair tanık beyanları veya tutanaklar, ziynetleri alamadığına karine oluşturabilir.
Yerel Örf ve Adetin İspatı: Yargıtay'ın uzun yıllar süren yerleşik içtihadına göre, düğünde takılan ziynetler kime takılırsa takılsın kadına bağışlanmış sayılır ve onun kişisel malı kabul edilirdi. Ancak, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 04.04.2024 tarihli, 2023/5704 E., 2024/2402 K. sayılı yeni ilke kararı ile bu yaklaşımda önemli bir değişiklik olmuştur. Yeni karara göre, öncelikle taraflar arasında ziynetlerin paylaşımına dair bir anlaşma olup olmadığına bakılacak, anlaşma yoksa ve ispatlanırsa yerel örf ve adete göre hareket edilecektir. Eğer bir anlaşma veya ispatlanmış bir yerel örf ve adet de yoksa, erkeğe ve kadına takılan/verilen ve ekonomik değer taşıyan her şey kural olarak kendilerine ait olacaktır.
Bu yeni ilke kararı, yerel örf ve adetin varlığının ve ispatının önemini daha da artırmıştır. Bir taraf, kendi yörelerinde "erkeğe takılanın erkeğe, kadına takılanın kadına ait olduğu" şeklinde yerleşik bir örf ve adet bulunduğunu iddia ediyorsa, bu iddiasını güçlü ve inandırıcı delillerle ispatlamak zorundadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 13.04.2021 tarihli, 2017/1038 E., 2021/458 K. sayılı kararının karşı oy yazısında da belirtildiği gibi, yerel örf ve adetin sadece birkaç tanık beyanıyla ispatlanması Yargıtay tarafından her zaman yeterli görülmeyebilir. İddia edilen örf ve adetin o yörede yaygın, sürekli ve genel kabul görmüş bir uygulama olduğunun, mümkünse o yörede yaşayan bilirkişiler, muhtarlık kayıtları veya benzeri objektif delillerle desteklenmesi gerekebilir. Yargıtay, bu tür istisnai durumların ispatında katı bir tutum sergileyebilmektedir. Dolayısıyla, yerel örf ve adet iddiasında bulunan tarafın, bu iddiasını şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlaması, davanın sonucu açısından hayati önem taşımaktadır.
Dava Süreci, Talep Türleri, Islah ve Harçlar
Ziynet eşyası iade davası, boşanma süreçlerinin hassas ve hukuki açıdan dikkat gerektiren bir parçasıdır. Bu bölümde, dava sürecinin nasıl işlediği, hangi taleplerle mahkemeye başvurulabileceği, dava sırasında taleplerin değiştirilip artırılmasına olanak tanıyan ıslah müessesesinin sınırları ve davanın mali yükümlülükleri olan harçlar konusu detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Bu süreçlerin doğru anlaşılması, hak kayıplarının önlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır.
Dava Açma Şartları ve Yetkili Mahkeme
Ziynet eşyası iade davası, boşanma davası ile birlikte açılabileceği gibi, boşanma kararının kesinleşmesinden sonra ayrı bir dava olarak da ikame edilebilir. Davanın açılabilmesi için öncelikle, varlığı iddia edilen ziynet eşyalarının mevcut olması veya en azından düğünde takıldığının ispatlanabilir olması ve bu eşyaların davacı tarafa iade edilmemiş olması gerekmektedir.
Bu tür davalarda görevli mahkeme Aile Mahkemeleridir. Yetkili yer mahkemesinin belirlenmesinde ise, eşlerden birinin yerleşim yeri mahkemesi veya eşlerin son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesi yetkili olacaktır. Davanın doğru mahkemede açılması, usuli gecikmelerin ve hak kayıplarının önüne geçilmesi bakımından kritik bir adımdır.
Talep Çeşitleri ve Taleple Bağlılık İlkesi
Ziynet eşyası iade davalarında talepler, genellikle birkaç farklı şekilde ileri sürülebilir. Davacı, öncelikle ziynet eşyalarının aynen iadesini talep edebilir. Eğer ziynet eşyalarının aynen iadesi mümkün değilse, örneğin kaybolmuş, satılmış veya başka bir şekilde elden çıkarılmışsa, bu durumda ziynetlerin bedelinin (değerinin) ödenmesi talep edilebilir. Uygulamada en sık rastlanan ve tavsiye edilen talep şekli, kademeli (terditli) taleptir. Bu talep türünde, "ziynet eşyalarının öncelikle aynen iadesine, aynen iadenin mümkün olmaması halinde ise fiili ödeme günündeki değerinin davalıdan tahsiline" şeklinde bir istemde bulunulur. Davacı, dilerse sadece aynen iade veya sadece bedel iadesi de talep edebilir.
Bu noktada, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 26. maddesinde (eski 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 74. maddesi) düzenlenen taleple bağlılık ilkesi büyük önem taşır. Bu ilkeye göre, hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Ancak, duruma göre talep edilenden daha azına karar verebilir. Örneğin, davacı sadece ziynetlerin bedelini talep etmişse, mahkeme aynen iadeye karar veremez. Benzer şekilde, belirli bir miktar ve türde ziynet talep edilmişken, mahkeme talep edilmeyen farklı bir ziynete veya daha yüksek bir miktara hükmedemez. Yargıtay kararları da bu ilkenin titizlikle uygulanması gerektiğini vurgulamaktadır.
Islah Yoluyla Talep Artırımı ve Sınırları
Ziynet eşyası davaları, başlangıçta ziynetlerin tam sayısı, gramajı veya değeri net olarak bilinmediğinden, bazen belirsiz alacak davası veya kısmi dava olarak açılabilmektedir. Dava sürecinde, özellikle bilirkişi incelemesi sonucunda ziynetlerin nitelikleri ve değerleri netleştiğinde, davacı taraf talep sonucunu artırmak isteyebilir. Bu durumda ıslah müessesesi devreye girer. Islah, taraflardan birinin yapmış olduğu bir usul işlemini tamamen veya kısmen düzeltmesine olanak tanıyan bir yoldur.
Ancak, ıslah yoluyla talep artırımının da belirli sınırları bulunmaktadır. En önemli sınırlama, ıslahla yeni bir talep eklenememesidir. Yani, dava dilekçesinde hiç bahsedilmeyen, talep konusu yapılmamış bir ziynet eşyası veya para, sonradan ıslah dilekçesiyle davaya dahil edilemez. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 2015/20046 E., 2016/7837 K. sayılı kararı da bu hususu açıkça ortaya koymaktadır. Kararda, dava dilekçesinde sayılan ziynetlere ek olarak ıslahla yeni ziynetlerin talep edilemeyeceğine hükmedilmiştir. Eğer davacı, dava dilekçesinde belirtmediği başka ziynetleri de talep etmek istiyorsa, bu durumda ayrı bir dava açması ve daha sonra bu davanın mevcut dava ile birleştirilmesini talep etmesi daha doğru bir yol olacaktır. Islah, yalnızca mevcut talebin miktarının artırılması veya niteliğinin (örneğin, aynen iadeden bedele dönüştürülmesi gibi) değiştirilmesi için kullanılabilir.
Aynen İade Kararlarının İnfazı ve Harçlar
Mahkemenin ziynet eşyalarının aynen iadesine karar vermesi durumunda, kararın infazı aşamasında bazı hususlara dikkat edilmesi gerekir. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun (İİK) 24. maddesi uyarınca, aynen iadesine karar verilen ziynetlerin ağırlığı, cinsi, ayarı, adedi gibi niteliklerinin hüküm fıkrasında ayrıntılı bir şekilde belirtilmesi zorunludur. Bu detaylar, kararın icrası sırasında karışıklık yaşanmasını önler.
Eğer aynen iadesine karar verilen ziynetler, icra aşamasında davalıda bulunamazsa veya davalı tarafından teslim edilmezse, İİK Madde 24 hükümleri devreye girer. Bu durumda, ilamda ziynetlerin değeri belirtilmişse bu değer üzerinden, belirtilmemişse icra memuru tarafından haciz tarihindeki rayice göre belirlenecek değer üzerinden işlem yapılır ve alacak paraya dönüşür.
Ziynet eşyası iade talepleri, boşanma davasının eki (fer'i) niteliğinde olmayan, bağımsız taleplerdir. Bu nedenle, bu tür davalarda dava değeri üzerinden nispi harç ödenmesi gerekmektedir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin K.2015/4638 sayılı kararı da ziynet talebinin boşanmanın eki niteliğinde olmayan bağımsız bir talep olduğunu ve ayrıca nispi harca tabi olduğunu, eksik harcın tamamlanması gerektiğini belirtmiştir. 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 30. ve 32. maddeleri gereğince, dava açılırken peşin harcın yatırılması ve yargılama sırasında eksik harç tespit edilirse bunun tamamlanması zorunludur. Eksik harç tamamlanmadığı takdirde, mahkeme davaya devam etmeyebilir ve dosyayı işlemden kaldırabilir. Bu nedenle, dava sürecinin başında harçların doğru hesaplanarak ödenmesi, davanın sağlıklı bir şekilde ilerlemesi için elzemdir.
Özel Durumlar, Zamanaşımı ve Güncel Değerlendirmeler
Ziynet eşyası iade davaları, boşanma süreçlerinin hassas ve karmaşık yönlerinden birini oluşturur. Tarafların düğünde takılan altınlar, paralar ve diğer takılar üzerindeki hak iddiaları, Yargıtay içtihatlarıyla şekillenen bir dizi özel duruma tabidir. Bu bölümde, düğünde takılan paraların ve bozdurulan ziynetlerin hukuki durumu, erkeğin ziynet talebinde bulunma hakkı, bu tür davalarda zamanaşımı süreleri ve talep edilen ziynetlerin güncel değerinin nasıl belirleneceği gibi kritik konular, Yargıtay'ın en son yaklaşımları ışığında ele alınacaktır.
Düğünde Takılan Paraların ve Bozdurulan Ziynetlerin Durumu
Düğünlerde takılan ziynet eşyalarının yanı sıra, nakit paraların ve evlilik birliği içerisinde çeşitli sebeplerle bozdurulan altınların akıbeti de önemli bir uyuşmazlık konusudur.
Düğünde Takılan Paralar: Yargıtay'ın yerleşik içtihatlarında, düğünde takılan paralar da genellikle ziynet eşyaları gibi kadına ait kabul edilmekteydi. Ancak, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 04.04.2024 tarihli, 2023/5704 E., 2024/2402 K. sayılı ilke kararı bu yaklaşımda önemli bir değişiklik getirmiştir. Bu yeni karara göre, düğünde takılan ve ekonomik değer taşıyan paralar da, kime takıldığı veya verildiği esas alınarak değerlendirilecektir. Eğer paralar doğrudan geline veya damada verilmişse, kural olarak o kişiye ait olacaktır. Ortak bir keseye veya sandığa atılmışsa, bu paraların ortak mal kabul edilmesi prensibi benimsenmiştir. Bu nedenle, dava dilekçesinde düğünde takılan paraların da ayrıca ve kime ait olduğu iddiasıyla talep edilmesi büyük önem taşımaktadır.
Bozdurulan Ziynetler: Evlilik birliği devam ederken, eşlerden birine ait olan ziynet eşyalarının ortak ihtiyaçlar, borç ödemeleri, ev alımı, çocukların masrafları gibi çeşitli gerekçelerle bozdurulması sıkça karşılaşılan bir durumdur. Yargıtay'ın önceki içtihatlarında, kural olarak kadına ait kabul edilen ziynetlerin koca tarafından bozdurulup harcanması durumunda, bu harcama ortak ihtiyaçlar için dahi olsa, kocanın kadına karşı borçlandığı kabul edilirdi. Kocanın bu iade yükümlülüğünden kurtulabilmesi için, ziynetlerin kadın tarafından iade edilmemek üzere ve kendi rızas��yla verildiğini ispatlaması gerekiyordu. Örneğin, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 2017/1769 E., 2018/13037 K. sayılı kararında, tüp bebek tedavisi gibi önemli bir ortak ihtiyaç için harcanan ziynetlerin dahi, iade edilmemek üzere verildiği erkek eş tarafından ispatlanamadığı sürece, kadına iadesi gerektiği belirtilmiştir (Bu karar, eski içtihada göre verilmiştir ve yeni ilke kararı öncesi durumu yansıtmaktadır).
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 2023/5704 E., 2024/2402 K. sayılı yeni ilke kararı sonrasında ise, bozdurulan ziynetlerin durumu değerlendirilirken öncelikle o ziynetin kime ait olduğunun yeni prensiplere göre (anlaşma, yerel örf ve adet, kime takıldığı, cinsiyete özgü olup olmadığı) belirlenmesi gerekecektir. Eğer ziynet, yeni ilkelere göre kadına aitse ve onun rızası dışında veya iade şartıyla bozdurulmuşsa, kadın yine iadesini talep edebilecektir. Erkeğe ait olduğu tespit edilen bir ziynet eşyasının bozdurulması durumunda ise, erkeğin bu konuda bir talep hakkı olup olmayacağı, harcamanın niteliğine ve eşler arasındaki mal rejimi hükümlerine göre ayrıca değerlendirilecektir. Her durumda, bir eşin diğerine ait ziynetleri onun açık rızası olmaksızın veya geri alma hakkını saklı tutarak bozdurduğu iddiası varsa, ispat yükü bu iddiayı destekleyen delillerle birlikte ilgili tarafta olacaktır.
Erkeğin Ziynet Talebi ve Zamanaşımı Süreleri
Geleneksel Yargıtay uygulamasında, düğün takılarının neredeyse tamamının kadına ait olduğu kabul edildiğinden, erkeğin ziynet eşyası talebinde bulunması pek rastlanan bir durum değildi. Ancak Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 04.04.2024 tarihli, 2023/5704 E., 2024/2402 K. sayılı ilke kararı, bu konuda da önemli bir kapı aralamıştır.
Erkeğin Ziynet Talebi: Yeni ilke kararına göre, taraflar arasında bir anlaşma veya aksine bir yerel örf ve adet bulunmadığı takdirde, erkeğe takılan ve erkeğe özgü olan (örneğin kol düğmesi, saat gibi) veya cinsiyet ayrımı gözetmeksizin (örneğin çeyrek altın, cumhuriyet altını gibi) erkeğe takılan/verilen ekonomik değeri olan her şey kural olarak erkeğe ait kabul edilecektir. Bu durumda, erkek eş de boşanma aşamasında veya sonrasında, kendisine ait olduğunu iddia ettiği ve kadın eşte kalan veya onun tarafından rızası dışında harcanan ziynet eşyalarının iadesini talep edebilecektir. Bu, özellikle erkeğe takılan ve miktarı fazla olan takılar açısından önemli bir değişikliktir.
Zamanaşımı Süreleri: Ziynet eşyası iade davalarında zamanaşımı süresi, talep edilen ziynetlerin mevcut olup olmamasına göre değişiklik gösterir:
- Ziynetler Mevcutsa (Aynen İade Talebi): Eğer ziynet eşyaları fiziken mevcutsa ve davacı tarafından aynen iadesi talep ediliyorsa, bu talep mülkiyet hakkına dayandığı için herhangi bir zamanaşımı süresine tabi değildir. Eşya mevcut olduğu sürece, mülkiyet hakkı sahibi her zaman istihkak davası açarak malının iadesini isteyebilir.
- Ziynetler Mevcut Değilse (Bedel İadesi Talebi): Eğer ziynet eşyaları bozdurulmuş, kaybolmuş veya başka bir şekilde elden çıkmışsa ve davacı tarafından bedelinin (tazminatının) ödenmesi talep ediliyorsa, bu durumda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 146. maddesi gereğince 10 yıllık genel zamanaşımı süresi uygulanır. Bu 10 yıllık süre, genellikle boşanma davasının kesinleştiği tarihten itibaren işlemeye başlar, çünkü bu tarihte alacak muaccel hale gelir ve talep edilebilir duruma gelir.
Fiili Ödeme Günü Değerinin Önemi
Ziynet eşyaları genellikle altın gibi değerli madenlerden oluştuğu için, enflasyonist ortamlarda dava açıldığı tarih ile fiilen ödemenin yapıldığı tarih arasında değerlerinde önemli farklılıklar oluşabilir. Bu nedenle, davacının ziynetlerin bedelini talep ederken, bu değer kaybından etkilenmemesi için "fiili ödeme günündeki değerin" talep edilmesi büyük önem arz eder.
Yargıtay, bu konudaki talepleri ve mahkeme kararlarını dikkatle incelemektedir. Davacı, dava dilekçesinde ziynet eşyalarının öncelikle aynen iadesini, bu mümkün olmadığı takdirde ise fiili ödeme günündeki değerlerinin (veya infaz tarihindeki değerlerinin) ödenmesini talep etmelidir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 27.09.2022 tarihli, 2022/724 E., 2022/7543 K. sayılı kararına göre, eğer davacı bu şekilde kademeli bir talepte bulunmuşsa (aynen iade, olmazsa infaz/fiili ödeme günündeki bedel), mahkemenin sadece aynen iadeye karar vermesi yeterlidir. Aynen iadenin fiilen mümkün olmaması durumunda, İcra ve İflas Kanunu'nun (İİK) 24. maddesi devreye girecektir. Bu maddeye göre, ilamda aynen teslimine hükmedilen menkul bir malın değeri, borçluda bulunmazsa, ilamda yazılı olan değeri, yoksa icra müdürü tarafından haczin yapıldığı tarihteki rayice göre belirlenir. Mahkemenin, davacının açıkça "fiili ödeme günündeki değer" talebine rağmen, dava tarihindeki bedele hükmetmesi, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 26. maddesindeki taleple bağlılık ilkesine aykırılık teşkil edebilir.
Bu noktada, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 15.06.2021 tarihli, 2017/8-1678 E., 2021/757 K. sayılı kararı önemli bir ayrıntıya dikkat çekmektedir. Eğer mahkeme kararında sadece "aynen iadeye" hükmedilmiş ve hükümde (örneğin harç hesaplaması için) bir değer belirtilmişse, aynen iadenin mümkün olmaması halinde bu belirtilen değer, İİK madde 24 anlamında "ilamda yazılı değer" olarak kabul edilmez. Bunun yerine, İİK madde 24/4 fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca, "taşınır malın değeri, ilamda yazılı olmadığı veya ihtilaflı bulunduğu takdirde, icra memuru tarafından haczin yapıldığı tarihteki rayice göre takdir olunur." Bu hüküm, alacaklının enflasyon karşısında korunmasını ve ziynetlerin gerçek değerine kavuşmasını sağlar. Dolayısıyla, talep dilekçesinde fiili ödeme günündeki değerin istenmesi ve mahkeme kararının bu doğrultuda şekillenmesi, hak kaybını önlemek adına kritik bir öneme sahiptir.
Ziynet eşyası iade davaları, Yargıtay'ın özellikle 2024 yılında benimsediği yeni ilke kararıyla önemli bir değişim ve gelişim süreci yaşamaktadır. Artık "tüm takılar kadına aittir" şeklindeki geleneksel ve katı yaklaşımdan uzaklaşılarak, eşler arasındaki anlaşmalar, yerel örf ve adetler, takının kime takıldığı ve cinsiyete özgü niteliği gibi daha adil ve somut olaya uygun kriterler ön plana çıkmıştır. Bu durum, hem kadın hem de erkek eş için ispat yükümlülükleri ve dava stratejileri açısından yeni değerlendirmeleri zorunlu kılmaktadır. Davanın açılmasından, taleplerin doğru bir şekilde belirlenmesine, delillerin sunulmasından zamanaşımı sürelerinin takibine ve nihayetinde hükmedilen ziynetlerin güncel değerinin tahsiline kadar her aşama, özenli bir hukuki çalışma gerektirmektedir. Bu karmaşık süreçte hak kaybı yaşamamak adına, güncel Yargıtay içtihatlarına hakim bir hukuk profesyonelinden destek almak, tarafların menfaatine olacaktır.