
Çocuk Hakları ve Sünnet
Çocuk hakları ve sünnet konusu, günümüzde hem dini hem hukuki açıdan önemli tartışmalara konu olmaktadır. İslam dini tarihte çocuk haklarını ilk kez sistemli olarak düzenleyen din olarak, çocukları emanet kabul etmekte ve anne-babaları bu emanetten sorumlu tutmaktadır. Sünnetin tıbbi faydaları bilimsel araştırmalarla desteklenirken, dini kaynaklarda da bu uygulama tavsiye edilmektedir. Türk hukuku ve uluslararası sözleşmeler çerçevesinde, çocuğun rızası ve menfaati ilkesi ön plana çıkarken, bu konunun hukuki boyutlarını anlamak büyük önem taşımaktadır.
İslam Dininde Çocuk Hakları ve Ebeveyn Sorumluluklarının Temelleri
İslam dini, tarihin akışı içerisinde çocuk haklarını sistemli bir şekilde düzenleyen ilk din olma özelliğini taşımaktadır. Bu kapsamlı yaklaşım, çocukları emanet olarak görmekte ve anne-babaları bu kutsal emanetten sorumlu tutmaktadır. İslami perspektifte çocuk hakları, sadece toplumsal bir sorumluluk değil, aynı zamanda dini bir yükümlülük olarak ele alınmaktadır.
Dini Kaynaklarda Çocuk Hakları
Kuran-ı Kerim, çocuk haklarına dair temel ilkeleri net bir şekilde ortaya koymaktadır. Nahl 16/58-59, Tekvir 81/9 ve Enam 6/151 ayetleri, çocuk öldürmenin kesin bir şekilde yasaklandığını ve çocuk haklarının korunması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu ayetler, çocukların yaşama hakkının kutsal olduğunu ve hiçbir gerekçe ile bu hakkın ihlal edilemeyeceğini açıkça belirtmektedir.
İslami kaynaklarda çocuk hakları, doğumdan itibaren başlamakta ve çocuğun gelişimi boyunca devam etmektedir. Bakara 2/233 ayeti, çocukların nafaka, bakım ve emzirme haklarını detaylı bir şekilde düzenlemektedir. Bu ayet, annenin çocuğunu emzirme görevini ve babanın bu süreçteki mali sorumluluklarını açık bir dille ifade etmektedir.
Çocukların eğitim hakkı da İslami kaynaklarda önemli bir yer tutmaktadır. Taha 20/132 ve Lokman 17 ayetleri, namaz eğitimi başta olmak üzere dini eğitimin ebeveynlerin sorumluluğunda olduğunu belirtmektedir. Bu düzenlemeler, çocukların hem dünyevi hem de dini eğitim alma haklarının güvence altına alındığını göstermektedir.
Ebeveyn Sorumluluklarının İslami Çerçevesi
İslam dini, ebeveynlere çocuklarına karşı kapsamlı sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumluluklar, çocuğun fiziksel ihtiyaçlarından başlayarak manevi gelişimine kadar uzanan geniş bir yelpaze içermektedir. Buhari, Edeb 18 hadis kaynağında geçen Hz. Peygamberin çocuklara sevgiyle yaklaşımı, ebeveynlere örnek teşkil etmektedir.
Ebeveyn sorumluluklarının başında çocuğa güzel bir isim verme hakkı gelmektedir. İslami geleneğe göre çocuk, doğduğu andan itibaren güzel ve anlamlı bir isim alma hakkına sahiptir. Bu durum, çocuğun kimlik gelişimi ve toplumsal kabulü açısından büyük önem taşımaktadır.
Mali sorumluluklar açısından bakıldığında, çocuğun nafaka hakkı büluğ çağına kadar babanın üzerindedir. Bu sorumluluk, çocuğun yeme, içme, barınma ve giyinme gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasını kapsamaktadır. Anne ise çocuğun emzirmesi ve bakımı konusunda temel sorumluluğa sahiptir.
Eğitim konusunda ebeveynler, çocuklarına hem dini hem de dünyevi bilgileri öğretme yükümlülüğü altındadır. Bu eğitim süreci, çocuğun yaşına ve anlayış düzeyine uygun şekilde planlanmalı ve uygulanmalıdır. İslam dini, çocuğun büluğ çağından önce çalıştırılmasını yasaklamakta ve çocuğun eğitim hakkının korunmasını öngörmektedir.
Sünnetin Dini Tavsiye Niteliği
İslam dininde sünnet, erkek çocuklar için tavsiye edilen bir uygulama olarak yer almaktadır. Bu uygulamanın dini kaynaklardaki konumu, zorunlu bir emir değil, sağlık ve temizlik açısından önerilen bir davranış şeklindedir. Günümüz tıp bilimi de sünnetin çeşitli sağlık faydalarını bilimsel verilerle desteklemektedir.
Dini literatürde sünnet, hem hijyen hem de sağlık açısından faydalı bir uygulama olarak değerlendirilmektedir. Bu bakış açısı, dinin tıbbi faydaları nedeniyle bu uygulamayı tavsiye ettiği şeklinde yorumlanabilir. İslam dininin insan sağlığına verdiği önem ve koruyucu hekimlik anlayışı, bu tavsiyenin temelini oluşturmaktadır.
Hz. Peygamberin hadislerinde çocuklara yaklaşım konusundaki örnekler, ebeveynlerin çocuklarına karşı sabırlı, sevecen ve anlayışlı olmalarının önemini vurgulamaktadır. "Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar" hadisi, çocukların doğal temizliği ve masumluğu üzerinde durmaktadır.
İslami kaynaklarda geçen "Baba evladına iyi terbiyeden daha güzel miras bırakamaz" hadisi, çocuğun eğitimi ve terbiyesinin mali mirasdan daha değerli olduğunu belirtmektedir. Bu yaklaşım, İslam dininin çocuk haklarına verdiği önemi ve bu hakların korunması gerektiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getiren ebeveynler, hem dünyada hem de ahirette bu emanetten sorumlu tutulmaktadır.
Türk Hukukunda Sünnet Düzenlemeleri ve Tıbbi Müdahale Çerçevesi
Türk hukuk sistemi, sünnet uygulamasını tıbbi müdahale kapsamında değerlendirerek, bu konuyu hem Anayasal güvenceler hem de sağlık mevzuatı çerçevesinde düzenlemiştir. Sünnet uygulamasının hukuki çerçevesi, çocukların vücut bütünlüğü hakkı ile dini ve sosyal geleneklerin dengelenmesi açısından büyük önem taşımaktadır.
Tababet Kanunu Düzenlemeleri
Türk hukukunda sünnet uygulamasının temel düzenlemesi Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun (TŞTİDK) çerçevesinde yapılmıştır. 6514 sayılı kanunun 26. maddesi ile 2014 yılında gerçekleştirilen önemli değişiklikle, söz konusu kanunun 58-62. maddeleri ilga edilmiş ve sünnet uygulamasına ilişkin düzenlemeler yeniden şekillendirilmiştir.
Bu değişiklikler sonrasında TŞTİDK'nın 3. maddesi uyarınca, sünnet işleminin her tabip tarafından yapılabileceği hukuki zemine oturtulmuştur. Bu düzenleme, geçmişte sadece belirli uzmanlık dallarına tanınan bu yetkinin genişletilmesi anlamına gelmektedir. Söz konusu yasal değişiklik, sünnet uygulamasının tıp mesleği mensupları tarafından güvenli şekilde gerçekleştirilmesini amaçlamıştır.
Tababet Kanunu düzenlemeleri, TŞTİDK'nın 70/f.I maddesi gereğince tabibin ameliye öncesinde hastanın, hasta küçükse veli veya vasinin muvafakatını almakla yükümlü olduğunu belirtmektedir. Bu hüküm, çocukların sünnet edilmesi sürecinde ebeveyn rızasının hukuki gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Hasta Hakları Yönetmeliği Hükümleri
Hasta Hakları Yönetmeliği'nin 4/g maddesi, tıbbi müdahaleyi kapsamlı şekilde tanımlamıştır. Bu tanıma göre tıbbi müdahale, "tıp mesleğini icraya yetkili kişiler tarafından uygulanan, sağlığı koruma, hastalıkların teşhis ve tedavisi için ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olarak tıbbın sınırları içinde gerçekleştirilen fiziki ve ruhi girişim" olarak ifade edilmektedir.
Yönetmeliğin 12. maddesi, tıbbi gereklilikler dışında müdahale yasağını düzenlemektedir. Bu maddeye göre, teşhis, tedavi veya korunma maksadı olmaksızın vücut bütünlüğünü ihlal edebilecek müdahale yapılamaz. Sünnet uygulaması açısından bu hüküm, işlemin tıbbi faydalarının değerlendirilmesi bakımından önem taşımaktadır.
Hasta Hakları Yönetmeliği'nin 24. maddesi ise küçüklere yapılacak tıbbi müdahaleler konusunda özel düzenleme getirmektedir. Bu madde uyarınca, küçük veya mahcur kişilerde veli veya vasiden izin alınması zorunludur. Aynı maddenin ikinci fıkrası, ayırt etme gücüne sahip küçüğün bilgilendirme sürecine ve kararlara katılımını düzenlemektedir.
Anayasal Güvenceler
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 17/2 maddesi, kişinin vücut bütünlüğünün korunması konusunda temel ilkeyi belirlemektedir. Bu madde uyarınca, tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağı, rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamayacağı açıkça belirtilmektedir.
Bu Anayasal güvence, çocukların sünnet edilmesi konusunda önemli hukuki çerçeveyi oluşturmaktadır. Çocuğun henüz rıza veremeyecek durumda olması nedeniyle, velayet hakkı kapsamında ebeveynlerin karar verme yetkisi ile çocuğun vücut bütünlüğü hakkı arasında bir denge kurulması gerekmektedir.
Anayasal düzeyde korunan vücut bütünlüğü hakkı, sadece tıbbi zorunluluklar veya kanunda öngörülen durumlar haricinde ihlal edilemez. Bu bağlamda sünnet uygulaması, hem dini ve sosyal gereklilik hem de tıbbi faydalar açısından değerlendirilmektedir.
Türk hukuk sistemi, sünnet uygulamasını tıbbi müdahale kapsamında değerlendirerek, bu işlemin tıp mesleği mensupları tarafından gerçekleştirilmesini zorunlu kılmıştır. Tababet Kanunu düzenlemeleri, Hasta Hakları Yönetmeliği hükümleri ve Anayasal güvenceler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, çocukların sünnet edilmesi konusunda hem tıbbi güvenlik hem de hukuki güvence sağlanmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu düzenlemeler, çocuğun sağlığı ve güvenliğinin öncelikli tutulması ilkesi doğrultusunda şekillendirilmiştir.
Çocuğun Ayırt Etme Gücü ve Tıbbi Müdahaleye Rıza
Ayırt Etme Gücünün Hukuki Çerçevesi
Türk hukuk sisteminde çocuğun tıbbi müdahalelere rıza gösterme yetkisi, ayırt etme gücü kavramı etrafında şekillenmektedir. TMK 13. madde ayırt etme gücünü olumsuz bir tanımla ele alarak, yaş küçüklüğü, hastalık, akıl zayıflığı, sarhoşluk ve benzeri sebeplerle akla uygun davranma yeteneğinden yoksun bulunan kişilerin ayırt etme gücünden yoksun sayılacağını belirtmektedir. Bu tanım, çocukların hangi durumda kendi adlarına karar verebilecekleri konusunda önemli bir çerçeve çizmektedir.
Sünnet gibi tıbbi müdahaleler söz konusu olduğunda, çocuğun yaşı ve zihinsel gelişim düzeyi kritik bir rol oynamaktadır. Kanun koyucu, belirli bir yaş sınırı koymak yerine, her çocuğun bireysel durumunun değerlendirilmesini öngörmüştür. Bu yaklaşım, çocuğun gerçek kapasitesini dikkate alması açısından önemlidir ancak uygulamada belirsizliklere yol açabilmektedir.
TMK 339. madde ise velayet kapsamında önemli bir düzenleme getirmektedir. Bu maddeye göre, önemli konularda ayırt etme gücüne sahip çocuğun görüşünün alınması zorunludur. Sünnet gibi çocuğun vücut bütünlüğünü ilgilendiren müdahaleler kesinlikle önemli konular kapsamında değerlendirilmeli ve çocuğun görüşü mutlaka dikkate alınmalıdır. Bu hüküm, çocuğun katılım hakkının hukuki teminatını oluşturmaktadır.
Yabancı Hukuk Sistemlerinden Örnekler
Karşılaştırmalı hukuk perspektifinden bakıldığında, farklı ülkelerin çocuğun tıbbi kararlara katılımı konusunda çeşitli yaklaşımlar geliştirdiği görülmektedir. Alman Medeni Kanunu'nda (BGB) § 104 ve § 828 hükümlerine göre, yedi yaşından küçük çocuklar hukuki işlem yapamamakta ve zarardan sorumlu tutulamamaktadır. Bu açık yaş sınırı, Türk hukuku ile karşılaştırıldığında daha kesin bir çerçeve sunmaktadır.
Danimarka hukuk sisteminde 15 yaşından büyük çocukların tıbbi müdahaleye rıza gösterebileceği kabul edilmektedir. İngiliz hukukunda ise "Gillick Yeterliliği" olarak adlandırılan sistem, 16 yaşından küçük çocukların her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmesini öngörmektedir. Bu sistem, çocuğun müdahalenin doğasını, sonuçlarını ve risklerini anlama kapasitesine odaklanmaktadır.
Amerikan hukukundaki "olgun küçük doktrini" ise uzmanların görüşleri doğrultusunda 13 yaşından itibaren karar alma yetisinin oluşabileceğini, 15 yaşında ise bu yetinin tamamen kabul edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu yaklaşımlar, sünnet gibi müdahalelerde çocuğun yaşı ve olgunluk derecesinin birlikte değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir.
Kişiye Sıkı Sıkıya Bağlı Haklar
TMK 16. madde, ayırt etme gücüne sahip küçüklerin kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarını bizzat kullanabileceklerini düzenlemektedir. Bu düzenleme, çocuğun kişilik haklarının korunması açısından son derece önemlidir. Vücut bütünlüğü üzerindeki tasarruf yetkisi, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların en temel örneklerinden birini oluşturmaktadır.
Doktrinde kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar, mutlak ve nisbi olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Sünnet gibi müdahaleler söz konusu olduğunda, eğer müdahale gerekli ve acil değilse ve vücut bütünlüğünü ihlal ediyorsa, bu durum mutlak anlamda kişiye sıkı sıkıya bağlı hak olarak kabul edilmelidir. Bu durumda, ayırt etme gücüne sahip çocuğun kendi kararını vermesi gerekmektedir.
Modern hukuki yaklaşımlarda, sosyal gerekliliklerle yapılan sünnet müdahalelerinde ayırt etme gücüne sahip çocuğun rızasının alınması gerektiği yönünde görüşler güçlenmektedir. Bu yaklaşım, çocuğun özerklik hakkını ön plana çıkarırken, ebeveynlerin velayet yetkilerini sınırlandırmaktadır.
Çocuğun tıbbi faydalar açısından değerlendirildiğinde, sünnetin birçok sağlık avantajı bulunmaktadır. Ancak bu faydalar, çocuğun kendi bedeni üzerindeki karar verme hakkını ortadan kaldırmamaktadır. Ayırt etme gücüne sahip çocukların, müdahalenin tıbbi faydalarını anlayarak bilinçli bir tercih yapabilmesi mümkündür. Bu durum, hem çocuğun özerkliğini korumakta hem de sağlık yararlarından faydalanmasını sağlamaktadır.
Çocuk Koruma Mevzuatı ve Uluslararası Standartlar
Çocuk hakları ve sünnet konusunun hukuki çerçevesi, ulusal mevzuat ile uluslararası standartların bir arada değerlendirilmesini gerektirmektedir. Bu bağlamda, çocuğun korunması ve haklarının güvence altına alınması amacıyla oluşturulan yasal düzenlemeler, tıbbi müdahaleler konusunda da belirleyici rol oynamaktadır.
Çocuk Hakları Sözleşmesi Hükümleri
Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocuk hakları alanında en kapsamlı uluslararası düzenleme olarak kabul edilmektedir. Sözleşme'nin temel ilkeleri, sünnet gibi tıbbi müdahaleler konusunda da önemli hukuki çerçeve sunmaktadır.
Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 12/1 maddesi, çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak görüş bildirme hakkını düzenlemektedir. Bu hüküm, ayırt etme gücüne sahip çocukların kendilerini ilgilendiren konularda görüşlerinin alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Sünnet gibi vücut bütünlüğünü etkileyen müdahaleler açısından bu madde özel önem taşımaktadır.
Sözleşme'nin 14/1 maddesi ise çocuğun düşünce, vicdan ve din özgürlükleri hakkını güvence altına almaktadır. Bu düzenleme, dini gerekçelerle yapılan uygulamaların çocuğun kendi iradesini de göz önünde bulundurması gerektiğini ortaya koymaktadır. Din özgürlüğü hem dini uygulamalara katılma hem de katılmama serbestisini içerdiğinden, çocuğun bu konudaki düşünceleri önemli hale gelmektedir.
Sözleşme'nin 16. maddesi çocuğun özel yaşantısına müdahale yasağı ve korunma hakkını düzenlerken, 18/1 maddesi anne-babanın çocuğun yüksek yararını gözetme sorumluluğunu belirlemektedir. Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, ebeveynlerin çocuk üzerindeki tasarruf yetkisinin mutlak olmadığı, çocuğun menfaatinin her durumda öncelikli olması gerektiği anlaşılmaktadır.
Çocuk Koruma Kanunu İlkeleri
Türk hukukunda çocuk hakları alanında temel düzenleme olan 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun 4. maddesi, çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence altına alınması ve çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi ilkelerini benimser. Bu ilkeler, sünnet gibi tıbbi müdahalelerin değerlendirilmesinde temel ölçüt olarak kabul edilmektedir.
Çocuğun menfaati ilkesi, Kanun'un en temel prensibi olarak öne çıkmaktadır. Bu ilke uyarınca, çocuğa yönelik her türlü karar ve uygulamada çocuğun fiziksel, duygusal ve sosyal gelişiminin öncelikli olarak dikkate alınması gerekmektedir. Sünnet uygulaması açısından bu ilke, müdahalenin çocuğa sağlayacağı faydalar ile potansiyel zararlarının dikkatli bir şekilde değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır.
Kanun, çocuğun katılım hakkını da güvence altına alarak, yaşına ve gelişim düzeyine uygun şekilde kendisini ilgilendiren konularda görüş bildirme imkanı tanımaktadır. Bu hüküm, tıbbi müdahaleler konusunda da çocuğun yaşı ve anlama kapasitesi dikkate alınarak bilgilendirilmesi ve mümkün olan ölçüde iradesinin alınması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Hasta Hakları Düzenlemeleri
Hasta Hakları Yönetmeliği'nin 24. maddesi, küçükler için tıbbi müdahalelerde veli veya vasi izninin gerekliliğini düzenlerken, ayırt etme gücüne sahip küçüğün bilgilendirme sürecine katılımını da öngörmektedir. Bu düzenleme, hem ebeveyn iradesinin hem de çocuğun kendi görüşlerinin dikkate alınması gerektiğini belirlemektedir.
Yönetmeliğin 12. maddesi tıbbi gereklilikler dışında müdahale yasağını getirerek, teşhis, tedavi veya korunma maksadı olmaksızın vücut bütünlüğünü ihlal edebilecek müdahale yapılamayacağını hükme bağlamaktadır. Bu hüküm, sünnet gibi uygulamaların tıbbi gereklilik açısından değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
Hasta Hakları Yönetmeliği'nin 22. maddesi rıza olmaksızın tıbbi ameliyeye tabi tutulmama hakkını düzenlerken, küçükler açısından bu rızanın nasıl alınacağı konusunda detaylı prosedür öngörmektedir. Çocuğun yaşı ve gelişim düzeyi dikkate alınarak, mümkün olan en geniş şekilde bilgilendirilmesi ve süreçte aktif rol alması beklenmektedir.
Modern hukuk sistemlerinde çocuğun özne konumu güçlendirilmekte ve yalnızca korunma objesi olarak görülmemektedir. Bu yaklaşım, sünnet gibi geleneksel uygulamaların da çocuk hakları perspektifinden yeniden değerlendirilmesini gerektirmektedir. Uluslararası standartlar ve ulusal mevzuat birlikte ele alındığında, çocuğun yaşı, olgunluk düzeyi ve anlama kapasitesine uygun şekilde karar alma süreçlerine dahil edilmesi, hem hukuki bir gereklilik hem de çocuk hakları açısından temel bir ilke olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sünnetin Tıbbi Faydaları ve Hukuki Değerlendirmeler
Tıbbi Zorunluluk ve Sosyal Gereklilik Ayrımı
Sünnet uygulamasının hukuki değerlendirmesinde en önemli ayrım, tıbbi zorunluluk ile sosyal gereklilik arasında yapılması gereken ayrımdır. Hasta Hakları Yönetmeliği'nin 12. maddesi, tıbbi gereklilikler dışında müdahale yasağını açıkça düzenlemektedir. Bu maddeye göre, teşhis, tedavi veya korunma maksadı olmaksızın vücut bütünlüğünü ihlal edebilecek müdahale yapılamaz.
Sünnetin tıbbi faydaları bilimsel araştırmalarla desteklenmiş durumdadır. Üroloji literatüründe, sünnetin üriner sistem enfeksiyonlarını azalttığı, penile hijenin sağlanmasında kolaylık sağladığı ve bazı penile kanser türlerine karşı koruyucu etki gösterdiği belirtilmektedir. Bu tıbbi faydalar nedeniyle, dini kaynaklarda da sünnet uygulamasının tavsiye edildiği görülmektedir.
Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken husus, sünnetin acil tıbbi zorunluluk gerektiren bir müdahale olmadığının kabul edilmesidir. Dünya nüfusunun yaklaşık %60'ının bu uygulamayı tercih etmemesi, sünnetin yaşamsal öneme sahip olmadığını göstermektedir. Bu durumda sünnet, sosyal ve dini gereklilik kapsamında değerlendirilmekte, tıbbi faydaları bu uygulamayı destekleyen ek bir faktör olarak görülmektedir.
Çocuğun Menfaati İlkesinin Uygulanması
Çocuk hakları açısından en kritik nokta, çocuğun menfaati ilkesinin nasıl uygulanacağıdır. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun 4. maddesinde belirtilen çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence altına alınması ilkesi, sünnet uygulamasında da gözetilmesi gereken temel prensiptir.
Çocuğun menfaati değerlendirilirken, hem tıbbi faydalar hem de sosyal entegrasyon faktörleri dikkate alınmalıdır. Toplumumuzda sünnet olmamış erkek çocukların karşılaşabileceği sosyal dışlanma riski, çocuğun psikososyal gelişimi açısından önemli bir faktördür. Bu durum, çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi ilkesi kapsamında değerlendirilmektedir.
Bununla birlikte, çocuğun menfaati ilkesi sadece sosyal uyuma dayalı olarak yorumlanamaz. Vücut bütünlüğü hakkı da çocuğun temel haklarından biridir ve bu hakkın korunması da çocuğun menfaati kapsamında değerlendirilmelidir. Bu nedenle, sünnet kararının verilmesinde hem çocuğun fiziksel hem de psikososyal gelişimi dikkate alınarak dengeli bir yaklaşım benimsenmelidir.
Velayet Hakkı ve Sınırları
Türk Medeni Kanunu'nun 335. maddesine göre, 18 yaşın altındaki çocuklar anne-babanın velayeti altında bulunmaktadır. Velayet hakkı kapsamında ebeveynler, çocukların sağlık, eğitim ve gelişim konularında karar verme yetkisine sahiptir. Ancak bu yetkinin sınırları, çocuğun temel hakları ve menfaatleri çerçevesinde belirlenmektedir.
Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun'un 70/f.I maddesine göre, tabipler ameliye için hastanın, hasta küçükse veli veya vasinin muvafakatını almakla yükümlüdür. Bu düzenleme, ebeveynlerin tıbbi müdahalelerde karar verme yetkisini teyit etmektedir. Sünnet uygulaması da bu kapsamda değerlendirilmekte ve ebeveynlerin rızası yeterli görülmektedir.
Ancak velayet hakkının mutlak olmadığı unutulmamalıdır. Özellikle Organ ve Doku Nakli Kanunu'nun 5. maddesi, 18 yaşını doldurmamış ve mümeyyiz olmayan kişilerden organ-doku alınmasını yasaklayarak, ebeveynlerin bile çocuğun vücut bütünlüğü üzerindeki tasarruf yetkilerinin sınırlı olduğunu göstermektedir.
Bu çerçevede, sünnet kararının verilmesinde ebeveynlerin velayetleri kapsamındaki yetkileri ile çocuğun temel hakları arasında hassas bir denge kurulması gerekmektedir. Çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine göre, mümkün olduğu ölçüde çocuğun görüşünün alınması da bu dengenin sağlanmasında önemli bir unsurdur.
Sonuç olarak, çocuk hakları ve sünnet konusu, hem dini hem hukuki boyutlarıyla ele alınması gereken karmaşık bir konudur. İslam dininin çocuk haklarına verdiği önem ve sünnetin tıbbi faydaları, bu uygulamanın meşru temellerini oluştururken, modern hukuk sistemlerinin getirdiği güvenceler de çocuğın menfaatinin korunmasını sağlamaktadır. Ayırt etme gücüne sahip çocukların tıbbi müdahalelerdeki konumu, ebeveynlerin velayet sorumluluklarının sınırları ve çocuğun menfaati ilkesinin uygulanması gibi konular, bu alanda dengeli politikaların geliştirilmesini gerektirmektedir. Tıbbi faydalar ve dini tavsiyelerin bir arada değerlendirildiği bu yaklaşım, hem çocuğun temel haklarını koruyan hem de toplumsal değerlerle uyumlu çözümler üretmeyi mümkün kılmaktadır.