
Taşıyıcı Annelik Yasal mı?
Çocuk sahibi olmak isteyen ancak tıbbi nedenlerle hamile kalamayan çiftler için taşıyıcı annelik önemli bir alternatif olarak görülmektedir. Ancak bu konuda ülkeler arasında büyük yasal farklılıklar bulunmaktadır. Türkiye'de yasaklanan taşıyıcı annelik uygulaması, birçok çifti yurtdışı alternatiflerine yönlendirmektedir. Bu makalede taşıyıcı anneliğin yasal durumu, hukuki sonuçları ve uluslararası boyutu detaylı olarak incelenmektedir.
Taşıyıcı Anneliğin Tanımı ve Türleri
Taşıyıcı annelik, anne adayının hamilelik ve doğum için sağlıklı bir rahme sahip olmaması, rahminin bulunmaması ya da sağlığının gebeliğe uygun olmaması durumlarında, embriyonun başka bir kadına transfer edilmesi işlemidir. Bu yöntemde embriyo laboratuvar ortamında oluşturulur ve belirlenen taşıyıcı anneye transfer edilir. Taşıyıcı anne, doğal yollarla çocuk sahibi olamayan kadının yerine hamilelik süreci yaşayan, çocuğu taşıyan ve doğumdan sonra çocuğu istem sahibi çifte teslim eden kişi olarak tanımlanmaktadır.
Taşıyıcı annelik uygulaması, tıp dünyasında farklı kategorilere ayrılarak incelenmektedir. Bu kategoriler, hem uygulama yöntemi hem de sözleşmenin niteliği açısından önemli hukuki sonuçlar doğurmaktadır. Özellikle genetik bağ ve ticari unsur gibi faktörler, uygulamanın hukuki değerlendirmesinde belirleyici rol oynamaktadır.
Geleneksel ve Gestasyonel Taşıyıcı Annelik
Taşıyıcı annelik uygulaması, kullanılan tıbbi yöntem açısından iki temel kategoriye ayrılmaktadır. Bu ayrım, özellikle çocuk ile taşıyıcı anne arasındaki genetik bağ açısından kritik önem taşımaktadır.
Geleneksel taşıyıcı annelik, erkekten alınan spermin taşıyıcı anneye enjekte edildiği yöntemdir. Bu uygulamada taşıyıcı annenin kendi yumurtası kullanıldığından, doğacak çocuk ile taşıyıcı anne arasında biyolojik ve genetik bağ bulunmaktadır. Bu durum, hukuki açıdan soybağı tespiti konusunda karmaşık sorunlara yol açabilmektedir.
Gestasyonel taşıyıcı annelik ise modern tıbbın sunduğu ileri teknoloji yöntemlerinden biridir. Bu yöntemde in vitro fertilizasyon tekniği kullanılarak, istem sahibi çiftlerin üreme hücrelerinden oluşturulan embriyo taşıyıcı annenin rahmine yerleştirilir. Bu durumda taşıyıcı annenin yumurtası kullanılmadığından, taşıyıcı anne ile çocuk arasında genetik bağ bulunmamaktadır. Doğan bebek, biyolojik anne-babanın genetik özelliklerini taşır ve taşıyıcı annenin rolü sadece gebeliği taşımak ve doğurmakla sınırlıdır.
Gestasyonel taşıyıcı annelik yöntemi, hukuki açıdan daha az karmaşık sorunlar yaratması nedeniyle tercih edilen yöntem haline gelmiştir. Çünkü bu yöntemde çocuğun genetik ebeveynleri açık bir şekilde belirlenebilmektedir.
Ticari ve Ticari Olmayan Taşıyıcı Annelik
Taşıyıcı annelik uygulaması, sözleşmenin ekonomik niteliği açısından da iki farklı kategoride değerlendirilmektedir. Bu ayrım, uygulamanın etik ve hukuki değerlendirmesi açısından son derece önemlidir.
Ticari taşıyıcı annelik, taşıyıcı annenin bu hizmeti ücret karşılığında sunduğu uygulamadır. Bu durumda taşıyıcı anne, hamilelik sürecini yaşamak ve çocuğu doğurmak karşılığında belirli bir miktar para almaktadır. Ticari taşıyıcı annelik, birçok ülkede etik kaygılar nedeniyle yasaklanmış veya sıkı düzenlemelere tabi tutulmuştur. Bu yaklaşımın temelinde, insan vücudunun ve doğum sürecinin ticarileştirilmesi konusundaki endişeler yatmaktadır.
Ticari olmayan taşıyıcı annelik ise fedakarlık esasına dayalı olarak gerçekleştirilen uygulamadır. Bu durumda taşıyıcı anne, genellikle aile üyesi veya yakın arkadaş olup, maddi çıkar gözetmeksizin bu süreci yaşamaktadır. Sadece gebelik sürecinde ortaya çıkan tıbbi masraflar ve temel ihtiyaçlar karşılanmaktadır. Bu yaklaşım, etik açıdan daha kabul edilebilir görülmekte ve bazı hukuk sistemlerinde daha esnek düzenlemelere tabi tutulmaktadır.
Taşıyıcı anne olabilecek kişiler için belirli kriterler bulunmaktadır. Bu kriterler arasında 21-40 yaş arası sağlıklı kadınlar olma şartı yer almaktadır. Ayrıca daha önce sağlıklı doğum yapmış olma, bulaşıcı hastalığı bulunmama, bağımlılığı olmama ve sosyal ile psikolojik durumunun uygun olması gibi şartlar da aranmaktadır.
Taşıyıcı annelik türlerinin belirlenmesi, hem tıbbi uygulama açısından hem de hukuki sonuçlar açısından kritik önem taşımaktadır. Özellikle genetik bağın varlığı ve ticari unsurun bulunup bulunmaması, uygulamanın yasal değerlendirmesinde belirleyici faktörler olmaktadır. Bu nedenle taşıyıcı annelik uygulamasına başvurmadan önce, hangi türün tercih edileceğinin dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir.
Türkiye'de Taşıyıcı Anneliğin Yasal Durumu
Türkiye'de taşıyıcı annelik uygulaması, mevzuat tarafından kesin olarak yasaklanmış bir yöntemdir. Bu yasak, hem temel kanun hükümleri hem de alt düzenlemeler aracılığıyla kapsamlı bir şekilde düzenlenmiş olup, ihlal edilmesi durumunda ciddi cezai yaptırımlar öngörülmüştür.
Yasaklayıcı Mevzuat
Türk hukuk sisteminde taşıyıcı annelik yasağının temel dayanağı 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması ve Nakli Hakkında Kanun'un ek madde 1 hükmüdür. Bu madde ile taşıyıcı annelik uygulaması açık bir şekilde yasaklanmış ve bu konuda herhangi bir istisna tanınmamıştır.
Kanun koyucu, taşıyıcı annelik yasağını getirirken kamu düzeni, ahlak ve kişilik hakları gibi temel değerleri koruma amacı gütmüştür. Bu yaklaşım, Türk toplumunun geleneksel aile yapısını ve değerlerini koruma anlayışından kaynaklanmaktadır.
Üremeye Yardımcı Tedavi Uygulamaları ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezleri Hakkında Yönetmelik (ÜYTY) de bu yasağı destekleyici nitelikte düzenlemeler içermektedir. Yönetmelik, üreme sağlığı alanında faaliyet gösteren tıp merkezlerinin taşıyıcı annelik uygulaması yapmasını kesin olarak yasaklamış ve bu konuda denetim mekanizmaları oluşturmuştur.
ÜYTY kapsamında, tıp merkezlerinin taşıyıcı annelik amacıyla embriyo transferi yapması, bu amaçla hasta kabul etmesi veya herhangi bir şekilde bu uygulamaya aracılık etmesi yasaklanmıştır. Bu düzenleme, yasağın etkin bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla getirilmiştir.
Türk mevzuatındaki bu kapsamlı yasak, uluslararası karşılaştırmalarda oldukça katı bir yaklaşım sergilemektedir. Birçok gelişmiş ülkenin taşıyıcı anneliğe belirli şartlar altında izin vermesine karşın, Türkiye bu konuda hiçbir istisna tanımamaktadır.
Cezai Yaptırımlar
Taşıyıcı annelik yasağına aykırı davranışlar, Türk Ceza Kanunu'nun 91. maddesi uyarınca ağır cezai yaptırımlarla karşılaşmaktadır. Bu madde kapsamında, yasağa aykırı hareket eden kişilere 3 ila 5 yıl arasında hapis cezası ve 5.000 ila 10.000 gün adli para cezası verilmektedir.
Cezai yaptırımların bu denli ağır olması, kanun koyucunun taşıyıcı annelik konusundaki kararlı tutumunu göstermektedir. Bu cezalar, hem caydırıcı etki yaratmak hem de yasağın ciddiyetini vurgulamak amacıyla öngörülmüştür.
TCK madde 91 kapsamında cezalandırılan fiiller şunlardır:
- Taşıyıcı annelik sözleşmesi yapılması
- Bu tür sözleşmelere aracılık edilmesi
- Taşıyıcı annelik amacıyla tıbbi müdahale yapılması
- Bu uygulamaları teşvik edici faaliyetlerde bulunulması
Cezai yaptırımlar sadece doğrudan uygulayıcıları değil, aynı zamanda aracılık eden kişileri de kapsamaktadır. Bu durum, yasağın etkin bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla geniş bir kapsam öngörülmüş olduğunu göstermektedir.
Özellikle tıp doktorları ve sağlık personeli için bu cezalar, mesleki yasaklar ile de desteklenmektedir. Taşıyıcı annelik uygulaması yapan sağlık çalışanları, cezai yaptırımların yanı sıra mesleki disiplin cezaları ile de karşılaşabilmektedir.
Bu katı yasal çerçeve, Türkiye'de taşıyıcı annelik ihtiyacı olan çiftleri yurtdışı alternatiflerine yönlendirmektedir. Özellikle Kıbrıs, bu konuda yasal düzenlemelere sahip olması nedeniyle Türk çiftler tarafından sıklıkla tercih edilmektedir.
Türk hukukundaki bu yaklaşım, taşıyıcı annelik konusunda toplumsal değerler ile bireysel ihtiyaçlar arasındaki gerilimi yansıtmaktadır. Yasak, bir yandan geleneksel aile yapısını koruma amacı güderken, diğer yandan çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin haklarını sınırlandırmaktadır.
Taşıyıcı Annelik Sözleşmelerinin Hukuki Durumu
Türk hukuk sisteminde taşıyıcı annelik sözleşmeleri, yasal düzenlemeler çerçevesinde kesin bir şekilde geçersiz sayılmaktadır. Bu sözleşmelerin hukuki durumu ve doğurduğu sonuçlar, hem sözleşme hukuku hem de kamu düzeni açısından önemli tartışmaları beraberinde getirmektedir.
Sözleşmelerin Geçersizliği
Türk Borçlar Kanunu'nun 27. maddesi uyarınca, taşıyıcı annelik sözleşmeleri kesin hükümsüz kabul edilmektedir. Bu hükümsüzlüğün temel nedenleri şunlardır:
Kanunun emredici hükümlerine aykırılık açısından değerlendirildiğinde, 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması ve Nakli Hakkında Kanun'un ek madde 1'i ile taşıyıcı anneliğin açıkça yasaklanmış olması, bu tür sözleşmelerin kanuna aykırı nitelik taşımasına yol açmaktadır. Ayrıca Üremeye Yardımcı Tedavi Uygulamaları ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezleri Hakkında Yönetmelik (ÜYTY) de bu yasağı destekleyici niteliktedir.
Kişilik haklarına aykırılık boyutunda ise, taşıyıcı annelik sözleşmelerinin kadının vücut bütünlüğü ve kişilik haklarını ihlal ettiği görüşü hakimdir. Bu sözleşmeler, kadının hamilelik sürecini ve doğum eylemini bir sözleşme konusu haline getirmekte, bu durum ise kişilik haklarının ticari bir meta olarak kullanılması anlamına gelmektedir.
Kamu düzenine aykırılık açısından bakıldığında, taşıyıcı annelik sözleşmeleri toplumsal değerler ve aile kurumunun korunması ilkelerine aykırı görülmektedir. Özellikle ticari nitelikli taşıyıcı annelik uygulamalarının, çocuğun bir ticaret konusu haline getirilmesi riski taşıdığı değerlendirilmektedir.
Doktrinde bazı yazarlar, taşıyıcı annelik sözleşmesinin tıbbi gerekçelerle yapılması, ücret öngörülmemesi ve fedakarlık unsurunun baskın olması durumunda ahlaka aykırı olmayabileceğini savunmuştur. Ancak bu görüş, genel kabul görmemekte ve Türk hukuk sisteminde bu tür sözleşmeler hangi amaçla yapılırsa yapılsın geçersiz sayılmaktadır.
Hukuki Sonuçlar
Taşıyıcı annelik sözleşmelerinin kesin hükümsüz olması, çeşitli hukuki sonuçları beraberinde getirmektedir:
Aynen ifa davası açılamaz: Gönüllü ebeveynler, taşıyıcı annelik sözleşmesinin ifası için mahkemeye başvuramazlar. Sözleşmenin geçersiz olması nedeniyle, taşıyıcı annenin çocuğu teslim etmesi yükümlülüğü hukuki olarak zorlanamaz.
TBK madde 81 uyarınca, hukuka ve ahlaka aykırı bir sonucun gerçekleşmesi amacıyla verilen şey geri istenemez. Bu hüküm, taşıyıcı annelik sözleşmeleri için önemli sonuçlar doğurmaktadır:
- Taşıyıcı annenin aldığı ücret, sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri talep edilemez
- Gönüllü ebeveynlerin yaptığı ödemeler için iadesini isteme hakları bulunmaz
- Sözleşme kapsamında yapılan tüm ödemeler hukuki korumadan yoksundur
TBK madde 182 gereğince, cezai şartın ifası istenemez. Taşıyıcı annelik sözleşmelerinde öngörülen cezai şartlar, sözleşmenin geçersizliği nedeniyle hukuki sonuç doğurmaz. Bu durum, sözleşmenin ihlali halinde öngörülen tazminat yükümlülüklerinin de geçersiz olması anlamına gelmektedir.
Sözleşmenin hukuki niteliği konusunda doktrinde farklı görüşler bulunmaktadır. Bazı yazarlar bu sözleşmeyi aile hukuku sözleşmesi olarak nitelendirirken, bazıları vekalet sözleşmesi benzeri görmektedir. Ancak genel kanaat, taşıyıcı annelik sözleşmesinin sui generis (kendine özgü) bir sözleşme türü olduğu yönündedir.
Bu hukuki durum, Türkiye'de taşıyıcı annelik yöntemini tercih etmek isteyen çiftleri yurtdışı alternatiflerine yönlendirmekte ve sınıraşan taşıyıcı annelik uygulamalarının artmasına neden olmaktadır. Özellikle Kıbrıs gibi bu uygulamanın yasal olduğu ülkeler, Türk vatandaşları için önemli bir alternatif haline gelmiştir.
Soybağı ve Ebeveynlik Hakları
Taşıyıcı annelik uygulamalarında en karmaşık hukuki sorunlardan biri, doğan çocuğun kimlerle soybağı kuracağı ve ebeveynlik haklarının nasıl belirleneceği meselesidir. Türk hukuk sisteminde soybağının kurulması konusunda net düzenlemeler bulunmakla birlikte, taşıyıcı annelik gibi modern üreme teknolojilerinin yarattığı durumlar, mevcut hukuki çerçevede çeşitli yorumlama sorunlarına yol açmaktadır.
Anne ile Soybağının Kurulması
Türk Medeni Kanunu'nun 282. maddesi uyarınca, çocuk ile anne arasındaki soybağı doğumla kurulur. Bu düzenleme, Roma hukukundan gelen "Mater semper certa est" (Anne her zaman bellidir) kuralına dayanmaktadır. Bu ilke, çocuğu doğuran kadının hukuki anne olarak kabul edilmesi anlamına gelmektedir.
Taşıyıcı annelik durumunda bu kural, çocuğu doğuran taşıyıcı annenin hukuki anne sayılması sonucunu doğurmaktadır. Genetik anne ile biyolojik anne arasında ayrım yapılması gereken durumlarda, Türk hukuku doğumu gerçekleştiren kadını anne olarak tanımaktadır. Bu durum, özellikle gestasyonel taşıyıcı annelik uygulamalarında, genetik annenin (yumurtasını veren kadın) hukuki annelik statüsü kazanamaması anlamına gelmektedir.
TMK madde 282'nin kesin karine teşkil etmesi nedeniyle, bu durumun değiştirilmesi oldukça zordur. Mevcut hukuki düzenleme çerçevesinde, genetik anne ile çocuk arasında soybağının kurulması ancak evlat edinme yoluyla mümkün olmaktadır.
Baba ile Soybağının Kurulması
TMK madde 282/2 hükmü uyarınca, çocuk ile baba arasında soybağı üç şekilde kurulabilir:
- Anne ile evlilik yoluyla
- Tanıma yoluyla
- Hakim kararı ile
Taşıyıcı annelik durumunda, taşıyıcı anne bekar ise, gönüllü babanın çocuğu tanıması yeterli olmaktadır. Bu durumda genetik baba ile çocuk arasında soybağının kurulması nispeten daha kolay gerçekleşmektedir. Ancak taşıyıcı anne evli ise, kocasının babası olduğu karinesi devreye girmekte ve durum daha karmaşık hale gelmektedir.
Baba ile soybağının kurulmasında, anneye göre daha esnek bir sistem benimsenmiş olması, taşıyıcı annelik uygulamalarında erkek taraf açısından daha az sorun yaşanmasına neden olmaktadır. Genetik baba, uygun şartlar altında çocuk ile soybağını kurabilmekte ve ebeveynlik haklarını elde edebilmektedir.
Doktrindeki Farklı Görüşler
Türk hukuk doktrininde taşıyıcı annelik durumlarında soybağının nasıl kurulacağı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır:
Nomer'in Görüşü: Genetik bağa öncelik tanıyan bu yaklaşıma göre, taşıyıcı annenin sadece biyolojik anne olması halinde, soybağının tespiti davası yoluyla gerçek annenin belirlenmesi mümkündür. Ancak yumurta bağışı durumunda genetik annenin ebeveynlik iddiasında bulunması mümkün değildir.
Kırkbeşoğlu'nun Görüşü: TMK madde 282'nin kesin karine teşkil etmesi nedeniyle, doğuran kadının anne sayılması gerektiğini savunan bu görüş, gönüllü ebeveynin kendi yumurtalarını kullanmış olsa dahi çocukla soybağını ancak evlat edinme yoluyla kurabileceğini belirtmektedir.
Hatemi'nin Görüşü: Genetik anne ile biyolojik annenin farklı kişiler olması durumunda, doğuran kadının anne olarak kalması gerektiğini, ancak mirasçılık ve evlenme yasağı gibi hakların her iki anne açısından da geçerli olması gerektiğini öne sürmektedir.
Serozan'ın Görüşü: Çocuğun genetik annesine değil, biyolojik annesine ait olması gerektiğini savunan bu yaklaşım, taşıyıcı anneye soybağını reddetme imkanının tanınmaması gerektiğini belirtmektedir.
Bu görüş farklılıkları, Türk hukukunda taşıyıcı annelik konusunda henüz yerleşik bir içtihadın bulunmadığını ve konunun hukuki belirsizlikler içerdiğini göstermektedir. Mevcut yasal düzenlemeler, modern üreme teknolojilerinin yarattığı durumları tam olarak karşılayamamakta ve bu durum hem hukuki hem de sosyal sorunlara yol açmaktadır.
Soybağı konusundaki bu belirsizlikler, taşıyıcı annelik uygulamalarının yasaklanmış olmasına rağmen, yurtdışında bu yönteme başvuran Türk vatandaşları için ciddi hukuki sorunlar yaratmaktadır. Çocuğun kimlik tespiti, vatandaşlık hakları ve ebeveynlik statüsü gibi temel konularda yaşanan belirsizlikler, konunun kapsamlı bir yasal düzenlemeye ihtiyaç duyduğunu ortaya koymaktadır.
Uluslararası Boyut ve Yabancı Ülke Uygulamaları
Taşıyıcı annelik konusunda dünya genelinde farklı yasal yaklaşımlar benimsenmiş olup, bu durum uluslararası hukuki sorunları beraberinde getirmektedir. Ülkeler arasındaki yasal farklılıklar, çiftleri daha liberal düzenlemelere sahip ülkelere yönlendirmekte ve sınıraşan taşıyıcı annelik olgusunu ortaya çıkarmaktadır.
Taşıyıcı Anneliğe İzin Veren Ülkeler
Dünya genelinde taşıyıcı annelik uygulamalarına bakıldığında, ülkelerin bu konuda üç farklı yaklaşım sergilediği görülmektedir. Liberal düzenlemelere sahip ülkeler arasında Amerika Birleşik Devletleri'nin Kaliforniya Eyaleti, Hindistan, Ukrayna, Rusya, İran, Güney Afrika ve Kıbrıs yer almaktadır. Bu ülkeler hem ticari hem de ticari olmayan taşıyıcı annelik uygulamalarına izin vermekte ve detaylı yasal çerçeveler oluşturmuşlardır.
Kısmi izin veren ülkeler kategorisinde ise Kanada, Avustralya ve İngiltere bulunmaktadır. Bu ülkeler yalnızca ticari olmayan, fedakarlık esasına dayalı taşıyıcı annelik uygulamalarına izin vermekte, ticari nitelikli sözleşmeleri yasaklamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri'nde ise durum eyaletlere göre değişiklik göstermekte olup, bazı eyaletler liberal yaklaşım sergilerken, diğerleri tamamen yasaklayıcı tutum benimsemektedir.
Yasaklayıcı ülkeler arasında Fransa, İtalya, Almanya, İspanya, Çin ve Türkiye yer almaktadır. Bu ülkeler taşıyıcı annelik uygulamalarını kamu düzenine ve ahlaka aykırı görmekte, her türlü taşıyıcı annelik sözleşmesini yasaklamaktadır.
Kıbrıs'ta taşıyıcı annelik yasal bir tedavi yöntemi olarak kabul edilmekte ve 21-40 yaş arası sağlıklı kadınların taşıyıcı anne olabilmesi için detaylı şartlar öngörülmektedir. Bu şartlar arasında daha önce sağlıklı doğum yapmış olma, bulaşıcı hastalığa sahip olmama, bağımlılık bulunmama ve sosyal-psikolojik durumun uygun olması yer almaktadır.
Sınıraşan Taşıyıcı Annelik Sorunları
Ülkeler arasındaki yasal farklılıklar, forum shopping olarak adlandırılan olguyu ortaya çıkarmaktadır. Bu durumda çiftler, kendi ülkelerinde yasaklanan taşıyıcı annelik uygulaması için daha uygun şartlar sunan ülkelere yönelmektedir. Türkiye'den Kıbrıs'a, Fransa'dan Amerika'ya, İtalya'dan Ukrayna'ya yapılan bu tür seyahatler giderek yaygınlaşmaktadır.
Sınıraşan taşıyıcı annelik uygulamaları çeşitli hukuki sorunları beraberinde getirmektedir. Bu sorunların başında çocuğun vatandaşlığı meselesi gelmektedir. Çocuğun hangi ülke vatandaşı olacağı, ebeveynlerinin vatandaşlığı, doğum yeri ve ilgili ülkelerin vatandaşlık mevzuatına göre belirlenmektedir.
Ebeveynlik haklarının tespiti de önemli bir sorun alanıdır. Taşıyıcı anneliğin yasaklandığı ülkelerde, yabancı ülkede düzenlenen doğum belgelerinin tanınması ve çocuğun soybağının belirlenmesi karmaşık hukuki süreçleri gerektirmektedir. Özellikle aynı cinsten çiftlerin taşıyıcı annelik yoluyla çocuk sahibi olması durumunda, muhafazakar ülkelerde bu durumun tanınması daha da zorlaşmaktadır.
Yabancı mahkeme kararlarının tanınması konusu da sınıraşan taşıyıcı annelikte karşılaşılan temel sorunlardan biridir. Taşıyıcı anneliğin yasal olduğu ülkelerde verilen ebeveynlik kararlarının, bu uygulamayı yasaklayan ülkelerde tanınıp tanınmayacağı belirsizlik arz etmektedir.
Mahkeme Kararları
Uluslararası mahkeme kararları, sınıraşan taşıyıcı annelik konusundaki hukuki yaklaşımları şekillendirmede önemli rol oynamaktadır. 6 Şubat 1997 tarihli R. v. Human Fertilisation and Embryology Authority kararı, İngiliz Temyiz Mahkemesi tarafından verilmiş önemli bir karardır.
Bu kararda mahkeme, bilinci yerinde olmayan hastadan alınan spermlerin başka bir AB ülkesine götürülmesi konusunu ele almıştır. İngiliz mahkemesi, spermlerin AB ülkeleri arasında ihracı için yazılı izin arayan İngiliz kanun hükmünün, Avrupa Birliği'nin hizmetlerin serbest dolaşımı ilkesine aykırı olduğuna hükmetmiştir. Bu karar, üreme hizmetlerinin sınıraşan boyutunda önemli bir emsal teşkil etmektedir.
Belçika Temyiz Mahkemesi'nin 6 Eylül 2010 tarihli kararı da sınıraşan taşıyıcı annelik açısından dikkat çekicidir. İki erkek Belçika vatandaşının Kaliforniya'da yaptıkları ticari taşıyıcı annelik sözleşmesi sonucu doğan ikizlere ilişkin bu kararda mahkeme, sözleşmenin para karşılığında yapılması sebebiyle Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 7. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3. maddesi uyarınca doğum belgesinin Belçika'da sonuç doğurmayacağına karar vermiştir.
Amerika'da görülen "Bebek M." davası da taşıyıcı annelik hukuku açısından önemli bir emsal teşkil etmektedir. New Jersey mahkemesi bu davada, ticari nitelikli taşıyıcı annelik sözleşm