Markanın Hükümsüzlüğünün Sonuçları

Markanın Hükümsüzlüğünün Sonuçları

Türk marka hukukunda marka hükümsüzlüğü, tescilli markaların geçersiz kılınması sürecini ifade eden kritik bir konudur. 2017 yılında yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu ile düzenlenen bu süreç, marka sahipleri ve hukuk uygulayıcıları için büyük önem taşımaktadır. Hükümsüzlük davalarının hukuki çerçevesi, usul kuralları ve sonuçlarının detaylı bir şekilde anlaşılması, marka hukukunda doğru stratejiler geliştirilmesi açısından kaçınılmazdır.

Hukuki Çerçeve ve Yasal Düzenlemeler

Türk marka hukukunda marka hükümsüzlüğü kavramının anlaşılabilmesi için öncelikle bu alanı düzenleyen yasal çerçevenin incelenmesi gerekmektedir. Türkiye'de marka hukuku uzun yıllar boyunca farklı düzenlemelerle yönetilmiş olup, günümüzde modern bir yasal altyapıya kavuşmuştur.

Sınai Mülkiyet Kanunu'nun Yürürlüğe Girmesi

Türk marka hukuku tarihinde önemli bir dönüm noktası 2017 yılında yaşanmıştır. Bu tarihten önce marka tescili ve korunmasına ilişkin düzenlemeler 556 sayılı Markaların Korunması Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname ile yürütülmekteydi. Ancak bu düzenleme, modern ticaretin gereksinimlerini karşılamakta yetersiz kalmaya başlamış ve uluslararası standartlarla uyum sağlanması ihtiyacı ortaya çıkmıştır.

22 Aralık 2016 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nda kabul edilen ve 10 Ocak 2017 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu, Türk marka hukukunda kapsamlı bir reforma imza atmıştır. Bu kanun, sadece markaları değil, aynı zamanda patentler, faydalı modeller, endüstriyel tasarımlar ve coğrafi işaretler gibi sınai mülkiyet haklarının tamamını tek çatı altında düzenlemiştir.

Yeni kanunun getirdiği en önemli değişikliklerden biri, marka hükümsüzlüğü süreçlerinin daha detaylı ve sistemli bir şekilde düzenlenmesi olmuştur. SMK Madde 25 ile marka hükümsüzlüğünün hukuki çerçevesi net bir şekilde çizilmiş ve bu konudaki belirsizlikler giderilmiştir. Kanun, Avrupa Birliği mevzuatı ile uyumlu hale getirilirken, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası anlaşmaların gerekliliklerini de karşılamıştır.

Sınai Mülkiyet Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle birlikte, marka sahipleri ve hukuk uygulayıcıları için daha öngörülebilir bir hukuki ortam yaratılmıştır. Özellikle hükümsüzlük davalarında uygulanacak usul ve esaslar konusunda getirilen açıklıklar, bu alandaki uyuşmazlıkların çözümünde önemli kolaylıklar sağlamıştır.

Marka Tescil Sistemi

Türk marka hukuku sisteminde tescil ilkesi geçerlidir ve markalar ancak Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde yapılan başvuru sonucunda tescil edilerek hukuki korumaya kavuşur. SMK Madde 4 uyarınca marka, "bir teşebbüsün mal ve hizmetlerini bir başka teşebbüsün mal ve hizmetlerinden ayırt etmeye yarayan her türlü işaret" olarak tanımlanmıştır. Bu tanım, markanın temel fonksiyonu olan ayırt edicilik özelliğini ön plana çıkarmaktadır.

Marka tescil sistemi, başvuru esaslı olarak işlemektedir. Marka sahibi olmak isteyen kişi veya kuruluşun, markasını kullanmadan önce Türk Patent ve Marka Kurumu'na başvurarak tescil ettirmesi gerekmektedir. Bu sistem, markanın hukuki güvence altına alınması ve üçüncü kişilere karşı korunması açısından kritik öneme sahiptir.

Tescil sürecinde, başvurulan markanın kanunda belirtilen tescil şartlarını taşıyıp taşımadığı incelenir. Bu inceleme sırasında, markanın hem mutlak red nedenlerini içermemesi hem de nisbi red nedenlerine takılmaması gerekir. Eğer bir marka, tescil sırasında bu şartları sağlıyor gibi görünse bile sonradan bu şartları kaybederse veya tescil sırasında bu şartları taşımadığı anlaşılırsa, marka hükümsüzlük davası söz konusu olabilir.

Türk Patent ve Marka Kurumu'nun marka tescil işlemlerindeki rolü, sadece başvuruları değerlendirmek ve tescil kararı vermekle sınırlıdır. Tescilli bir markanın hükümsüzlüğüne karar verme yetkisi ise mahkemelere aittir ve kurum bu konuda hasım gösterilemez. Bu durum, yargı erkinin bağımsızlığı ilkesi gereği, marka hükümsüzlük davalarının adil bir şekilde yürütülmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Marka tescil sisteminin etkin işleyişi, hem marka sahiplerinin haklarının korunması hem de haksız rekabetin önlenmesi açısından vazgeçilmezdir. SMK Madde 25 ile düzenlenen hükümsüzlük mekanizması, bu sistemin denetim mekanizması olarak işlev görmekte ve hatalı tescillerin düzeltilmesi imkanını sağlamaktadır.

Marka Hükümsüzlük Nedenleri

Marka hükümsüzlüğü davalarının temelini oluşturan sebepler, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu'nun 25. maddesi uyarınca SMK'nın 5. ve 6. maddelerinde düzenlenen ret nedenlerinin varlığı halinde ortaya çıkmaktadır. Bu nedenler, marka tescil aşamasında başvurunun reddedilmesi gereken durumları ifade etmekle birlikte, tescil sonrasında da hükümsüzlük davası açılması için hukuki dayanak teşkil etmektedir.

Mutlak Red Nedenleri (SMK Madde 5)

SMK'nın 5. maddesi, kamu düzenini ve genel menfaatleri ilgilendiren mutlak red nedenlerini düzenlemektedir. Bu nedenler, Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından re'sen dikkate alınır ve herhangi bir itiraz olmasa dahi başvurunun reddedilmesine yol açar.

Ayırt edici niteliği bulunmayan işaretler, mutlak red nedenlerinin başında gelmektedir. Markanın en temel özelliği olan ayırt ediciliği sağlamayan işaretler, marka olarak tescil edilemez. Bu kapsamda cins, çeşit, vasıf, kalite, miktar belirten işaretler ile malın doğası gereği ortaya çıkan şekilleri içeren işaretler de tescilden men edilmiştir.

Halkı yanıltacak işaretler de önemli bir mutlak red nedenidir. Markanın mal veya hizmetin gerçek niteliği, kalitesi, coğrafi menşei gibi özellikleri hakkında tüketicileri yanıltacak nitelikte olması durumunda hükümsüzlük davası açılabilir.

Kamu düzenine ve genel ahlaka aykırı işaretler, toplumsal değerlerle çelişen, rahatsızlık veren veya toplumsal barışı bozabilecek nitelikteki işaretleri kapsamaktadır. Dini değerleri ve sembolleri içeren işaretler de bu kapsamda değerlendirilmektedir.

Tescilli coğrafi işaret içeren işaretler ile Paris Sözleşmesi kapsamında korunması gereken işaretler de mutlak red nedenleri arasında yer almaktadır. Ayrıca kamuyu ilgilendiren, tarihi ve kültürel değerleri içeren yetkisiz işaretlerin tescili de mümkün değildir.

Nisbi Red Nedenleri (SMK Madde 6)

SMK'nın 6. maddesi, özel kişi ve kuruluşların haklarını korumaya yönelik nisbi red nedenlerini düzenlemektedir. Bu nedenler, ilgili kişiler tarafından itiraz edilmesi halinde dikkate alınır ve hükümsüzlük davası açılmasında hukuki dayanak oluşturur.

Önceki tarihli markalarla aynılık veya benzerlik durumu, en sık karşılaşılan nisbi red nedenidir. Daha önce tescil edilmiş veya başvurusu yapılmış markalarla aynı veya benzer olan ve karıştırılma ihtimali bulunan markalar bu kapsamda değerlendirilir. Yargıtay kararlarında da vurgulandığı üzere, markaların görsel, işitsel ve anlamsal açıdan benzerliği ile aynı veya benzer mal ve hizmet sınıflarında bulunması halinde hükümsüzlük kararı verilebilir.

Tanınmış markalarla ilgili düzenlemeler de nisbi red nedenleri arasındadır. Tanınmış bir markayla benzer işaret kullanılması ve bu durumun markanın itibarını zedelemesi veya haksız çıkar sağlanması halinde hükümsüzlük davası açılabilir.

Ticari vekil veya temsilcinin izinsiz tescili durumu, güven ilişkisinin kötüye kullanılması olarak değerlendirilmekte ve hükümsüzlük nedeni sayılmaktadır. Bu durum, iş ilişkisi içerisinde edinilen bilgilerin kötüye kullanılmasını önlemeyi amaçlamaktadır.

Başkasının kişi ismini, ticaret unvanını veya fikri mülkiyet haklarını içeren işaretlerin yetkisiz olarak tescil edilmesi de nisbi red nedenleri kapsamındadır. Bu düzenleme, kişilik haklarının ve fikri mülkiyet haklarının korunmasını sağlamaktadır.

Önceki tarihli tescilsiz marka hakları da nisbi red nedeni olarak kabul edilmiştir. Bu durum, tescil edilmemiş ancak kullanım yoluyla hak kazanılmış markaların korunmasını amaçlamaktadır.

SMK'nın 26. maddesi uyarınca, markanın tescilden itibaren 5 yıl süreyle kesintisiz kullanılmaması da hükümsüzlük nedeni olarak düzenlenmiştir. Bu sürenin hesaplanmasında, markanın gerçek anlamda ticari faaliyetlerde kullanılması esas alınmakta, sadece şekli kullanımlar yeterli görülmemektedir. 5 yıllık süre boyunca markanın hiç kullanılmaması veya haklı sebep olmaksızın kullanımda kesinti olması durumunda hükümsüzlük davası açılabilir.

Marka hükümsüzlük nedenlerinin doğru bir şekilde belirlenmesi ve değerlendirilmesi, hem marka sahiplerinin haklarının korunması hem de adil rekabet ortamının sağlanması açısından kritik öneme sahiptir. Bu nedenler, marka hukukunun temel ilkelerini yansıtmakta ve hükümsüzlük davalarının hukuki zeminini oluşturmaktadır.

Dava Usulü ve Mahkeme Yetkisi

Marka hükümsüzlük davalarının etkin bir şekilde yürütülmesi, uygun mahkeme önünde ve doğru usulle açılmasına bağlıdır. 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu, bu davaların usul kurallarını ayrıntılı olarak düzenlemiş ve mahkeme yetkisi konusunda net kriterler belirlemiştir. Bu kapsamda, hem görev hem de yetki kurallarının doğru uygulanması, davanın başarıya ulaşması açısından kritik öneme sahiptir.

Görevli ve Yetkili Mahkemeler

Marka hükümsüzlük davalarında görevli mahkeme, Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemeleri olarak belirlenmiştir. Bu özel mahkemeler, fikri mülkiyet hukukunun karmaşık ve teknik yapısı nedeniyle bu alanda uzmanlaşmış hakimlerden oluşmaktadır. Ancak her il merkezinde bu özel mahkemelerin bulunmaması durumu göz önünde bulundurularak, kanun koyucu alternatif bir sistem öngörmüştür.

Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi'nin bulunmadığı yerlerde, sırasıyla 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve bunun da bulunmadığı yerlerde 1. Asliye Hukuk Mahkemesi görevli kılınmıştır. Bu düzenleme, ülke genelinde adli erişimin sağlanması ve davaların makul sürede sonuçlandırılması amacıyla getirilmiştir.

Yetki bakımından ise davalının yerleşim yeri mahkemesi esas alınmaktadır. Bu kural, genel yetki kuralları çerçevesinde belirlenmektedir. Davalının gerçek kişi olması durumunda ikametgahı, tüzel kişi olması halinde ise merkezi bulunduğu yer mahkemesi yetkili olmaktadır. Marka hükümsüzlük davalarında özel bir yetki kuralı öngörülmediği için, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun genel yetki hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.

Mahkeme yetkisi konusunda dikkat edilmesi gereken önemli bir husus da Türk Patent ve Marka Kurumu'nun konumudur. TPMK, marka tescil işlemlerini gerçekleştiren idari otorite olmasına rağmen, hükümsüzlük davalarında hasım gösterilemez. Bu durum, hükümsüzlük davalarının mahkeme tarafından verilen inşai nitelikli kararlarla çözümlenmesi ve TPMK'nın bu süreçte sadece marka sicilini güncellemekle yükümlü olması ile açıklanabilir.

Dava Açma Yetkisi ve Davalı

Marka hükümsüzlük davası açma yetkisi, geniş bir çerçevede düzenlenmiştir. SMK madde 25 uyarınca, bu davaları açma yetkisine sahip olanlar şunlardır:

Menfaati olan kişiler, hükümsüzlük davasının temel davacı grubunu oluşturmaktadır. Bu kavram geniş yorumlanmakta olup, rakip işletmeler, aynı sektörde faaliyet gösteren diğer marka sahipleri, tescilli markanın kullanımından zarar gören veya zarar görme ihtimali bulunan kişiler bu kapsamda değerlendirilmektedir. Menfaatin varlığının somut olarak ispat edilmesi gerekmektedir.

Cumhuriyet savcıları da hükümsüzlük davası açma yetkisine sahiptir. Bu yetki özellikle kamu düzenini ilgilendiren durumlarda, SMK madde 5 kapsamındaki mutlak red nedenlerinin varlığı halinde devreye girmektedir. Kamu yararının korunması gereken durumlarda savcıların re'sen dava açma yetkisi bulunmaktadır.

İlgili kamu kurum ve kuruluşları da belirli hallerde hükümsüzlük davası açabilmektedir. Bu durum özellikle kamu kurum ve kuruluşlarının yetkisine giren alanlarda, kamuyu ilgilendiren veya tarihi ve kültürel değerleri içeren işaretlerin yetkisiz olarak tescil edilmesi halinde söz konusu olmaktadır.

Davalı açısından bakıldığında, marka sicilinde marka sahibi olarak görünen kişi davalı sıfatını taşımaktadır. Bu durum, marka hakkının tescille birlikte kazanıldığı ve sicilde kayıtlı kişinin hukuki olarak marka sahibi sayıldığı ilkesinden kaynaklanmaktadır. Markanın sonradan devredilmesi halinde bile, sicildeki kayıt esas alınmakta ve güncel marka sahibi davalı olarak gösterilmelidir.

Dava açılırken menfaatin ispatı kritik bir unsurdur. Davacının, markanın hükümsüzlüğünden doğacak hukuki yararını somut delillerle ortaya koyması gerekmektedir. Bu menfaat, ekonomik zarar, rekabet kaybı, marka karışıklığı veya haksız rekabet gibi çeşitli şekillerde tezahür edebilir.

Mahkeme süreci açısından, hükümsüzlük davalarının herhangi bir zamanaşımı süresine tabi olmaması da önemli bir özelliktir. Bu durum, marka hukukunun kamu düzeni ile yakın ilişkisi ve tescil hatalarının her zaman düzeltilebilmesi gerekliliğinden kaynaklanmaktadır. Ancak somut olayın özelliklerine göre, uzun süre geçtikten sonra açılan davaların kötüniyet değerlendirmesi kapsamında ele alınabileceği de göz ardı edilmemelidir.

Yargıtay İçtihatları ve Hukuki Sonuçlar

Marka hükümsüzlüğü davalarında Yargıtay'ın içtihatları, hem hukuki uygulamanın şekillenmesi hem de mahkemelerin karar verme süreçlerinde yol gösterici olmaktadır. Bu bağlamda, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nin verdiği kararlar, marka hukukunun gelişimi ve uygulanması açısından büyük önem taşımaktadır.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Kararları

Marka hükümsüzlüğü davalarının zamanaşımı konusu Yargıtay içtihatlarında önemli bir yer tutmaktadır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nin 1997/5757 E.-1997/9676 K. sayılı kararı, hükümsüzlük davasının açılacağı süre konusunda temel bir içtihat oluşturmuştur. Mahkeme bu kararında, tanınmış markalar için öngörülen 5 yıllık sürenin diğer markalar için de uygulanmasının uygun olduğunu belirtmiştir. Bu yaklaşım, hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik açısından önemli bir ilke ortaya koymuştur.

Kötü niyetli tescil konusunda Yargıtay'ın yaklaşımı da son derece dikkat çekicidir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nin 2021/3533 E., 2022/3452 K. sayılı kararında, kötü niyetle tescil edilen marka konusunda kötü niyetin tescil sırasındaki varlığının detaylı bir şekilde incelenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu karar, marka hukukunda kötü niyet kavramının somutlaştırılması açısından önemli kriterler sunmaktadır.

Yargıtay'ın markaların benzerliği ve karıştırılma ihtimali konusundaki yaklaşımı da içtihat hukuku açısından kritiktir. 26 Eylül 2022 tarihli Yargıtay kararında ele alınan "Et Bizim İşimiz" davası, markaların değerlendirilmesinde önemli ilkeler ortaya koymuştur. Mahkeme bu kararda, "Et Bizim İşimiz" ibaresinin her iki markaya da görünüş ve ayrıcalık sağlayan asıl unsur olduğunu tespit etmiş ve bu durumda taraf markalarının SMK madde 6 anlamında ilişkilendirme ve karıştırılma ihtimali oluşturabilecek şekilde görsel, işitsel ve anlamsal açıdan benzer olduğunu belirtmiştir.

Bu kararlar, marka hükümsüzlüğü davalarında mahkemelerin markaların esaslı unsurlarını belirleme, benzerlik değerlendirmesi yapma ve karıştırılma ihtimalini tespit etme konularında tutarlı bir yaklaşım sergilemesi gerektiğini göstermektedir.

Hükümsüzlük Kararının Etkileri

Marka hükümsüzlüğü kararının hukuki niteliği, bozucu yenilik doğuran bir karar olmasıdır. Bu özellik, kararın hukuki sonuçları açısından büyük önem taşımaktadır. Hükümsüzlük kararları kural olarak geleceğe etkili olmakla birlikte, SMK madde 5 kapsamındaki mutlak red nedenleri söz konusu olduğunda geçmişe etkili olabilmektedir.

Hükümsüzlük kararının geçmişe etkili olması durumunda, markanın hiçbir zaman geçerli bir şekilde tescil edilmemiş gibi kabul edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu durum, marka sahibinin o ana kadar elde ettiği hakların ve yaptığı işlemlerin geçerliliğini etkileyebilmektedir. Ancak, daha önceden kesinleşmiş mahkeme kararları ve üçüncü kişilerle yapılmış sözleşmelerin bu karardan etkilenmemesi, hukuki güvenlik ilkesinin bir gereğidir.

Hükümsüzlük kararının marka üzerindeki rehin, haciz ve intifa hakları üzerindeki etkisi de önemli bir konudur. Markanın hükümsüz sayılması halinde, bu hakların da kendiliğinden sona ereceği kabul edilmektedir. Bu durum, marka üzerinde hak sahibi olan üçüncü kişilerin menfaatlerinin korunması açısından dikkatle değerlendirilmesi gereken bir husustur.

Türk Patent ve Marka Kurumu'nun hükümsüzlük kararı sonrasındaki yükümlülükleri de belirlenmiştir. Kurum, mahkeme kararının kesinleşmesi üzerine markanın sicilden terkinini gerçekleştirmek zorundadır. Bu işlem, marka sicilinin güncel tutulması ve hukuki güvenliğin sağlanması açısından kritik öneme sahiptir.

Marka hükümsüzlüğü davalarının hukuki sonuçları, hem bireysel hem de kamusal menfaatlerin korunması açısından dengeleyici bir işlev görmektedir. Yargıtay içtihatları, bu dengenin sağlanmasında önemli kriterler sunarak, marka hukukunun gelişimine katkı sağlamaktadır. Bu çerçevede, hükümsüzlük kararlarının etkileri konusunda oluşan içtihadi yaklaşım, Türk marka hukukunun uluslararası standartlara uygun şekilde gelişimini desteklemektedir.

Yazar Görseli
Müellif

Av. Ali Haydar GÜLEÇ

Güleç Hukuk Bürosu'nda 9 yıldır yöneticilik ve avukatlık yapmaktadır.