
Hakaret Suçunda Hukuka Uygunluk Nedenleri
Türk ceza hukukunda hakaret suçu ve bu suça karşı tanınan hukuka uygunluk nedenleri, hukuk uygulayıcıları için kritik öneme sahiptir. TCK'nın 125-131. maddeleri arasında düzenlenen hakaret suçu, hem bireysel hakları korumayı hem de ifade özgürlüğü ile dengeyi sağlamayı amaçlamaktadır. Bu makalede, hakaret suçunun unsurları, nitelikli halleri ve özellikle iddia-savunma dokunulmazlığı gibi hukuka uygunluk nedenleri detaylı şekilde incelenmektedir.
Hakaret Suçunun Genel Yapısı ve Kanuni Düzenlemesi
Suçun Tanımı ve Kapsamı
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 125-131. maddeleri arasında "Şerefe Karşı Suçlar" başlığı altında düzenlenen hakaret suçu, Türk ceza hukukunun önemli suç tiplerinden birini oluşturmaktadır. TCK madde 125/1 uyarınca hakaret suçu, "bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran" fiiller olarak tanımlanmaktadır.
765 sayılı eski TCK döneminde hakaret ve sövme ayrı suç tipleri olarak düzenlenirken, 5237 sayılı TCK ile bu ayrıma son verilmiş ve sövme, hakaret suçunun bir işleniş biçimi haline getirilmiştir. Bu değişiklik, kanun koyucunun suçun kapsamını genişletme ve uygulamada ortaya çıkan tereddütleri giderme amacını yansıtmaktadır.
Hakaret suçu seçimlik hareketli bir suç olup iki farklı şekilde işlenebilmektedir:
- Somut fiil veya olgu isnadı: Mağdurun onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte belirli bir fiil veya olgunun isnat edilmesi
- Sövme: Somut fiil isnadı olmaksızın mağdurun onur ve saygınlığını inciten, aşağılayan söz veya hareketlerde bulunma
Suçun korunan hukuki değeri, bireyin toplum içindeki saygınlığı ve sosyal değeridir. Şeref kavramı hem objektif (toplumsal saygınlık) hem de sübjektif (kişinin kendine saygısı) boyutları içermektedir.
Faili ve Mağduru
Hakaret suçunun faili herhangi bir gerçek kişi olabilir. Suç özgü suç niteliğinde olmayıp, ceza ehliyetine sahip her birey fail olabilmektedir. Tüzel kişiler doğrudan hakaret suçunun faili olamazlar; ancak tüzel kişilerin temsilcileri gerçek kişi sıfatıyla sorumlu tutulabilirler.
Basın yoluyla işlenen hakaret suçlarında sorumluluk, 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 11. maddesi hükümlerine göre belirlenmektedir. Bu düzenlemeye göre cezai sorumluluk kural olarak eser sahibinindir.
Hakaret suçunun mağduru herhangi bir gerçek kişi olabilir. Mağdurun isnat yeteneği bulunması şart değildir; bu nedenle küçükler ve akıl hastaları da mağdur olabilmektedir. TCK madde 126 uyarınca mağdurun isminin açıkça belirtilmesi gerekmemekte, kimliğinin duraksanmayacak şekilde anlaşılabilir olması yeterli görülmektedir.
Ölüler hakaret suçunun mağduru olamazlar; ancak TCK madde 130 ölünün hatırasına hakaret fiilini ayrıca düzenlemektedir. Özel koruma kapsamında 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun ile Atatürk'ün hatırasına hakaret özel olarak düzenlenmiştir.
Tüzel kişilerin hakaret suçunun mağduru olup olamayacağı konusu doktrinde tartışmalıdır. Bir görüş tüzel kişilerin şeref kavramının mahiyeti gereği mağdur olamayacağını savunurken, diğer görüş tüzel kişilerin de toplumsal saygınlığa sahip olduğu gerekçesiyle mağdur olabileceklerini ileri sürmektedir.
Suçun Unsurları
Hakaret suçunun maddi unsuru serbest hareketli olup, herhangi bir şekilde işlenebilmektedir. Suç sırf davranış suçu niteliğinde olup maddi netice gerektirmemektedir. Mağdurun saygınlığını hedef alan söz ve davranışların varlığı suçun oluşması için yeterlidir.
Manevi unsur açısından hakaret suçu genel kastla işlenebilen bir suçtur. Failin sözlerin veya hareketlerin onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte olduğunu bilmesi ve bu bilinçle hareket etmesi suçun oluşması için yeterlidir. Özel kast aranmamaktadır.
Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için TCK madde 125/2 uyarınca fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi şartı aranmaktadır. Bu düzenleme ile hakaret fiilinin belirli bir yaygınlık kazanması ve mağdurun toplumsal saygınlığını gerçekten tehlikeye düşürme ihtimali bulunan hallerin cezalandırılması amaçlanmıştır.
Hakaret suçu için öngörülen ceza üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezasıdır. Suç temel şekli itibariyle şikayete bağlı olup, mağdurun altı ay içinde şikayet hakkını kullanması gerekmektedir. Ancak kamu görevlisine veya cumhurbaşkanına karşı işlenmesi halinde suç re'sen soruşturulan suçlar kategorisine girmektedir.
Hakaret Suçunun Nitelikli Halleri ve Özel Durumları
Türk Ceza Kanunu'nda hakaret suçu, temel şeklinin yanı sıra belirli koşullar altında ağırlaştırılmış haller ve özel düzenlemeler içermektedir. Bu nitelikli haller, suçun işleniş biçimi, mağdurun özelliği veya işlendiği ortamın niteliği göz önünde bulundurularak kanun koyucu tarafından öngörülmüştür.
Kamu Görevlisine Hakaret
TCK m. 125/3-a uyarınca, kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret işlenmesi halinde cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. Bu düzenlemenin amacı, kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlamak ve kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirirken karşılaştıkları saldırılara karşı koruma sağlamaktır.
Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçunun oluşabilmesi için yapılan kamu görevi ile hakaret eylemi arasında nedensellik bağının bulunması gerekir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2014/4-755 E., 2017/126 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, öğretmene öğrencilere sahip çıkmaması konusunda yapılan hakaretin görevinden dolayı hakaret oluşturduğu kabul edilmiştir.
Bu nitelikli hallin uygulanması için şu koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekir:
- Mağdurun kamu görevlisi olması
- Hakaretin görevinden dolayı yapılması
- Failin muhatabın kamu görevlisi olduğunu bilmesi
Yargıtay 4. Ceza Dairesi'nin 2024/1830 E., 2024/3017 K. sayılı kararında vurgulandığı gibi, failin kamu görevlisi olduğunu bilmediği şahsa karşı gerçekleştirdiği hakaret eyleminde kastın suçun temel şekline yönelik olduğu, TCK 30/2. maddesi gereği nitelikli hallerindeki hatadan faydalanacağı belirtilmiştir.
Alenen İşlenme
TCK m. 125/4 hükmü uyarınca, hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda bir oranında artırılır. Aleniyet, suçun belirsiz sayıda kişiler tarafından algılanabilir şekilde işlenmesi anlamına gelmektedir.
Yargıtay kararlarına göre aleniyet unsurunun gerçekleşmesi için:
- Fiilin kamuya açık bir yerde işlenmesi
- Belirsiz sayıda kişinin olayı algılayabilme imkanının bulunması
- Hakaret eyleminin kamu tarafından bilinebilir nitelikte olması
Ancak her kamuya açık yerdeki hakaret aleni sayılmaz. Yargıtay 4. Ceza Dairesi'nin 2022/11349 E., 2022/24561 K. sayılı kararında, cezaevinin mahkum kabul biriminde işlenen hakaret eyleminde aleniyet unsurunun gerçekleşmediği belirtilmiştir. Benzer şekilde, apartman merdivenlerinde veya röntgen odalarında işlenen hakaret eylemlerinde aleniyet unsuru kabul edilmemiştir.
Gıyapta Hakaret
TCK m. 125/1'in son cümlesinde yer alan düzenlemeye göre, mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir. Bu düzenleme, 765 sayılı eski TCK'daki "ikiden ziyade" ibaresinin "en az üç kişi" şeklinde değiştirilmesiyle oluşturulmuştur.
İhtilat unsurunun gerçekleşmesi için:
- Hakaret eyleminin en az üç kişi ile paylaşılması
- Bu kişilerin hakaret içeriğini anlaması
- İhtilat eyleminin bilinçli olarak gerçekleştirilmesi
Yargıtay 18. Ceza Dairesi'nin 2019/8104 E., 2020/4096 K. sayılı kararında, ihtilat unsurunun ispatı için tanık dinlenmesinin zorunlu olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca, Yargıtay 18. Ceza Dairesi'nin 2016/18243 E., 2017/2413 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, gıyapta hakaret için ihtilat unsurunun gerçekleşmemesi halinde suç oluşmayacaktır.
5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanun ile Atatürk'ün hatırasına hakaret özel olarak düzenlenmiş olup, bu suçun soruşturması şikayete bağlı değildir ve gıyapta hakaret için ihtilat şartı aranmamaktadır.
Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine yönelik hakaret ise TCK m. 125/5 uyarınca özel bir düzenlemeye tabidir. Bu durumda suç, kurulu oluşturan tüm üyelere karşı işlenmiş sayılır ve zincirleme suç hükümleri uygulanır.
Bu nitelikli haller, hakaret suçunun çeşitli şekillerde ağırlaştırılmasını sağlarken, aynı zamanda suçun unsurlarının dikkatli bir şekilde değerlendirilmesini gerektirmektedir. Özellikle aleniyet ve ihtilat unsurlarının tespitinde somut olayın özelliklerinin dikkate alınması, adil yargılanma açısından kritik öneme sahiptir.
İddia ve Savunma Dokunulmazlığı
İddia ve savunma dokunulmazlığı, Türk Ceza Kanunu'nun 128. maddesinde düzenlenen ve hakaret suçuna karşı önemli bir hukuka uygunluk nedeni oluşturan kurumsal güvence mekanizmasıdır. Bu dokunulmazlık, adil yargılanma hakkının temel gereklerinden biri olarak, yargılama sürecine katılan tüm tarafların özgürce iddia ve savunma yapabilmelerini sağlamaktadır.
TCK 128. Madde Düzenlemesi
TCK m. 128 uyarınca, "yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında kişilerle ilgili somut isnatlar veya olumsuz değerlendirmeler yapılması halinde ceza verilmez" hükmü getirilmiştir. Bu düzenleme, hem ceza hem de özel hukuk yargılamalarında kapsamlı bir koruma sağlamaktadır.
Kanun koyucu, bu düzenlemeyle yargılamanın sağlıklı işleyebilmesi için gerekli olan ifade özgürlüğü ortamını güvence altına almıştır. Yargılama sürecinde tarafların gerçekleri ortaya çıkarabilmeleri ve etkili savunma yapabilmeleri için bazen sert ifadeler kullanmaları zorunlu hale gelebilmektedir.
Maddenin devamında önemli bir sınırlama getirilmiştir: "Ancak, bu isnat ve değerlendirmelerin gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla ilgili bulunması gerekir." Bu şart, dokunulmazlığın keyfi kullanımını önlemekte ve makul sınırlar çizmektedir.
Dokunulmazlığın Koşulları
YCGK 2007/174 sayılı karar ile belirlenen kriterlere göre, iddia ve savunma dokunulmazlığından yararlanabilmek için üç temel koşulun birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir:
Şekil Şartı: Eylemin iddia veya savunma niteliğindeki evrakla yazılı olarak veya yargı organları huzurunda sözlü olarak yapılması gerekmektedir. Bu koşul, dokunulmazlığın sadece resmi yargılama süreçleri kapsamında geçerli olduğunu göstermektedir.
Yer Şartı: Fiilin yargı organlarına verilen dilekçelerde veya bu organlar huzurunda gerçekleştirilmesi zorunludur. İdari makamlar nezdindeki başvurular da bu kapsama dahildir.
Ölçülülük Şartı: Hak kullanılırken sınırın aşılmaması ve eylemle savunma arasında mantıksal bağlantı bulunması gerekir. Bu koşul, hakaret içerikli ifadelerin savunma ile ilgili olması ve orantılılık ilkesine uygunluğunu sağlar.
Yargıtay İçtihatları
Yargıtay kararları, iddia ve savunma dokunulmazlığının pratik uygulama sınırlarını belirlemede önemli katkılar sağlamıştır. Y18CD 2017/7314 sayılı kararda, "davada tarafların iddia ve savunmalarını gerektiği şekilde yapabilmeleri için belirli koşullarda isnadlarda bulunabilecekleri ve muhataplarını küçük düşürücü ifadeler kullanabilecekleri" belirtilerek geniş bir koruma sağlanmıştır.
Y18CD 2017/2946 sayılı kararında ise, dokunulmazlığın hukuka uygunluk nedeni olması sebebiyle "ceza verilmesine yer olmadığı" değil, beraat kararı verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu yaklaşım, dokunulmazlığın niteliğini açık şekilde ortaya koymaktadır.
Y4CD 2015/1626 sayılı kararda, hakime yönelik "İstiklal Mahkemesi hakimi gibi" benzetmesinin iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında kaldığı kararlaştırılarak, eleştiri içeren ifadelerin de koruma altında olduğu gösterilmiştir.
Somut olay değerlendirmeleri açısından, Y18CD 2017/6473 sayılı kararında savunma sırasında "bunlar dürüst insanlar değiller" ifadesinin, Y4CD 2014/36693 sayılı kararında ise "küstahca ifadeler" sözünün dokunulmazlık kapsamında kaldığı tespit edilmiştir.
Sınır aşımı durumlarında ise YCGK 2007/174 sayılı kararda, avukatın "şaibeli, tecavüz ve hırsızlık sonucu elde edilmiş delil" ifadesiyle savunma sınırlarını aştığı ve ölçülülük koşulunu ihlal ettiği belirtilerek dokunulmazlığın kapsamı netleştirilmiştir.
Bu dokunulmazlık, demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarından olan adil yargılanma hakkının etkin şekilde kullanılabilmesi için kritik öneme sahiptir.
Basın Özgürlüğü ve Haber Verme Hakkı
Basın özgürlüğü ve haber verme hakkı, demokratik toplumların temel direği olarak kabul edilir. Türk ceza hukukunda hakaret suçu bağlamında bu hakların korunması, Anayasa m. 26 ve 5187 sayılı Basın Kanunu çerçevesinde özel bir önem arz etmektedir. Basın yoluyla işlenen hakaret suçlarında hukuka uygunluk nedenleri değerlendirilirken, ifade özgürlüğü ile kişilik hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir.
5187 sayılı Basın Kanunu
5187 sayılı Basın Kanunu, basın yoluyla işlenen suçlarda özel düzenlemeler getirmektedir. Kanunun 11. maddesi, basın yoluyla işlenen suçlarda cezai sorumluluğun belirlenmesine dair temel ilkeleri ortaya koymaktadır. Bu düzenlemeye göre, basın yoluyla işlenen hakaret suçlarında öncelikle eser sahibi sorumlu tutulmaktadır.
Basın yoluyla hakaret suçunun işlenmesi halinde sorumluluk sıralaması şu şekildedir:
- Birinci derecede sorumluluk: Eser sahibine aittir
- İkinci derecede sorumluluk: Eser sahibinin tespit edilememesi veya Türkiye'de bulunmaması halinde yayın yönetmenine aittir
- Üçüncü derecede sorumluluk: Yayın yönetmeninin de tespit edilememesi halinde sorumlu müdüre aittir
Bu sorumluluk kademesi, basın özgürlüğünün korunması ile birlikte hukuki güvenliğin sağlanması amacını taşımaktadır. Basın organlarının kurumsal sorumluluğu da bu çerçevede değerlendirilmektedir.
Cezai Sorumluluk
Basın yoluyla işlenen hakaret suçlarında cezai sorumluluk, genel ceza hukuku ilkelerinden farklı özellikler göstermektedir. Tüzel kişiler hakaret suçunun faili olamazken, basın organlarının temsilcileri gerçek kişi sıfatıyla sorumlu tutulabilmektedir.
Basın yoluyla hakaret suçunda manevi unsurun tespiti özel önem taşımaktadır. Fail, yayınlanan içeriğin hakaret niteliği taşıdığını ve mağdurun onur, şeref ve saygınlığını rencide edebileceğini bilmeli veya bilmesi gerekmelidir. Bu durum, basın çalışanlarının mesleki özen yükümlülüğü kapsamında değerlendirilmektedir.
Gıyapta hakaret açısından basın yoluyla işlenen suçlarda TCK m. 125 uyarınca aranan "en az üç kişi ile ihtilat" şartı, yayının niteliği gereği genellikle gerçekleşmiş kabul edilmektedir. Basın yayını, tanımı gereği kamuya açık ve çok sayıda kişi tarafından erişilebilir niteliktedir.
Haber Verme Hakkının Sınırları
Haber verme hakkı, Anayasa m. 26 kapsamında korunan ifade özgürlüğünün özel bir görünüm şeklidir. Ancak bu hakkın kullanımında belirli sınırlar bulunmaktadır. Yargıtay 4. Ceza Dairesi'nin 2024/8617 sayılı kararı, bu konuda önemli kriterler ortaya koymaktadır.
Kararda, mağdurun statüsüne göre farklı değerlendirme kriterleri uygulanması gerektiği vurgulanmıştır:
- Sade vatandaş: En yüksek koruma seviyesi
- Kamuya mal olmuş kişi: Orta düzey koruma
- Kamu görevlisi: Sınırlı koruma
- Siyasetçi: En düşük koruma seviyesi
Bu ayrım, demokratik denetim ve hesap verebilirlik ilkeleri çerçevesinde şekillendirilmiştir. Siyasetçiler ve kamu görevlilerine yönelik eleştiriler, kamu yararı gözeterek daha geniş bir hoşgörü ile değerlendirilmektedir.
Haber verme hakkının hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilebilmesi için şu şartlar aranmaktadır:
- Kamu yararının bulunması
- Gerçek ve doğru bilgiye dayanması
- Orantılılık ilkesine uygunluk
- Mesleki etik kurallarına uyum
İfade özgürlüğü, sadece hoş karşılanan görüşler için değil, "rahatsız edici, sarsıcı etkili" fikirler için de geçerlidir. Bu ilke, basın özgürlüğünün temel dayanaklarından birini oluşturmaktadır.
Sosyal medya platformlarında gerçekleştirilen retweet ve beğenme fiilleri de haber verme hakkı kapsamında değerlendirilmektedir. Bu fiillerin ceza sorumluluğu doğurması için özel kastın varlığı aranmaktadır. Arşivleme, bilgilendirme veya eleştiri amaçlı paylaşımlarda manevi unsurun eksikliği nedeniyle suç oluşmayabilir.
Basın özgürlüğü ve haber verme hakkının korunması, hakaret suçu ile çatışan temel haklar arasında denge kurulmasını gerektirmektedir. Bu denge, somut olayın özelliklerine göre mahkeme takdiri ile belirlenmektedir.
Önemli Yargıtay Kararları ve İçtihat Birliği
Hakaret Suçunun Sınırları
Yargıtay'ın hakaret suçuna ilişkin kararları, suçun sınırlarının belirlenmesinde önemli kriterler ortaya koymaktadır. YCGK 2018/46 E., 2021/38 K. sayılı karar, hakaret ve tehdit suçları arasındaki ayrımı netleştiren temel bir karardır. Bu kararda "Seni öldüreceğim! Senin ananı avradını sinkaf edeceğim!" şeklindeki sözlerin tehdit kastıyla söylendiği, dolayısıyla hakaret değil tehdit suçu oluşturduğu belirtilmiştir.
Yargıtay, hakaret suçunun oluşumunda kastın yöneldiği suç tipinin belirlenmesinin kritik önemde olduğunu vurgulamaktadır. Failin sözlerinin mağduru korkutmaya yönelik olması durumunda tehdit, onur ve saygınlığını zedelemeye yönelik olması halinde ise hakaret suçu gündeme gelmektedir.
Y18CD 2015/33232 E., 2016/18820 K. sayılı karar ise "çingene" ifadesinin hakaret oluşturmadığına karar vermiştir. Yargıtay bu kararında, söz konusu ifadenin etnik kökeni belirten bir tanımlama olduğunu, onur, şeref ve saygınlığı rencide edici boyutta olmadığını tespit etmiştir. Bu karar, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilen sözlerin hangi hallerde hakaret suçu oluşturmayacağını göstermesi bakımından önem taşımaktadır.
Yargıtay kararlarına göre, hakaret suçunun oluşması için davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Kaba söz, ağır eleştiri ve nezaket dışı hitap tarzının her zaman hakaret suçunu oluşturmayacağı, somut fiil ve olgu isnadı ile değer yargıları arasında ayrım yapılması gerektiği vurgulanmaktadır.
Zincirleme Suç Uygulaması
Hakaret suçunda zincirleme suç uygulaması, Yargıtay kararlarıyla şekillenmiştir. TCK m. 43 uyarınca zincirleme suç için aranan koşullar hakaret suçunda da geçerlidir: birden fazla suçun bulunması, aynı kanun maddesini ihlal etmesi ve aynı suç işleme kararına dayanması gerekmektedir.
Yargıtay'ın yerleşik içtihadına göre, sanığın farklı zamanlarda farklı kişiler huzurunda aynı nitelikteki hakaret içerikli sözleri söylemesi durumunda, zaman aralığı ve tanık beyanları değerlendirilerek her eylem için kastın yenilenip yenilenmediği belirlenmektedir. Kısa aralıklarla işlenen hakaret fiilleri genellikle zincirleme suç kapsamında değerlendirilirken, uzun zaman aralıkları kastın yenilenmesi karine teşkil etmektedir.
Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine hakaret edilmesi durumunda ise TCK m. 125/5 uyarınca özel bir düzenleme bulunmaktadır. Bu halde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılmakta ve zincirleme suç hükümleri uygulanmaktadır.
Zamanaşımı ve Usul
Hakaret suçunda zamanaşımı ve usul kuralları, suçun niteliğine göre farklılık göstermektedir. TCK m. 66/1-e uyarınca beş yıldan fazla olmayan hapis veya adli para cezası gerektiren suçlarda dava zamanaşımı sekiz yıldır. Hakaret suçunun temel şekli bu kapsamda değerlendirilmektedir.
TCK m. 67 uyarınca zamanaşımını kesen nedenler bulunması halinde süre yeniden işlemeye başlar. Yargıtay'ın bir kararında, mahkumiyet hükmünden sonra 8 yıllık sürenin dolması nedeniyle zamanaşımına uğrama durumu somut olarak değerlendirilmiştir.
Hakaret suçu kural olarak şikayete bağlı bir suçtur ve mağdurun altı ay içinde şikayet hakkını kullanması gerekmektedir. Bu süre hak düşürücü niteliktedir ve geçirilmesi halinde dava açılamaz. Ancak kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret edilmesi durumunda suç şikayete bağlı değildir ve resen soruşturulur.
Gıyapta hakaret suçunun cezalandırılabilmesi için en az üç kişiyle ihtilat şartının gerçekleşmesi gerekmektedir. Yargıtay, bu unsurun ispatı için tanık dinlenmesinin zorunlu olduğunu ve kolluk kuvvetlerinin usulüne uygun tanık dinleme yetkisinin bulunmadığını vurgulamaktadır.
Aleniyet unsuru somut olayın özelliklerine göre değerlendirilmektedir. Cezaevinin mahkum kabul birimi, röntgen odası gibi kapalı mekanlar aleni mekan kabul edilmezken, karakol binası önü gibi yerler aleni kabul edilmektedir.
Sonuç olarak, hakaret suçuna ilişkin hukuka uygunluk nedenleri, demokratik toplumun temel değerleri olan ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü ile kişilik haklarının korunması arasında hassas bir denge kurmaktadır. İddia ve savunma dokunulmazlığı, haber verme hakkı ve eleştiri özgürlüğü gibi hukuka uygunluk nedenleri, bu dengenin korunmasında kritik rol oynamaktadır. Yargıtay'ın yerleşik içtihatları, hakaret suçunun unsurları ve hukuka uygunluk nedenlerinin belirlenmesinde rehber niteliği taşımakta, hukuk uygulayıcılarına somut kriterler sunmaktadır. Bu bağlamda, TCK'nın 125-131. maddeleri arasındaki düzenlemeler ve ilgili hukuka uygunluk nedenleri, hem bireysel hakları koruma hem de toplumsal düzenin sağlanması açısından önemini korumaktadır.