
Haksız İdari Gözetimden Dolayı Tazminat Hakkı
Türkiye'de haksız yere idari gözetim altına alınan yabancıların maddi ve manevi zararlarını talep etme hakkı bulunmaktadır. Ancak bu hakka ulaşmak, karmaşık hukuki prosedürler ve mahkemeler arasındaki görev uyuşmazlıkları nedeniyle zorlayıcı olabilir. Bu yazımızda, haksız idari gözetimden kaynaklanan tazminat hakkının ne olduğunu, dava açmadan önce idareye başvuru zorunluluğunu ve davanın hangi mahkemede açılması gerektiğini güncel yargı kararlarıyla birlikte adım adım ele alıyoruz.
Elbette, istediğiniz makale bölümünü aşağıda bulabilirsiniz.
İdari Gözetim Kararı ve Hukuki Çerçevesi
Türkiye'ye çeşitli nedenlerle gelmiş olan yabancılar hakkında belirli durumlarda sınır dışı etme kararı verilebilmektedir. Bu kararın uygulanmasını temin etmek amacıyla idare tarafından başvurulan en ciddi tedbirlerden biri idari gözetim kararıdır. Bu karar, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına doğrudan bir müdahale teşkil ettiğinden, hukuki çerçevesi kanunlarla sıkı bir şekilde belirlenmiştir. İdari gözetimin yasal dayanağını, usul ve esaslarını 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) oluşturmaktadır. Bu bölümde, idari gözetim kavramının ne anlama geldiği ve hangi şartlar altında uygulanabileceği detaylı bir şekilde incelenecektir.
İdari Gözetim Nedir?
İdari gözetim, hakkında sınır dışı etme kararı alınmış bir yabancının, bu kararın uygulanmasını sağlamak amacıyla, kaçmasını veya kaybolmasını önlemek için idari bir kararla Geri Gönderme Merkezlerinde (GGM) tutulmasıdır. Bu süreç, bir suç isnadına dayalı cezai bir tutuklama veya gözaltı işlemi değildir; tamamen idari nitelikte bir tedbirdir. Amacı, kişiyi cezalandırmak değil, sınır dışı işlemlerinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesini güvence altına almaktır.
Bu tedbirin temel meşruiyeti, Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen "Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı"ndan kaynaklanır. Anayasa, herkesin bu hakka sahip olduğunu belirtirken, belirli istisnai durumlarda özgürlüğün kısıtlanabileceğini de düzenler. Bu istisnalardan biri, "bir mahkeme kararını veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğü yerine getirmeyen kişinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya girmiş olan ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması" halleridir. Benzer şekilde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 5. maddesi de özgürlükten keyfi olarak mahrum bırakılmayı yasaklar ve idari gözetim gibi tedbirlerin sıkı yasal koşullara bağlanmasını ve yargısal denetime tabi olmasını zorunlu kılar.
YUKK uyarınca idari gözetim süresi kural olarak altı ayı geçemez. Ancak, sınır dışı etme işlemlerinin yabancının iş birliği yapmaması (örneğin, seyahat belgelerini ibraz etmemesi veya ülkesi hakkında yanlış bilgi vermesi) nedeniyle tamamlanamaması durumunda, bu süre en fazla altı ay daha uzatılabilir. Bu sürelerin aşılması, idari gözetimi hukuka aykırı hale getirir.
İdari Gözetim Kararı Verilmesinin Şartları
İdare, keyfi bir şekilde idari gözetim kararı veremez. Bu kararın alınabilmesi için YUKK'un 54. maddesinde sayılan sınır dışı etme nedenlerinden birinin varlığına ek olarak, aynı kanunun 57. maddesinde belirtilen özel koşullardan en az birinin somut olayda gerçekleşmiş olması gerekir. Valilik tarafından verilen bu karar, yabancının bireysel durumu değerlendirilerek alınmalıdır. YUKK'a göre idari gözetim kararı verilebilecek haller şunlardır:
- Kaçma ve kaybolma riski bulunması: Yabancının sabit bir ikametgahının olmaması, yetkililere yanıltıcı bilgi vermesi veya daha önce ülkeyi yasa dışı yollarla terk etmeye çalışması gibi durumlar bu riske işaret edebilir. İdarenin bu riski somut gerekçelerle ortaya koyması zorunludur.
- Türkiye’ye giriş veya çıkış kurallarını ihlal etmesi: Vize ihlali yapmak, kaçak yollarla ülkeye girmek veya çıkmaya çalışmak gibi eylemler bu kapsamda değerlendirilir.
- Sahte ya da asılsız belge kullanması: Kimlik, pasaport veya vize gibi resmi belgelerde sahtecilik yapılması ciddi bir idari gözetim nedenidir.
- Kabul edilebilir bir mazereti olmaksızın Türkiye’den çıkmaları için tanınan sürede çıkmaması: Kendisine "terke davet" süresi tanınan bir yabancının bu süreye uymaması durumunda idari gözetim uygulanabilir.
- Kamu düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturması: Bu koşul, en geniş yorumlamaya açık olanıdır. Ancak idarenin, yabancının oluşturduğu tehdidi soyut iddialarla değil, somut bilgi ve belgelere dayanarak gerekçelendirmesi gerekir. Özellikle terör örgütleriyle bağlantılı olma şüphesi bu madde kapsamında sıkça kullanılmaktadır.
Bu şartlar, sınırlı sayıdadır (numerus clausus). Yani, Valilikler bu listede yer almayan bir gerekçeyle bir yabancı hakkında idari gözetim kararı alamazlar. Kararın gerekçeli olması ve yabancıya veya yasal temsilcisine tebliğ edilmesi yasal bir zorunluluktur. Bu şartların oluşmadığı halde bir yabancının özgürlüğünden mahrum bırakılması, "haksız idari gözetim" durumunu ortaya çıkarır ve bu durum, bir sonraki bölümde ele alacağımız tazminat hakkının doğmasına neden olur.
Elbette, istediğiniz makale bölümünü aşağıda bulabilirsiniz.
Haksız İdari Gözetim ve Tazminat Talep Süreci
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nda (YUKK) belirtilen şartlar oluşmadan bir yabancının idari gözetim altına alınması, bu tedbiri hukuka aykırı hale getirir. Hukuka aykırı bir idari işlem veya eylem nedeniyle kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan tazminat hakkını doğurur. Haksız yere özgürlüğünden mahrum bırakılan yabancı, bu süreçte uğradığı somut kayıplar için maddi, yaşadığı manevi çöküntü için ise manevi tazminat talep etme hakkına sahiptir. Ancak bu hakka ulaşmak, belirli usul kurallarına sıkı sıkıya bağlıdır. Tazminat davası açılmadan önce idareye başvurulması ve zararın giderilmesinin talep edilmesi, bu sürecin en kritik ve zorunlu adımıdır.
Maddi ve Manevi Tazminat Talepleri
Haksız idari gözetimden kaynaklanan zararlar, niteliği itibarıyla iki ana başlıkta toplanır: maddi ve manevi zararlar. Bu zararların tazmini için açılacak tam yargı davasında, her iki kalem için de ayrı ayrı talepte bulunulmalıdır.
Maddi Tazminat: Kişinin malvarlığında haksız idari gözetim nedeniyle meydana gelen somut ve belgelendirilebilir eksilmeleri ifade eder. Maddi tazminat taleplerinin mahkeme tarafından kabul edilebilmesi için zararın gerçek, somut ve kanıtlanabilir olması esastır. Bu kapsamda talep edilebilecek bazı kalemler şunlardır:
- İdari gözetim süresince çalışılamaması nedeniyle uğranılan gelir kaybı.
- Sınır dışı edilme endişesiyle daha önce satın alınmış ancak kullanılamayan uçak biletleri veya otel rezervasyonları gibi masraflar.
- Geri gönderme merkezindeki yetersiz koşullar nedeniyle ortaya çıkan ve kişinin kendi cebinden karşılamak zorunda kaldığı tedavi ve ilaç masrafları.
- Ailesinin veya yakınlarının yaptığı ziyaretler, avukatlık hizmetleri için yapılan ödemeler gibi ispatlanabilir diğer masraflar.
Manevi Tazminat: Haksız yere özgürlüğünden alıkonulan kişinin yaşadığı acı, elem, keder, endişe ve sosyal itibarının zedelenmesi gibi manevi çöküntülerin telafisi için talep edilir. Manevi tazminat, bir zenginleşme aracı değildir. Amacı, kişinin yaşadığı manevi acıyı bir nebze olsun dindirmek ve idarenin kusurlu eylemine karşı bir tatmin sağlamaktır. Mahkeme manevi tazminat miktarını belirlerken;
- İdari gözetimin süresini,
- Gözetim altındaki koşulların ağırlığını,
- Kişinin sosyal ve kişisel durumunu,
- Olayın kişi üzerindeki etkilerini dikkate alır.
Danıştay, maddi ve manevi tazminat taleplerinin nasıl değerlendirilmesi gerektiğine dair yerleşik içtihatlarında yol gösterici ilkeler belirlemiştir.
Danıştay 8. Dairesi, E. 2017/6074, K. 2019/1727, T. 11.3.2019
…tam yargı davalarında yargılamayı yapmakta olan mahkemece maddi zarara ilişkin gerçek tutarın saptanması gerekmekte olup, taleple bağlı kalınarak, bilgi ve belgeye dayandırılabilen zararlar belirlenmeli ve yapılacak hesaplama hukuki denetime elverişli olmalıdır.
Manevi zarar yönünden ise; manevi tazminatın, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracı olmasından dolayı zenginleşmeye yol açmayacak miktarda, müterafik kusur durumu da dikkate alınarak, idarenin olaydaki kusurunun niteliğini, ağırlığını ifade edecek ve ilgililerin duyduğu acı ve üzüntüyü kısmen de olsa giderebilecek ölçüde saptanması zorunludur…
Bu karar, mahkemelerin tazminat hesaplamasında keyfiyetten uzak, somut delillere ve hakkaniyet ilkesine bağlı kalması gerektiğini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Maddi zarar iddiaları mutlaka fatura, sözleşme, banka dekontu gibi belgelerle desteklenmeli; manevi tazminat ise olayın özelliklerine göre adil bir ölçüde belirlenmelidir.
Dava Öncesi İdareye Başvuru Zorunluluğu
Haksız idari gözetimden kaynaklanan tazminat talepleri, idari bir eylemden doğan zararlar kapsamında olduğu için 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK) hükümlerine tabidir. Bu kanunun en önemli usul kurallarından biri, tam yargı davası açmadan önce ilgili idareye başvurarak zararın tazmin edilmesini talep etme zorunluluğudur.
Bu başvuru, dava şartıdır. Yani, idareye başvurmadan doğrudan idare mahkemesinde dava açılması halinde, mahkeme davayı esastan incelemeden usul yönünden reddedecektir. Bu zorunluluğun temel amacı, idareye kendi eyleminin sonuçlarını değerlendirme ve yargı yoluna gidilmeden önce hatasını telafi etme imkânı tanımaktır.
Süreç şu şekilde işler:
- Başvuru: Haksız idari gözetim altında kalan kişi veya avukatı, zararlarını detaylandıran bir dilekçe ile kararı veren Valiliğe (İl Göç İdaresi Müdürlüğü) başvurur. Bu dilekçede, maddi ve manevi zararların kalemleri ve talep edilen toplam miktar açıkça belirtilmelidir.
- İdarenin Cevabı: İdare, başvuruyu aldıktan sonra yasal süre (genellikle 30 gün) içinde cevap vermek zorundadır.
- Açık Ret: İdare, talebi açıkça reddedebilir.
- Kabul: İdare, talebi kabul edip ödeme yapabilir.
- Zımni Ret: İdare, yasal süre içinde hiçbir cevap vermezse, bu durum talebin zımnen reddedildiği anlamına gelir.
- Dava Açma Süresi: İdarenin talebi açıkça veya zımnen reddetmesi üzerine, bu ret işleminin tebliğinden veya zımni ret süresinin dolmasından itibaren yasal dava açma süresi (genellikle 60 gün) içinde görevli mahkemede tam yargı davası açılabilir.
İdarenin sorumluluğu, yürüttüğü kamu hizmetindeki kusurundan kaynaklanır. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun bu konudaki temel kararı, idarenin hizmet kusuru ilkesini net bir şekilde açıklamaktadır.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, E. 2012/1657, K. 2014/3421, T. 3.11.2014
İdare, yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerini yerine getirirken, gerekli teşkilatı kurmak, bu teşkilatın ayni, şahsi ve mali imkan ve araçlarını hizmete hazır tutmak, hizmetin ifası sırasında hizmetin zamanında ve gereği gibi işlemesine devamlı olarak nezaret etmek ve hizmetin işleyişini kontrol etmekle sorumludur. Gerek hizmetin ayni, şahsi ve mali imkan ve araçlarının temin ve ifasındaki kusur, gerekse temin edilen bu araçlarla ifa olunan hizmetin geç işlemesi, gereği gibi veya hiç işlememesi; idareye, zarar gören kimselerin bu sebeplerle doğan zararlarını tazmin sorumluluğunu yükler.
Bu karar, haksız idari gözetimin tipik bir "hizmet kusuru" örneği olduğunu ve bu kusurdan doğan zararları tazmin etmenin idarenin temel bir yükümlülüğü olduğunu teyit eder. İşte bu yükümlülük nedeniyle kanun, idareye dava açılmadan önce ödeme yapma fırsatı tanımaktadır. İdareye başvuru şartı yerine getirildikten sonra, bir sonraki ve en karmaşık aşama olan doğru yargı yolunda ve görevli mahkemede davanın açılmasına geçilir.
Elbette, talimatlarınıza uygun olarak istenen makale bölümünü aşağıda bulabilirsiniz.
Tazminat Davalarında Yargı Yolu ve Görevli Mahkeme Belirsizliği
Haksız idari gözetim nedeniyle uğranılan zararın tazmini için idareye başvuru zorunluluğu yerine getirildikten sonraki en kritik aşama, davanın hangi yargı kolunda ve hangi mahkemede açılacağının doğru bir şekilde tespit edilmesidir. İdari gözetim kararı, doğası gereği bir idari işlem olmasına rağmen, bu işleme karşı yapılacak itirazların incelenme mercii 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) ile özel olarak düzenlenmiştir. Bu durum, tazminat davalarındaki görevli mahkeme konusunda ciddi bir karmaşaya ve farklı yargı kolları arasında içtihat farklılıklarına yol açmıştır.
Tazminat talebinin yöneltileceği doğru adresi belirleyen temel faktör, idari gözetim kararına karşı yapılan itirazı değerlendiren Sulh Ceza Hâkimliğinin vereceği karardır. Bu kararın niteliği, izlenecek yargısal yolu doğrudan şekillendirmekte ve yabancının hak arama sürecini iki farklı senaryoya ayırmaktadır.
Sulh Ceza Hâkimliği Kararının Rolü
İdari yargının temel kuralı, idari işlemlerin iptali ve bu işlemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin idare mahkemelerinde görülmesidir. Ancak idari gözetim kararı, kişi özgürlüğünü doğrudan kısıtlayan ağır bir tedbir olması nedeniyle kanun koyucu tarafından istisnai bir denetim mekanizmasına tabi tutulmuştur.
YUKK'un 57. maddesinin 6. fıkrası uyarınca, valilik tarafından verilen idari gözetim kararının hukuka uygunluk denetimi, idare mahkemeleri tarafından değil, münhasıran Sulh Ceza Hâkimlikleri tarafından yapılır. Bu, idari bir işleme karşı adli yargı yolunun işletildiği özel bir durumdur. Dolayısıyla, bir yabancı hakkında idari gözetim kararı alındığında, bu kararın kaldırılması için başvurulacak ilk ve tek yargısal merci Sulh Ceza Hâkimliğidir.
Sulh Ceza Hâkimliğinin bu denetim sonucunda vereceği karar, tazminat sürecinin "anahtarı" niteliğindedir. Hâkimliğin kararı ya idari gözetimin devamı yönünde olacak ya da hukuka aykırı bulunarak sonlandırılmasına hükmedecektir. İşte bu iki farklı sonuç, tazminat davasının hangi mahkemede açılacağını belirleyen temel yol ayrımını oluşturur.
Anayasa Mahkemesi'ne Bireysel Başvuru Yolu
Eğer hakkında idari gözetim kararı verilen yabancının Sulh Ceza Hâkimliğine yaptığı itiraz reddedilirse, yani Sulh Ceza Hâkimliği idari gözetim kararını hukuka uygun bulursa, durum oldukça farklı bir boyut kazanır. Bu senaryoda, idari yargıda bir tam yargı davası açmak etkisiz bir yola dönüşür. Çünkü bir yargı mercii (Sulh Ceza Hâkimliği) tarafından "hukuka uygun" bulunan bir işleme dayanarak idare mahkemesinden tazminat talep etmek, çelişkili bir durum yaratacaktır. İdare mahkemesi, başka bir yargı organının kararını esastan denetleyemez.
Bu durumu netleştiren en önemli karar, Anayasa Mahkemesi'nin 30.11.2017 tarihli ve 2014/15769 başvuru numaralı pilot kararıdır. Anayasa Mahkemesi bu kararında özetle şu sonuca varmıştır:
- Sulh Ceza Hâkimliği tarafından hukuka uygun bulunan bir idari gözetim kararı için idari yargıda açılacak tam yargı davası, etkili bir başvuru yolu değildir.
- Bu durumda, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının (Anayasa m. 19) ihlal edildiğini düşünen yabancının, iç hukuk yollarını tüketmiş sayılacağı ve doğrudan Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunması gerektiği belirtilmiştir.
Dolayısıyla, Sulh Ceza Hâkimliğinden olumsuz bir karar alan yabancı, uğradığı zararın tazmini talebini de içeren hak ihlali iddiasıyla Anayasa Mahkemesi'ne başvurmalıdır.
İdari Yargıda Tam Yargı Davası
İkinci ve daha yaygın senaryoda ise Sulh Ceza Hâkimliği, yapılan itirazı kabul ederek idari gözetim kararının hukuka aykırı olduğuna ve sonlandırılmasına karar verir. Bu durumda, idari işlemin (gözetim kararının) hukuka aykırılığı bir mahkeme kararıyla kesin olarak tespit edilmiş olur. Bu tespit, idarenin hizmet kusurunu ortaya koyar ve tazminat talebi için sağlam bir zemin oluşturur.
Bu aşamadan sonra izlenmesi gereken yol, idari yargıda tam yargı davası açmaktır. Hukuka aykırı olduğu tescillenen idari işlem nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararların tazmini, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu çerçevesinde İdare Mahkemesinden talep edilir.
Burada karıştırılmaması gereken çok önemli bir nokta vardır: İdari gözetim, bir suç soruşturması veya kovuşturması kapsamında uygulanan bir tedbir değildir. Bu nedenle, haksız tutuklama gibi durumlarda uygulanan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 141. maddesi kapsamına girmez. CMK m. 141, haksız yakalama veya tutuklama gibi koruma tedbirleri için Ağır Ceza Mahkemelerinde tazminat davası açılmasını öngörür. Ancak idari gözetim, tamamen idari bir tedbir olduğu için bu tazminat yolu kapalıdır. Nitekim yüksek mahkeme kararları da bu ayrımı net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bu teorik ayrıma rağmen, uygulamada hangi mahkemenin görevli olduğu konusu, üst mahkemeler arasında dahi bir görüş birliğine varılamamış çetrefilli bir alan olarak varlığını sürdürmektedir.
Elbette, haksız idari gözetimden kaynaklanan tazminat davalarındaki görev uyuşmazlığını ele alan ve makalenin sonuç bölümünü oluşturan bölümü aşağıda bulabilirsiniz.
Görev Uyuşmazlığına İlişkin Emsal Mahkeme Kararları
Haksız idari gözetimden kaynaklanan tazminat taleplerinde hangi mahkemenin görevli olduğu konusu, Türk hukuk sistemindeki en çetrefilli alanlardan birini oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin idari yargıyı işaret etmesine karşın, Uyuşmazlık Mahkemesi ve Yargıtay'ın farklı yöndeki kararları, uygulamada ciddi bir hukuki belirsizliğe yol açmıştır. Bu durum, hak arayan yabancılar için süreci daha da karmaşık hale getirmektedir. Bu bölümde, yüksek mahkemelerin konuya ilişkin yaklaşımlarını ve bu yaklaşımların alt derece mahkemeleri üzerindeki etkilerini emsal kararlar ışığında inceleyeceğiz.
Yargıtay'ın Yaklaşımı
Tazminat davalarında görevli mahkeme tartışmalarında ilk netleştirilmesi gereken husus, idari gözetimin hukuki niteliğidir. Bazı durumlarda, haksız idari gözetim, ceza yargılaması kapsamında uygulanan haksız tutuklama ile karıştırılabilmektedir. Bu yanılgı, davaların 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 141. maddesi uyarınca Ağır Ceza Mahkemelerinde açılması gerektiği gibi hatalı bir sonuca götürebilirdi.
Ancak Yargıtay, bu konuda net bir ayrım yaparak tartışmalara önemli bir yön vermiştir. Yargıtay'a göre idari gözetim, bir suç soruşturması veya kovuşturması neticesinde uygulanan bir koruma tedbiri değil, tamamen idari bir işlemdir. Bu nedenle, CMK kapsamında tazminat talep edilmesi mümkün değildir.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi'nin 13.06.2023 tarihli ve 2021/7896 E., 2023/2148 K. sayılı kararı, bu yaklaşımı somutlaştıran en güncel ve önemli örneklerden biridir:
Söz konusu düzenleme ışığında hakim ve Cumhuriyet savcılarının, suç soruşturması veya kovuşturması sırasındaki kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri nedeniyle tazminat davalarının bu maddeye göre açılabileceği ancak; somut olayda davacı hakkında uygulanan gözetim kararının idari bir karar olduğu, ilgili karara karşı yasada tanımlandığı şekilde yapılan itrazın değerlendirildiği Aydın 2. Sulh Ceza Hakimliğinin kararlarının suç soruşturması veya kovuşturması sırasında verilen karar niteliğinde bulunmadığı anlaşıldığından 5271 sayılı Kanunun 141 nci maddesinin üçüncü fıkrasındaki tazminat isteme koşullarının oluşmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi gerekirken davanın görev yönünden yazılı şekilde reddine karar verilmesi sonucu itibariyle doğru olduğundan bozma nedeni yapılmamış, açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz istemi yerinde görülmemiştir.
Bu karar, haksız idari gözetim tazminatı davalarının Ağır Ceza Mahkemelerinde açılamayacağını kesin bir dille ifade etmektedir. Yargıtay, bu tür taleplerin ceza yargılaması hukuku dışında kaldığını ve çözüm yerinin adli yargının ceza mahkemeleri olmadığını net bir şekilde ortaya koymuştur. Böylece seçenekler idari yargı ve adli yargının hukuk mahkemeleri olarak daraltılmıştır.
Uyuşmazlık Mahkemesi'nin Kararları ve Etkileri
Yargıtay'ın ceza mahkemelerinin görevli olmadığı yönündeki net tavrına rağmen, asıl karmaşa idari yargı ile adli yargı arasındaki görev dağılımında yaşanmaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin 2017 tarihli pilot kararında idari yargıyı (tam yargı davası) işaret etmesine karşın, Uyuşmazlık Mahkemesi son yıllarda istikrarlı bir şekilde aksi yönde kararlar vermektedir.
Uygulamada sıkça yaşanan senaryo, "olumsuz görev uyuşmazlığı" olarak adlandırılmaktadır. Mağdur, Anayasa Mahkemesi kararına güvenerek davasını İdare Mahkemesinde açmakta, ancak İdare Mahkemesi, örneğin İzmir 1. İdare Mahkemesi'nin E:2020/1581, K:2021/145 sayılı kararında olduğu gibi, uyuşmazlığın Sulh Ceza Hâkimi tarafından denetlenen bir işlemden kaynaklandığı gerekçesiyle görevsizlik kararı verebilmektedir. Bunun üzerine adli yargıya giden mağdur, bu kez de Asliye Hukuk veya Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararıyla karşılaşmaktadır. İşte bu noktada dosya, nihai karar için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gitmektedir.
Uyuşmazlık Mahkemesi, 30.05.2022 tarihli ve E:2022/225, K:2022/296 sayılı kararında ve devam eden birçok kararında, bu tür davalarda görevli yargı kolunun ADLİ YARGI olduğuna hükmetmiştir. Bu karar, Anayasa Mahkemesi'nin yaklaşımıyla açıkça çelişmekte ve hukuki öngörülebilirliği zedelemektedir.
Uyuşmazlık Mahkemesi'nin bu içtihadının bir sonucu olarak, birçok Bölge İdare Mahkemesi de artık haksız idari gözetimden kaynaklanan tazminat davalarında adli yargının görevli olduğunu kabul etmektedir. Örneğin, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi'nin 27.12.2022 tarihli ve E.2022/5426, K.2022/6538 sayılı kararı, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin görüşünü benimseyerek davayı görev yönünden reddetmiştir. Bu durum, davasını idari yargıda açan bir kişinin davasının usulden reddedilme olasılığını artırmaktadır.
Sonuç olarak, haksız idari gözetime maruz kalan bir yabancının tazminat hakkını araması, meşakkatli bir hukuki süreci beraberinde getirmektedir. Kişinin öncelikle idareye başvurması, ardından hangi yargı kolunda dava açacağına dair stratejik bir karar vermesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi idari yargıyı işaret ederken, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin istikrar kazanmış kararları adli yargıyı göstermektedir. Bu hukuki belirsizlik, hak arama özgürlüğünün önünde ciddi bir engel teşkil etmekte ve mağdurların adalete erişimini zorlaştırmaktadır. Yasal bir düzenleme veya yüksek mahkemeler arasında bir içtihat birliği sağlanana kadar, bu davaları yürüten hukukçuların güncel yargı kararlarını yakından takip ederek müvekkilleri için en doğru yolu belirlemeleri hayati önem taşımaktadır.