
Kamulaştırma Davaları: Tazminat ve İptal Talepleri Nasıl Yapılır?
Mülkünüz kamu yararı gerekçesiyle kamulaştırılıyor mu? Belirlenen bedelin adil olmadığını mı düşünüyorsunuz ya da kamulaştırma kararının hukuka aykırı olduğuna mı inanıyorsunuz? Bu yazımızda, kamulaştırma sürecinde mülk sahiplerinin sahip olduğu tüm hakları, adım adım açıklıyoruz. Kamulaştırma kararına karşı iptal davası nasıl açılır, düşük bedele nasıl itiraz edilir ve idarenin mülkünüze kanunsuz el atması durumunda hangi tazminatları talep edebilirsiniz? İlgili kanun maddeleri ve güncel mahkeme kararları ışığında, haklarınızı nasıl koruyacağınızı öğrenmek için okumaya devam edin.
Kamulaştırmanın Hukuki Dayanakları ve İptal Davası Süreci
Mülkiyet hakkı, Anayasamızın 35. maddesi ile temel bir hak olarak güvence altına alınmıştır. Bu hak, bireylerin mülkleri üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilmelerini sağlar. Ancak bu hak mutlak değildir ve kamu yararı gibi üstün bir menfaatin varlığı halinde, kanunla belirlenen sınırlar dahilinde kısıtlanabilir. Kamulaştırma, mülkiyet hakkına yapılan en önemli müdahalelerden biridir ve bu nedenle hukuki çerçevesi Anayasa ve kanunlarla sıkı bir şekilde çizilmiştir.
Anayasal Güvence ve Yasal Çerçeve
Kamulaştırmanın anayasal dayanağı, Anayasa'nın 46. maddesidir. Bu maddeye göre, devlet ve kamu tüzel kişileri, kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını kamulaştırmaya veya bunlar üzerinde idari irtifaklar kurmaya yetkilidir. Anayasa'nın bu açık hükmü, kamulaştırma işleminin keyfi bir şekilde yapılamayacağının ve iki temel ön koşula bağlı olduğunun altını çizer: kamu yararı ve bedelin peşin ödenmesi.
Bu anayasal ilkenin hayata geçirilmesindeki usul ve esaslar ise 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu ile detaylı bir şekilde düzenlenmiştir. İdarenin atacağı her adım, bu kanunda belirtilen prosedürlere harfiyen uymak zorundadır. Yeterli ödenek temin edilmeden kamulaştırma sürecine başlanması, kamu yararı kararının usulüne uygun alınmaması veya mülk sahibine yapılması gereken tebligatların eksik ya da hatalı yapılması gibi durumlar, tüm kamulaştırma işlemini hukuka aykırı hale getirir. Dolayısıyla, idarenin bu yasal çerçeve dışına çıkan her türlü eylemi, mülk sahibi tarafından yargı denetimine tabi tutulabilir.
Kamulaştırma Kararına Karşı İptal Davası
Mülk sahiplerinin, kamulaştırma işleminin kendisine değil, sadece belirlenen bedele itiraz edebileceği yönünde yaygın bir yanılgı bulunmaktadır. Oysa kamulaştırma, özü itibarıyla bir idari işlemdir ve tüm idari işlemler gibi hukuka uygunluk denetimine tabidir. Mülk sahibi, kamulaştırma kararının hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsa, bu kararın ortadan kaldırılması için iptal davası açma hakkına sahiptir.
Kamulaştırma kararının iptali davasında, işlemin idare hukukunun temel prensipleri olan beş unsur (yetki, şekil, sebep, konu ve amaç) yönünden hukuka uygunluğu incelenir:
- Yetki Unsuru: Kamulaştırma kararını alan idari makam (örneğin belediye, bakanlık) bu konuda kanunen yetkili midir?
- Şekil Unsuru: Kanunun öngördüğü prosedürler (kamu yararı kararının alınması, onaylanması, tebligatlar vb.) eksiksiz yerine getirilmiş midir?
- Sebep Unsuru: İdareyi kamulaştırma yapmaya iten "kamu yararı" gerekçesi somut, gerçekçi ve hukuka uygun mudur? Örneğin, hukuka aykırı bir imar planına dayanılarak yapılan kamulaştırma işlemi, sebep unsuru yönünden sakattır. Nitekim Danıştay 6. Dairesi'nin 2016/6838 E., 2020/12717 K. sayılı kararında da vurgulandığı üzere, dayanağı olan imar planı hukuka aykırı bulunan bir kamulaştırma işlemi, mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale teşkil eder ve iptal edilmelidir.
- Konu Unsuru: Kamulaştırılan taşınmaz, kanunun öngördüğü nitelikte midir ve işlem hukuken mümkün müdür?
- Amaç Unsuru: İşlemin nihai hedefi gerçekten kamu yararını sağlamak mıdır, yoksa kişisel veya siyasi bir menfaat gibi başka bir amaç mı güdülmektedir?
Bu unsurlardan bir veya birkaçının hukuka aykırı olduğunun tespiti halinde, kamulaştırma kararı mahkemece iptal edilir.
Bu davanın açılacağı görevli mahkeme, taşınmazın bulunduğu yerdeki İdare Mahkemesi'dir. Mülk sahiplerinin en çok dikkat etmesi gereken husus ise dava açma süresidir. Kamulaştırma kararının iptali davası, idarenin Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açtığı "kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili" davasına ilişkin tebligatın mülk sahibine ulaştığı tarihten itibaren 30 gün içinde açılmalıdır. Bu süre hak düşürücü nitelikte olup, sürenin kaçırılması halinde dava açma hakkı ortadan kalkar. Bu nedenle, tebligat alınır alınmaz hukuki destek almak hayati önem taşımaktadır. İdare Mahkemesi'nde açılan iptal davasında "yürütmenin durdurulması" talep edilebilir ve bu yönde bir karar verilmesi halinde, Asliye Hukuk Mahkemesi'ndeki bedel tespiti davası, iptal davası sonuçlanana kadar bekletilir.
Kamulaştırma Bedelinin Tespiti ve Mülk Sahibinin Hakları
Kamulaştırma kararının hukuka uygun olması, sürecin mülk sahibi açısından sona erdiği anlamına gelmez. Mülkiyet hakkının Anayasal güvencesinin en temel unsurlarından biri, kamulaştırılan taşınmazın gerçek ve adil karşılığının malikine ödenmesidir. İdare tarafından teklif edilen bedelin mülkün gerçek değerini yansıtmadığı durumlarda, mülk sahibinin bu bedele itiraz etme ve adil bir değer tespiti talep etme hakkı bulunmaktadır. Ayrıca, kamulaştırma amacına uygun kullanılmayan taşınmazların geri alınması da kanunla düzenlenmiş önemli bir haktır. Bu bölümde, kamulaştırma bedelinin mahkeme tarafından nasıl tespit edildiği ve mülk sahiplerinin bu süreçteki ve sonrasındaki hakları detaylı olarak incelenecektir.
Bedel Tespiti ve Tescil Davası
İdarenin kamulaştırma sürecinde öncelikli olarak denemekle yükümlü olduğu yol, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 8. maddesinde düzenlenen "satın alma usulü" yani uzlaşma görüşmeleridir. Ancak, idarenin kıymet takdir komisyonunca belirlenen bedelin mülk sahibi tarafından kabul edilmemesi veya taraflar arasında anlaşma sağlanamaması oldukça sık karşılaşılan bir durumdur.
Bu aşamada süreç, mülk sahibi için pasif bir bekleyişe, idare için ise yasal bir zorunluluğa dönüşür. 2942 sayılı Kanun m. 10 uyarınca, uzlaşma sağlanamaması halinde idare, taşınmazın bulunduğu yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesi'nde "kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın idare adına tescili" davası açmak zorundadır. Bu dava, kamulaştırma kararının iptali davasından tamamen farklıdır; burada işlemin hukuka uygunluğu değil, yalnızca taşınmazın bedeli tartışılır.
Davanın açılmasıyla birlikte mahkeme, aşağıdaki adımları izleyerek adil bedeli tespit etmeye çalışır:
- Bilirkişi Heyetinin Oluşturulması: Mahkeme, taşınmazın niteliğine göre (arsa, arazi, bina vb.) uzmanlardan oluşan bir bilirkişi heyeti görevlendirir.
- Keşif ve Değerleme: Bilirkişi heyeti, taşınmazın bulunduğu yerde keşif yaparak mülkün değerini etkileyen tüm unsurları inceler. Bu unsurlar arasında; taşınmazın cinsi, yüzölçümü, imar durumu, konumu, vergi beyanları, emsal satış bedelleri ve resmi birim fiyatları gibi birçok kriter bulunur.
- Raporun Sunulması ve İtiraz Hakkı: Bilirkişiler, yaptıkları inceleme sonucunda detaylı bir değerleme raporu hazırlayarak mahkemeye sunar. Mülk sahibi (davalı) ve idare (davacı), bu rapora karşı itirazlarını ve beyanlarını sunma hakkına sahiptir. Özellikle düşük bir bedel tespiti yapıldığını düşünen mülk sahibinin, emsal değerler ve somut verilerle desteklenmiş bir itiraz dilekçesi sunması, bedelin artırılması için kritik öneme sahiptir.
Mahkeme, tüm delilleri ve bilirkişi raporunu değerlendirerek taşınmazın nihai kamulaştırma bedelini belirler. Bu bedelin ödenmesi aşamasında mülk sahiplerini koruyan çok önemli bir gelişme yaşanmıştır. Geçmişte bedelin bir kısmının bloke edilerek mağduriyetlere yol açan uygulama, Anayasa Mahkemesi'nin 16.07.2020 tarihli, 2018/104 E. ve 2020/39 K. sayılı kararı ile son bulmuştur. Bu kararla, mahkemece tespit edilen kamulaştırma bedelinin tamamının, mülk sahibi adına açılan banka hesabına derhal ve nakden yatırılması zorunlu hale gelmiştir. İdare bu bedeli yatırdıktan sonra, mahkeme taşınmazın idare adına tesciline karar verir. Tescil kararı kesin olup, tarafların yalnızca tespit edilen bedelin miktarına yönelik temyiz (itiraz) hakkı bulunmaktadır.
Kullanılmayan Taşınmazın Geri Alınması
Kamulaştırma, kamu yararı amacına hizmet eden bir araçtır. İdarenin bu yetkiyi keyfi veya amaç dışı kullanmasını engellemek amacıyla kanun koyucu, mülk sahibine istisnai bir hak tanımıştır: geri alma hakkı. Bu hak, 2942 sayılı Kanun m. 23'te düzenlenmiştir.
Bu hakka göre, kamulaştırma bedelinin kesinleştiği tarihten itibaren 5 yıl içinde idare, kamulaştırma amacına uygun hiçbir işlem veya tesisat yapmazsa ya da taşınmazı olduğu gibi bırakırsa, eski malik veya mirasçıları taşınmazı geri alma hakkına sahip olur. Bu hakkın kullanılabilmesi için şu şartların bir arada bulunması gerekir:
- Kamulaştırma bedelinin kesinleşmesinden itibaren 5 yıllık sürenin dolmuş olması.
- İdarenin bu süre zarfında kamulaştırma amacına yönelik (örneğin okul yapılacaksa inşaata başlanmaması) hiçbir faaliyette bulunmamış olması.
- Taşınmazın olduğu gibi, yani üzerinde niteliğini değiştirecek bir değişiklik yapılmadan duruyor olması.
Bu şartlar oluştuğunda, geri alma hakkı doğar. Ancak bu hakkın kullanımı süresiz değildir. Mülk sahibi, 5 yıllık sürenin bittiği tarihten itibaren 1 yıl içinde bu hakkını kullanmak zorundadır. Bu 1 yıllık süre, hak düşürücü nitelikte olup, sürenin kaçırılması halinde geri alma hakkı tamamen ortadan kalkar.
Geri alma hakkını kullanmak isteyen malik, kamulaştırma sırasında aldığı bedeli, ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte idareye geri ödemeyi taahhüt ederek dava açmalıdır. Mahkemenin talebi kabul etmesi halinde, taşınmaz tekrar eski sahibine tescil edilir. Bu düzenleme, mülkiyet hakkının özünü koruyan ve idarelerin kamulaştırma yetkisini kamu yararı ilkesiyle sınırlayan temel bir güvencedir.
Kamulaştırmasız El Atma: Fiili ve Hukuki Durumlar
İdarenin, Anayasa ve kanunlarla belirlenmiş usullere uymaksızın, özel mülkiyette bulunan bir taşınmaza fiilen veya hukuken müdahale ederek malikin kullanım hakkını engellemesi durumuna kamulaştırmasız el atma denir. Bu durum, yasal bir kamulaştırma işlemi olmayıp, mülkiyet hakkına yönelik açık bir haksız fiil niteliğindedir. İdare, kamu yararı gerekçesiyle dahi olsa, yasal prosedürleri işletmeden bir mülkü kullanamaz veya mülk üzerindeki tasarruf hakkını süresiz olarak kısıtlayamaz. Yargıtay içtihatları ile şekillenen bu kavram, mülk sahiplerine idarenin bu hukuka aykırı eylemlerine karşı önemli haklar tanımaktadır.
Kamulaştırmasız el atma, idarenin müdahalesinin niteliğine göre iki ana başlıkta incelenir. Bu ayrım, açılacak davanın türü, görevli mahkeme ve uygulanacak hukuk kuralları açısından hayati öneme sahiptir.
Fiili El Atma ve Hukuki El Atma (İmar Kısıtlılığı) Ayrımı
Fiili el atma, idarenin herhangi bir yasal dayanak olmaksızın, bir taşınmaza fiziken girerek yapı (yol, trafo, okul, park vb.) inşa etmesi veya taşınmazı kalıcı bir şekilde işgal etmesidir. Burada somut ve gözle görülür bir müdahale söz konusudur. İdare, taşınmazı bilfiil kendi malı gibi kullanmaya başlar ve malikin mülk üzerindeki zilyetliği (fiili hakimiyeti) sona erdirilir. Bu tür durumlarda idarenin eylemi, özel hukuk alanında bir "haksız fiil" olarak kabul edilir. Dolayısıyla, fiili el atmadan kaynaklanan uyuşmazlıklarda görevli mahkeme, taşınmazın bulunduğu yerdeki Asliye Hukuk Mahkemeleridir.
Hukuki el atma (imar kısıtlılığı) ise daha dolaylı bir müdahale yöntemidir. İdare, taşınmaza fiziken girmez ancak yürürlüğe koyduğu 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarında ilgili parseli "kamu hizmetine ayrılmış alan" (örneğin; yeşil alan, park, okul alanı, ibadet yeri, sağlık tesisi alanı) olarak belirler. Bu plan kararı neticesinde mülk sahibi, arazisi üzerinde inşaat yapma, satma veya ekonomik olarak değerlendirme gibi temel mülkiyet haklarını kullanamaz hale gelir. Mülkiyet kağıt üzerinde malike ait görünse de, fiilen kullanılamaz durumdadır. Bu durum, mülkiyet hakkının özünü zedeleyen bir idari işlem niteliğindedir. Bu nedenle hukuki el atmadan kaynaklanan davalarda görevli mahkeme, taşınmazın bulunduğu yerdeki İdare Mahkemeleridir.
Bu iki durum arasındaki ayrımın doğru yapılması, davanın usulden reddedilmemesi ve hak kaybı yaşanmaması için kritik bir öneme sahiptir.
Açılabilecek Davalar ve Zamanaşımı
İdarenin kamulaştırmasız el atma eylemine maruz kalan mülk sahibi, duruma göre farklı dava türleri ile haklarını arayabilir:
El Atmanın Önlenmesi (Müdahalenin Men'i) Davası: Mülk sahibi, Türk Medeni Kanunu'nun 683. maddesi uyarınca mülkiyet hakkına yapılan haksız müdahalenin sonlandırılmasını ve taşınmazın kendisine iadesini talep edebilir. Bu dava, idarenin fiili işgalini sonlandırmaya yöneliktir. Mülkiyet hakkı ayni bir hak olduğundan, bu tür davalarda herhangi bir zamanaşımı veya hak düşürücü süre işlemez.
Kamulaştırmasız El Atılan Taşınmaz Bedelinin Tahsili Davası: Çoğu zaman idarenin yaptığı yapıların (yol, hastane vb.) kaldırılması kamu yararına aykırı olabilir. Bu gibi durumlarda mülk sahibi, fiili duruma razı gelerek taşınmazının bedelinin kendisine ödenmesini talep edebilir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu'nun 16.05.1956 tarihli ve 1/6 sayılı kararı ile bu hak tanınmıştır. Bu dava ile mülk sahibi, taşınmazın mülkiyetinin idareye devri karşılığında, dava tarihindeki rayiç değerinin ödenmesini ister. Bu davada da zamanaşımı süresi bulunmamaktadır.
Ecrimisil (Haksız İşgal Tazminatı) Davası: Mülk sahibi, yukarıdaki davalara ek olarak veya tek başına, idarenin taşınmazını haksız olarak işgal ettiği süre için bir tür "işgal tazminatı" olan ecrimisil talep edebilir. Ancak ecrimisil talepleri için geriye dönük 5 yıllık bir zamanaşımı süresi söz konusudur. Yani, dava tarihinden en fazla 5 yıl öncesine ait işgal tazminatı istenebilir.
Özel Durumlar ve Usule İlişkin Önemli Noktalar:
09.10.1956 ile 04.11.1983 Tarihleri Arasındaki El Atmalar: Bu tarihler arasında gerçekleşen fiili el atmalar için Kamulaştırma Kanunu'nun Geçici 6. Maddesi özel bir düzenleme getirmiştir. Bu dönemdeki el atmalar için dava açmadan önce ilgili idareye başvurarak uzlaşma yolunu denemek bir dava şartıdır. Uzlaşma sağlanamazsa veya idare 6 ay içinde cevap vermezse, mülk sahibi bedel tespiti davası açabilir.
Harç ve Vekalet Ücreti: Kamulaştırmasız el atma davalarında, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2017/2765 E., 2019/954 K. sayılı emsal kararı uyarınca, harç ve vekalet ücretleri maktu (sabit) olarak değil, dava değeri üzerinden nispi (oransal) olarak hesaplanır. Bu durum, Anayasa Mahkemesi'nin ilgili kanun maddelerini iptal etmesinin bir sonucudur ve davanın maliyetini doğrudan etkiler.
Kamulaştırmasız el atma, idarenin hukuka aykırı bir eylemi olup, mülk sahiplerinin bu duruma karşı sessiz kalmaması ve yasal haklarını zamanında ve doğru hukuki zeminde araması büyük önem taşımaktadır.
Özel Durumlar: Acele Kamulaştırma ve Diğer Kanunlardaki Düzenlemeler
Kamulaştırma süreci her zaman standart prosedürlere göre ilerlemeyebilir. Kamu yararının aciliyet gerektirdiği veya özel kanunların farklı usuller öngördüğü durumlarda, genel kamulaştırma kurallarından ayrılan özel uygulamalar gündeme gelmektedir. Bu uygulamalar, mülk sahipleri için farklı hukuki sonuçlar doğurabileceğinden, süreçlerin doğru anlaşılması büyük önem taşır. Özellikle acele kamulaştırma usulü ve imar, afet gibi özel kanunlardan kaynaklanan kamulaştırma benzeri uygulamalar, bu özel durumların başında gelir.
Acele Kamulaştırma Usulü
Acele kamulaştırma, adından da anlaşılacağı üzere, idarenin taşınmaza hızla el koymasını sağlayan istisnai bir yöntemdir. Bu usulün temel amacı, kamu hizmetinin gecikmesinin ciddi zararlara yol açacağı durumlarda, uzun süren kamulaştırma prosedürlerini beklemeksizin mülkiyetin kullanımını idareye devretmektir.
Bu usulün hukuki dayanağı, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 27. maddesidir. Maddeye göre acele kamulaştırma yalnızca şu hallerde mümkündür:
- 3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu’nun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına dayanan durumlar.
- Cumhurbaşkanınca aciliyetine karar verilen haller.
- Özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlar.
Bu şartlardan birinin varlığı halinde idare, asliye hukuk mahkemesine başvurarak taşınmaza acele el konulmasını talep eder. Mahkeme, kıymet takdiri dışındaki diğer işlemleri sonradan tamamlanmak üzere, bilirkişiler aracılığıyla 7 gün içinde taşınmazın tahmini bedelini belirler. İdarenin bu bedeli malik adına bankaya yatırmasıyla birlikte mahkeme, taşınmaza el konulmasına karar verir. Bu aşamadan sonra, standart kamulaştırma sürecinde olduğu gibi bedel tespiti ve tescil davası devam eder.
Özellikle kentsel dönüşüm projelerinde acele kamulaştırma sıkça karşımıza çıkmaktadır. 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında bir bölgenin "riskli alan" ilan edilmesi, acele kamulaştırma için hukuki bir dayanak oluşturabilmektedir. Ancak bu yetki sınırsız değildir. Acele kamulaştırma kararının dayanağı olan idari işlem (örneğin riskli alan kararı) hukuka aykırı ise, bu karara dayanılarak yapılan kamulaştırma işlemi de dayanaksız kalır. Nitekim Danıştay 6. Dairesi'nin 2016/4966 Esas ve 2017/1869 Karar sayılı emsal kararında, dayanağı olan riskli alan kararının mahkemece iptal edilmesi nedeniyle, bu karara istinaden tesis edilen acele kamulaştırma işleminin de hukuka aykırı olduğuna ve iptal edilmesi gerektiğine hükmedilmiştir. Bu durum, acele kamulaştırma kararlarına karşı da idari yargıda iptal davası açılabileceğini göstermektedir.
İmar ve Afet Kanunları Kapsamında Kamulaştırma
Kamulaştırma veya mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden uygulamalar, sadece Kamulaştırma Kanunu ile sınırlı değildir. Pek çok özel kanun, kendi amaçları doğrultusunda farklı usuller öngörmektedir.
Bunlardan en önemlisi 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca yapılan "arazi ve arsa düzenlemesi" (şüyulandırma) uygulamasıdır. Bu işlem, klasik bir kamulaştırma olmamakla birlikte, mülkiyet hakkına en yoğun müdahalelerden birini oluşturur. Belediye veya valilikler, imar planlarını uygulamak amacıyla, bir bölgedeki özel mülkiyete ait parselleri birleştirerek (hamur haline getirerek) imar planına uygun yeni parseller oluşturur ve bunları maliklere dağıtır. Bu işlem sırasında idare, düzenlemeye giren arazilerin yüzölçümünün %45'ine kadar olan bir kısmını "Düzenleme Ortaklık Payı" (DOP) adı altında bedelsiz olarak kesebilir. Bu kesinti, yol, park, meydan gibi kamu hizmetleri için kullanılır ve bu orana kadar olan kısım için malike herhangi bir bedel ödenmez. Eğer kamu hizmeti için gereken alan, DOP kesintisiyle karşılanamıyorsa, eksik kalan kısım kamulaştırma yoluyla tamamlanır.
Bir diğer önemli düzenleme, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nda yer almaktadır. Bu kanunun 15. maddesi, sit alanı içinde kalan veya korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlığı olarak tescil edilen özel mülkiyetteki taşınmazların, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca hazırlanacak programlara göre kamulaştırılabileceğini düzenler. Bu kamulaştırmalarda bedel takdiri yapılırken, taşınmazın "kültür varlığı" niteliği, yani eski eser olması, sanatsal veya tarihi değeri göz önünde bulundurulmaz. Değerleme, yalnızca arsa ve üzerindeki yapının fiziki özelliklerine göre yapılır.
Ayrıca 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun veya 775 sayılı Gecekondu Kanunu gibi düzenlemeler de afet ve ıslah bölgelerinde özel kamulaştırma usulleri öngörmektedir.
Görüldüğü üzere mülkiyet hakkı, Anayasa ile güvence altına alınmış temel bir hak olmakla birlikte, kamu yararı gerekçesiyle çeşitli hukuki yollarla sınırlandırılabilmektedir. Kamulaştırma, bu sınırlandırmaların en önemlisidir. Mülk sahiplerinin bu süreçte hak kaybına uğramaması için, idarenin kamulaştırma kararının hukuka uygunluğunu denetlemek üzere İdare Mahkemesi'nde iptal davası açma, belirlenen bedelin adil olmaması durumunda Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülen bedel tespiti davasında haklarını savunma veya idarenin yasal prosedürlere uymadan mülke el koyduğu kamulaştırmasız el atma hallerinde tazminat talep etme gibi önemli hukuki mekanizmalar bulunmaktadır. Bu süreçlerin her biri, hak düşürücü sürelere ve özel usul kurallarına tabi olduğundan, mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumak adına profesyonel hukuki destek almak kritik bir öneme sahiptir.