
Ödenmemiş Maaş ve İkramiye Alacakları İçin Tam Yargı Davası
Kamu çalışanı olarak maaşınız, ikramiyeniz veya diğer mali haklarınız zamanında ve eksiksiz ödenmiyor mu? İdareden olan bu alacaklarınızı yasal yollarla nasıl tahsil edebileceğinizi merak ediyorsanız, bu yazı tam size göre. Ödenmeyen maaş ve ikramiye alacakları için 'tam yargı davası' açma sürecini, dava şartlarını, hak düşürücü süreleri ve en önemlisi alacağınıza işletilecek faizin başlangıç tarihini güncel Danıştay kararlarıyla birlikte adım adım açıklıyoruz.
Ödenmeyen Alacaklar İçin Tam Yargı Davasının Hukuki Temelleri
Kamu görevlilerinin maaş, ikramiye gibi mali haklarının idare tarafından ödenmemesi, hukuki bir uyuşmazlık doğurur ve bu uyuşmazlığın çözümü idari yargıda aranır. İdarenin, çalışanlarına karşı mali yükümlülüklerini yerine getirmemesi, keyfi bir tutum olmaktan öte, temel hukuk ilkelerini ihlal eden bir durumdur. Bu gibi hallerde personelin başvuracağı en etkili hukuki yol, idarenin sebep olduğu zararın tazmini amacıyla açılan tam yargı davasıdır. Bu dava, idarenin hukuka aykırı eylem ve işlemlerine karşı bireyin hakkını koruyan temel bir mekanizmadır. Davanın hukuki temellerini ve idarenin sorumluluğunun hangi ilkelere dayandığını anlamak, hak arama sürecinin ilk ve en önemli adımıdır.
İdarenin Mali Sorumluluğunun Anayasal Dayanağı
Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir ve bu ilkenin en temel yansımalarından biri, idarenin de hukuk kurallarıyla bağlı olmasıdır. İdarenin eylemlerinden doğan sorumluluğu, herhangi bir kanundan önce doğrudan Anayasa ile güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın 125. maddesi, bu sorumluluğun çerçevesini net bir şekilde çizerek, "İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür." hükmünü amirdir.
Bu anayasal hüküm, idarenin mali sorumluluğunun temelini oluşturur. Kamu personelinin ödenmeyen maaşı, eksik yatırılan ikramiyesi veya verilmeyen herhangi bir parasal hakkı, idarenin bir "eylemsizliği" veya "hatalı işlemi" sonucu doğan somut bir zarardır. Anayasa, bu zararın bizzat idare tarafından karşılanmasını bir lütuf değil, bir zorunluluk olarak tanımlar. Dolayısıyla, bir kamu çalışanı ödenmeyen alacağı için dava açtığında, aslında Anayasa'nın kendisine tanıdığı temel bir hakkı kullanmaktadır. İdarenin "bütçe yetersizliği", "iç prosedür eksikliği" gibi bahanelerle bu anayasal yükümlülükten kaçınması hukuken mümkün değildir.
Tam Yargı Davasının Tanımı ve Şartları
Anayasal temel üzerine inşa edilen tam yargı davası, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun (İYUK) 2. maddesinin 1/b fıkrasında tanımlanmıştır. Buna göre tam yargı davası, "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan ihlal edilenler tarafından açılan" bir dava türüdür. Bu tanımdan hareketle, ödenmeyen maaş ve ikramiye alacakları için bir tam yargı davası açılabilmesinin üç temel şartı bulunmaktadır:
- İdari Eylem veya İşlem: Ortada idareden kaynaklanan bir eylem veya işlem olmalıdır. Maaşın hiç ödenmemesi veya geç ödenmesi idari bir "eylem" (veya eylemsizlik), ikramiyenin yanlış hesaplanarak eksik ödenmesi ise idari bir "işlem" niteliğindedir.
- Kişisel Hakkın İhlali ve Zararın Doğması: Bu idari eylem veya işlem neticesinde, davacının kanunla veya yerleşik uygulamalarla güvence altına alınmış kişisel bir hakkı (alacak hakkı) ihlal edilmeli ve bu ihlalden somut, ölçülebilir bir maddi zarar doğmalıdır.
- Nedensellik (İlliyet) Bağı: Ortaya çıkan zarar ile idarenin hukuka aykırı eylem veya işlemi arasında doğrudan bir neden-sonuç ilişkisi bulunmalıdır. Yani, personelin uğradığı maddi kayıp, doğrudan idarenin ödeme yapmamasından kaynaklanmalıdır.
Bu üç şartın bir arada bulunması halinde, alacaklı personel, uğradığı zararın tazmini için idare mahkemesinde tam yargı davası açma hakkına sahip olur.
İdarenin Sorumluluğunu Doğuran Haller: Hizmet Kusuru
İdare mahkemeleri, tam yargı davalarında idarenin tazminat sorumluluğunu değerlendirirken "hizmet kusuru" ilkesine başvurur. Hizmet kusuru, idarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir kamu hizmetinin;
- Hiç işlememesi,
- Geç işlemesi,
- Kötü işlemesi
hallerinde ortaya çıkan ve idarenin tazminat ödemesini gerektiren bir sorumluluk halidir. Ödenmeyen alacaklar bakımından bu ilke somut olarak şu şekilde karşımıza çıkar:
- Maaşın hiç ödenmemesi: Personel dairesi veya muhasebe biriminin ödeme görevini yerine getirmemesi, hizmetin "hiç işlememesi" durumudur.
- Maaşın veya ikramiyenin vadesi geçtikten sonra ödenmesi: Ödeme hizmetinin "geç işlemesi" anlamına gelir ve bu gecikmeden doğan faiz gibi zararların tazminini gerektirir.
- İkramiyenin veya diğer mali hakların yanlış hesaplanarak eksik ödenmesi: Bu durum, hizmetin "kötü işlemesi" olarak kabul edilir.
Danıştay, hizmet kusuru kavramını oldukça geniş yorumlamaktadır. Örneğin, Danıştay 15. Dairesi'nin K:2016/4029 sayılı kararında, bir ameliyat esnasında hastanın vücudunda yabancı cisim unutulması, sağlık hizmetinin kötü işletilmesi olarak kabul edilmiş ve idarenin hizmet kusuruna dayalı tazminat sorumluluğuna hükmedilmiştir. Benzer şekilde, Danıştay 10. Dairesi'nin K:2015/3710 sayılı kararında, idarenin denetimindeki elektrik direğindeki kaçak akım nedeniyle bir vatandaşın hayatını kaybetmesi, idarenin denetim ve bakım görevini yerine getirmemesi olarak nitelendirilmiş ve bir hizmet kusuru olarak görülmüştür.
Bu kararlar, idarenin asli görevlerini yerine getirirken göstermesi gereken özen ve dikkati göstermemesinin doğrudan bir hizmet kusuru teşkil ettiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, bir kamu kurumunun kendi personeline karşı en temel yükümlülüğü olan maaş ödeme hizmetini aksatması, açık ve tartışmasız bir hizmet kusurudur ve bu kusurdan doğan zararın faiziyle birlikte tazmin edilmesi hukuki bir zorunluluktur.
Tam Yargı Davası Açma Süreci: Süreler, Başvuru ve Yetkili Mahkeme
İdareden olan maaş, ikramiye veya diğer parasal haklarınızı talep etmeye karar verdiğinizde, bu sürecin en kritik aşaması usul kurallarına harfiyen uymaktır. İdari yargıda haklı olmak kadar, hakkı yasal süreler ve prosedürler içinde aramak da davanın kazanılması için hayati önem taşır. Bir hakkın süresi içinde talep edilmemesi, o hakkın esastan incelenmeden kaybedilmesine yol açabilir. Bu nedenle, ödenmeyen alacaklar için tam yargı davası açma sürecinin adımları, özellikle hak düşürücü süreler, titizlikle takip edilmelidir.
İdari Eylemlere Karşı Dava Açma Süreleri
Kamu personelinin maaşının veya ikramiyesinin ödenmemesi, idarenin bir "eylemi" olarak kabul edilir. Bu durum, dava açma sürecini idari işlemlere (yazılı ve icrai kararlar) göre farklı bir usule tabi kılar. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun (İYUK) 13. maddesi, idari eylemlerden doğan zararlar için dava açma sürecini net bir şekilde düzenlemiştir.
Bu maddeye göre, idari eylemlerden dolayı hakları ihlal edilenlerin izlemesi gereken iki aşamalı bir süre kuralı vardır:
Bir Yıllık Başvuru Süresi: Zarara yol açan idari eylemin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili idareye yazılı bir başvuru yaparak hakkın yerine getirilmesi istenmelidir. Örneğin, her ayın 15'inde ödenmesi gereken ikramiyenin ödenmediğini fark eden bir kamu görevlisi için bu bir yıllık süre, ödemenin yapılmadığını öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlar.
Beş Yıllık Hak Düşürücü Süre: Her ne olursa olsun, eylemin gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl geçtikten sonra idareye başvuru yapılamaz. Bu süre, hakkın talep edilebileceği azami süreyi ifade eder ve hak düşürücü niteliktedir.
Bu temel kuralın yanı sıra, eğer alacak talebi, öncelikle iptali istenen bir idari işleme dayanıyorsa, İYUK m. 12 devreye girebilir. Örneğin, personelin ek göstergesini düşüren bir idari işleme karşı açılan iptal davası kazanılmışsa, bu kararın kesinleşip ilgiliye tebliğinden itibaren 60 gün içinde, bu işlemden doğan parasal kayıplar için tam yargı davası açılabilir.
İdareye Başvuru Zorunluluğu ve Zımni Ret
İYUK m. 13'ün en önemli sonuçlarından biri, idari eylemlerden kaynaklanan tam yargı davalarında, dava açmadan önce idareye başvurunun zorunlu olmasıdır. Bu, bir dava şartıdır ve yerine getirilmeden doğrudan idare mahkemesinde dava açılması halinde, dava usulden reddedilecektir.
Süreç şu şekilde işler:
- Hak sahibi, alacağını (örneğin, ödenmemiş ikramiye ve faizi) talep eden bir dilekçeyi ilgili kamu kurumuna sunar.
- İdare, bu başvuruya karşılık iki tür tepki verebilir:
- Açık Ret: İdare, talebi reddettiğine dair yazılı bir cevap verir. Bu ret kararının tebliğ edildiği tarihten itibaren 60 gün içinde idare mahkemesinde tam yargı davası açılmalıdır.
- Zımni Ret (Sessiz Kalma): İdare, başvuruya 30 gün içinde herhangi bir cevap vermezse, İYUK m. 10 uyarınca bu durum talebin reddedildiği anlamına gelir. Bu 30 günlük sürenin bittiği tarihten itibaren 60 günlük dava açma süresi başlar.
Hak kaybı yaşamamak için idareye yapılan başvurunun tarihinin ispatlanabilir olması (örneğin, iadeli taahhütlü posta veya evrak kayıt numarası alınarak) son derece önemlidir.
Süregelen Zararlarda Dava Açma Süresinin Başlangıcı
Bazı durumlarda idarenin hukuka aykırı eylemi tek bir seferde olup bitmez, etkileri zaman içinde devam eder. Bu duruma hukukta "süregelen zarar" veya "mütemadi zarar" denir. Örneğin, bir personelin maaş katsayısının yanlış hesaplanması nedeniyle her ay eksik maaş alması, süregelen bir zarardır.
Bu gibi durumlarda dava açma süresinin ne zaman başlayacağı kritik bir sorudur. Danıştay 6. Dairesi'nin K:2015/1893 sayılı emsal kararı, bu konuya ışık tutmaktadır. Kararda, imar planı kısıtlılığı gibi hukuka aykırı durum devam ettiği sürece, hak sahibinin dava açma hakkının da devam edeceği, yani dava açma süresinin işlemeyeceği belirtilmiştir. Bu ilke, ödenmeyen alacaklar için de kıyasen uygulanabilir. Eksik ödeme durumu her ay tekrarlandıkça, her bir ay için dava açma hakkı yeniden doğar. Bu yorum, hakkaniyete uygun olup hak sahiplerinin, ilk hukuka aykırılığı fark edemedikleri için tüm alacaklarını kaybetmelerini önler.
Son olarak, davanın nerede açılacağı da önemlidir. İYUK m. 36 uyarınca, tam yargı davalarında yetkili mahkeme, zarara yol açan hizmetin görüldüğü veya eylemin yapıldığı yerdeki idare mahkemesidir. Kamu personelinin alacaklarına ilişkin davalarda bu yer, genellikle personelin görev yaptığı kurumun bulunduğu yerdeki idare mahkemesi olacaktır.
İkramiye Alacağının Kazanılmış Hakka Dönüşmesi
Kamu personelinin mali hakları denildiğinde akla ilk gelen maaş alacağı olsa da, idare tarafından belirli dönemlerde düzenli olarak yapılan ikramiye, prim veya benzeri ek ödemeler de zamanla personelin vazgeçilmez bir hakkı haline gelebilir. Bir ödemenin, personelin sözleşmesinde veya ilgili mevzuatta açıkça yazmıyor olması, idarenin bu ödemeyi keyfi olarak durdurabileceği anlamına gelmez. Hukuk sistemimiz, süreklilik kazanan ve genel bir uygulamaya dönüşen bu tür ödemeleri, "işyeri şartı" veya "kazanılmış hak" olarak koruma altına almıştır. İdarenin bu yerleşik uygulamayı tek taraflı olarak sonlandırması, bir hak ihlali teşkil eder ve tam yargı davası yoluyla bu alacakların tahsiline imkân tanır.
İkramiye Ödemesinin 'İşyeri Şartı' Haline Gelmesi
Bir ek ödemenin "işyeri şartı" haline gelmesi, idarenin tek taraflı iradesiyle başlayan bir uygulamanın zaman içinde tekrarlanarak, genel ve objektif bir nitelik kazanması ve böylece çalışma ilişkisinin zımni bir parçası haline gelmesidir. Bu durumun oluşabilmesi için üç temel unsurun bir arada bulunması gerekir:
- Süreklilik: Ödemenin tesadüfi olmaması, belirli bir zaman dilimi boyunca (örneğin üst üste en az 3 yıl boyunca her bayramda veya yıl sonunda) tekrarlanarak yapılmasıdır.
- Genellik: Ödemenin sadece belirli kişilere yönelik bir lütuf olmaktan çıkıp, kurumdaki tüm personele veya belirli bir statüdeki (örneğin tüm mühendisler, tüm öğretmenler vb.) personele aynı koşullar altında yapılmasıdır.
- Belirlilik: Ödemenin miktarının veya hesaplama yönteminin öngörülebilir olmasıdır.
Bu şartlar oluştuğunda, ikramiye ödemesi artık idarenin takdirine bağlı bir işlem olmaktan çıkar ve personelin kazanılmış bir hakkına dönüşür. Yargıtay'ın bu konudaki yerleşik içtihatları, kamu personeli alacakları için açılacak davalarda da emsal teşkil etmektedir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun E:2012/9-849, K:2012/704 sayılı emsal niteliğindeki kararında bu durum açıkça vurgulanmıştır. Kararda, işyerinde düzenli ödeme ile oluşan ve bir "işyeri şartı" haline gelen ikramiye uygulamasının, personelin açık rızası olmaksızın işverence tek taraflı olarak kaldırılamayacağı belirtilmiştir.
Bu hakkın ispatı noktasında, personelin elindeki bordrolar veya banka kayıtları en önemli delillerdir. Ancak idarenin bu tür kayıtları sağlamadığı veya ödemeyi farklı adlar altında yaptığı durumlarda tanık beyanları hayati bir rol oynar. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin, yukarıda anılan Hukuk Genel Kurulu kararında da atıf yapılan bozma kararında belirtildiği üzere, davacı ile aynı durumda olan diğer çalışanların, işyerinde düzenli bir ikramiye uygulaması olduğuna dair tutarlı beyanları, bu alacağın varlığını ispatlamak için yeterli kabul edilebilir.
İdarenin İkramiye Ödemesini Tek Taraflı Olarak Durduramaması
Bir ikramiye ödemesi, yukarıda açıklanan koşullar çerçevesinde "işyeri şartı" haline geldiğinde, artık çalışma koşullarının ayrılmaz bir parçası sayılır. İdarenin bu yerleşik uygulamayı ekonomik gerekçeler, bütçe kısıtlamaları veya yönetim değişikliği gibi nedenlerle tek taraflı olarak durdurması hukuken mümkün değildir.
Bu noktada, kıyasen uygulanabilecek olan 4857 sayılı İş Kanunu'nun 22. maddesi yol gösterici bir ilke sunmaktadır. Bu maddeye göre işveren, iş sözleşmesiyle veya işyeri uygulamalarıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak işçinin yazılı rızasını alarak yapabilir. Düzenli olarak ödenen bir ikramiyenin kesilmesi, şüphesiz ki personel aleyhine esaslı bir değişikliktir. Personelin bu değişikliğe sessiz kalması veya bir süre itiraz etmemesi, bu durumu zımnen kabul ettiği anlamına gelmez. Haklardan zımnen feragat edildiği yorumu, hukuk sistemimizde son derece dar yorumlanır.
Dolayısıyla, idarenin kazanılmış hak niteliğindeki bir ikramiyeyi ödemeyi durdurması, hizmet kusuru teşkil eden hukuka aykırı bir eylemdir. Personel, bu eylem nedeniyle mahrum kaldığı ikramiye alacaklarının tamamını, ödenmesi gereken tarihten itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte talep etme hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanılması için izlenmesi gereken yol, öncelikle idareye bir başvuru yapmak ve ardından süresi içinde İdare Mahkemesi'nde tam yargı davası açmaktır. Mahkeme, ikramiye uygulamasının bir "işyeri şartı" haline geldiğini tespit ettiğinde, idarenin bu ödemeyi yapmasına hükmedecektir.
Alacağın Tahsili: Faiz Başlangıcı ve Mahkeme Kararlarının İcrası
Ödenmemiş maaş, ikramiye ve diğer parasal haklar için açılan tam yargı davasının lehe sonuçlanması, hukuki mücadelenin en önemli aşamasıdır. Ancak bu zafer, alacağın fiilen tahsil edilmesiyle tamamlanır. İdare tarafından ödenmesi gereken ana paranın yanı sıra, bu meblağın geç ödenmesinden kaynaklanan zararın telafisi için işletilecek faiz ve mahkeme kararının idare tarafından uygulanmaması durumunda başvurulacak yasal yollar, sürecin kritik parçalarıdır.
Gecikme Faizinin Başlangıç Tarihinin Belirlenmesi
Tam yargı davalarında en temel uyuşmazlıklardan biri, hükmedilen alacağa işletilecek olan gecikme faizinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğidir. İdareler genellikle faizin dava açma tarihinden itibaren başlatılması gerektiğini savunsa da, bu yaklaşım hak sahibinin tam olarak tazmin edilmesini engeller. Zira hak sahibi, dava açmadan çok daha önce bu alacaktan mahrum kalmış ve idareye bu durumu bildirerek ödeme talebinde bulunmuştur.
Yargı içtihatları bu konuda hak sahipleri lehine istikrarlı bir görüş geliştirmiştir. İdarenin bir borcu ödemede gecikmesi, hukuki tabiriyle "temerrüde düşmesi" ile faiz işlemeye başlar. Peki, idare ne zaman temerrüde düşmüş sayılır?
Danıştay, bu soruyu net bir şekilde yanıtlamaktadır. Emsal niteliğindeki Danıştay 11. Dairesi'nin, Ankara 16. İdare Mahkemesi'nin E:2006/629 sayılı dosyasına ilişkin verdiği kararda açıkça belirtildiği üzere, faiz başlangıç tarihi dava açma tarihi değil, hakkın talep edildiği idari başvuru tarihidir. Çünkü idare, kendisine yapılan başvuru ile borcundan haberdar edilmiş ve ödeme yapması için uyarılmıştır. Bu tarihten sonra yapılan her gecikme, idarenin kusurundan kaynaklanır ve bu gecikmenin mali külfetine hak sahibi değil, idare katlanmalıdır.
Bu ilke, Anayasa'nın 125. maddesinde yer alan "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödeme yükümlülüğü" ilkesinin doğal bir sonucudur. Zarar, sadece ana paradan mahrum kalmak değil, aynı zamanda paranın kullanım değerinden yoksun kalmayı da içerir. Bu nedenle faiz, idarenin hukuka aykırı durumu öğrendiği ilk andan, yani idari başvuru tarihinden itibaren hesaplanmalıdır. Bu hesaplamada uygulanacak faiz oranı ise 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun hükümlerine göre belirlenir. Nitekim Danıştay 3. Dairesi'nin K:2014/6339 sayılı kararı da, iadesine hükmedilen vergiler için idarenin parayı elinde tuttuğu süre boyunca yasal faiz işletilmesi gerektiğini vurgulayarak bu genel prensibi teyit etmektedir.
Mahkeme Kararlarını Uygulamayan İdarecilere Karşı Yaptırımlar
İdare mahkemesi tarafından verilen kararlar, Anayasa ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu gereğince idareyi bağlayıcı niteliktedir. İdarenin, kararın kendisine tebliğinden itibaren en geç 30 gün içinde gereğini yerine getirme zorunluluğu bulunmaktadır. Ancak bazı durumlarda idareler, mahkeme kararını uygulamaktan imtina edebilir veya süreci geciktirebilir.
Bu durumda hak sahibinin elinde son derece etkili hukuki bir mekanizma daha bulunmaktadır. Kesinleşmiş bir mahkeme kararının gereklerini kasten yerine getirmeyen kamu görevlileri, ciddi bir yaptırımla karşı karşıya kalırlar. Türk Ceza Kanunu'nun 257. maddesi (TCK m. 257), bu durumu "Görevi Kötüye Kullanma" suçu olarak tanımlamaktadır.
Mahkeme kararının tebliğine rağmen 30 günlük yasal süre içinde ödeme yapmayan idarenin sorumlu amirleri (örneğin kurum başkanı, genel müdür, muhasebe yetkilisi vb.) hakkında, alacaklı tarafından Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulabilir. Bu şikâyet, ilgili kamu görevlileri hakkında cezai soruşturma başlatılmasına neden olur. Bu yaptırım tehdidi, genellikle idarecileri mahkeme kararını ivedilikle uygulamaya sevk eden en caydırıcı yöntemdir. Alacağını tahsil edemeyen bir kamu personeli için bu yol, sadece mali hakkına kavuşmasını değil, aynı zamanda hukukun üstünlüğünün tesis edilmesini de sağlar.
Özetle, kamu kurumlarından ödenmeyen maaş ve ikramiye gibi alacaklara yönelik hukuki süreç, tam yargı davası ile başlar. Bu davalarda temel dayanak, idarenin hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri çerçevesinde oluşan zararı tazmin etme yükümlülüğüdür. İdari eylemlere karşı dava açmadan önce İYUK m. 13'te belirtilen 1 ve 5 yıllık hak düşürücü sürelere dikkat ederek idareye başvuru yapmak zorunludur. Kazanılan davanın ardından alacağın tahsili aşamasında ise en kritik nokta, faizin idareye başvuru tarihinden itibaren talep edilmesi ve kararı uygulamayan idareciler hakkında TCK m. 257 uyarınca hukuki yollara başvurma hakkının bilinmesidir. Bu adımların doğru ve zamanında atılması, hak arama sürecinin başarıyla ve eksiksiz bir şekilde tamamlanmasını temin eder.