
Zorunlu Emeklilik Kararlarının İptali
Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) düzenlemesi sonrası binlerce kamu çalışanı, idare tarafından kendi istekleri dışında emekliliğe sevk edildi. Peki, idarenin bu re'sen emeklilik işlemi hukuka uygun mu? Anayasa Mahkemesi ve idare mahkemeleri bu konuda ne diyor? Bu yazımızda, 696 KHK'lı işçilerden 4/B'li personele kadar birçok çalışanı ilgilendiren zorunlu emeklilik kararlarının iptaline yönelik açılan davaları, emsal teşkil eden mahkeme kararlarını ve bu kararların dayandığı anayasal ilkeleri (çalışma hakkı, eşitlik, hukuki güvenlik) detaylı bir şekilde inceliyoruz. Hakkınızı aramanız için bilmeniz gereken tüm hukuki süreci ve kritik noktaları keşfedin.
Zorunlu Emeklilik Kavramı ve Hukuki Tartışmaların Odağındaki Düzenlemeler
Kamu sektöründe çalışma hayatının sona ermesi, genellikle çalışanın kendi talebiyle veya kanunla belirlenmiş zorunlu emeklilik yaş haddine ulaşmasıyla gerçekleşir. Ancak son yıllarda, özellikle belirli yasal düzenlemeler neticesinde, idarelerin çalışanları kendi iradeleri dışında, re'sen (kendiliğinden) emekliliğe sevk etmesi uygulaması yaygınlaşmış ve bu durum ciddi hukuki tartışmaları beraberinde getirmiştir. "Zorunlu emeklilik" olarak adlandırılan bu süreç, çalışanın emeklilik hakkını kazanır kazanmaz iş akdinin idare tarafından tek taraflı olarak sonlandırılmasını ifade eder. Bu uygulamanın temelini oluşturan ve daha sonra değişikliğe uğrayan yasal düzenlemeler, binlerce çalışanın anayasal haklarını ihlal ettiği iddiasıyla yargıya taşınmıştır.
Taşerondan Kadroya Geçen İşçiler İçin Getirilen Zorunluluk
Türkiye'de kamu hizmetlerinin taşeron firmalar aracılığıyla gördürülmesi uygulamasının ardından, bu firmalarda çalışan işçilerin sürekli işçi kadrolarına geçirilmesi yönünde önemli bir adım atılmıştır. Bu geçiş, 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile düzenlenmiştir. Ancak bu KHK, kadroya geçişi sağlarken beraberinde oldukça tartışmalı bir şart getirmiştir. KHK'nın 127. maddesi, 375 sayılı KHK'ya Geçici 23. maddeyi eklemiş ve bu maddenin birinci fıkrasının (b) bendinde, sürekli işçi kadrosuna geçecekler için "herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik, yaşlılık veya malullük aylığı almaya hak kazanmamış olmak" şartını öngörmüştür.
Bu hükmün pratikteki anlamı şuydu: Taşerondan sürekli işçi kadrosuna geçen bir çalışan, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) mevzuatı çerçevesinde emeklilik hakkını elde ettiği anda, iş sözleşmesi idare tarafından zorunlu olarak feshedilecekti. Bu durum, aynı kurumda, aynı işi yapan fakat doğrudan kamu işçisi olarak istihdam edilmiş bir emsaliyle arasında bariz bir eşitsizlik yaratıyordu. Zira doğrudan istihdam edilen kamu işçisi, kanuni yaş haddine kadar çalışma hakkına sahipken, KHK ile kadroya geçen işçi bu haktan mahrum bırakılıyordu.
Bu ayrımcı uygulama, temel anayasal ilkelere aykırılığı nedeniyle yoğun eleştirilere maruz kalmıştır:
- Eşitlik İlkesinin İhlali (Anayasa Madde 10): Hukuken aynı statüde ("sürekli işçi") olmalarına rağmen, sadece kadroya geçiş yöntemleri farklı olduğu için işçiler arasında çalışma hayatının sona ermesi noktasında farklı muamele yapılması, Anayasa'nın kanun önünde eşitlik ilkesine açıkça aykırılık teşkil etmekteydi. Mahkemeler nezdinde açılan davalarda, bu durumun hukuken kabul edilebilir ve meşru bir temeli olmadığı sıkça vurgulanmıştır.
- Çalışma Hakkı ve Hürriyetinin Kısıtlanması (Anayasa Madde 49): Anayasa ile güvence altına alınan çalışma hakkı, sadece bir işe girme hakkını değil, aynı zamanda o işte hukuki güvence altında çalışma hakkını da içerir. Bir çalışanın, yasal zorunlu emeklilik yaşına gelmeden ve kendi rızası olmaksızın, sadece emeklilik koşullarını sağladığı için işinden edilmesi, bu temel hakkın özüne dokunan bir müdahale olarak değerlendirilmiştir. Bu durum, Anayasa Mahkemesi'ne taşınan somut norm denetimi başvurularının da temelini oluşturmuştur.
EYT Düzenlemesi ve Değişen Hukuki Durum
Toplumda "Emeklilikte Yaşa Takılanlar" (EYT) olarak bilinen sorunu çözmek amacıyla 03 Mart 2023 tarihinde yürürlüğe giren 7438 sayılı Kanun, yalnızca emeklilik yaşını düzenlemekle kalmamış, aynı zamanda kamudaki zorunlu emeklilik uygulamasına son veren kritik bir değişiklik yapmıştır. Bu kanun, 375 sayılı KHK'nın Geçici 23. maddesinde yer alan ve yukarıda bahsedilen zorunlu emeklilik şartını yürürlükten kaldırmıştır.
Bu değişiklikle birlikte, 696 sayılı KHK ile kadroya geçen işçiler de dahil olmak üzere, kamu kurum ve kuruluşlarında, belediyelerde ve belediye şirketlerinde çalışan tüm işçiler için emeklilik hakkını kazanmış olmaları, artık iş akdinin zorunlu fesih nedeni olmaktan çıkmıştır. Bu düzenleme, ileriye dönük olarak hukuki bir güvence sağlamış ve mevcut eşitsizliği ortadan kaldırmıştır.
Ancak 7438 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden önce, eski hükme dayanılarak re'sen emekli edilmiş binlerce çalışanın durumu, yeni bir hukuki mücadele alanı doğurmuştur. İdareler, EYT düzenlemesiyle emeklilik hakkı kazanan 4/B'li sözleşmeli personel ve diğer kamu çalışanlarını da, personelin talebi olmaksızın emekliye sevk etme yoluna gitmiştir. İşte bu noktada, idare mahkemeleri ve bölge idare mahkemeleri devreye girerek, EYT hakkının "talebe bağlı" bir hak olduğunu ve idarenin re'sen işlem tesis edemeyeceğini vurgulayan emsal kararlar vermeye başlamıştır. Bu kararlar, idari işlemin hukuka aykırılığını "hukuki belirlilik", "öngörülebilirlik" ve "haklı beklentinin korunması" gibi temel hukuk devleti ilkelerine dayandırmıştır. Dolayısıyla, KHK ile getirilen bir zorunluluğun önce kanunla kaldırılması, ardından bu süreçte mağdur olanların haklarını yargı yoluyla araması, zorunlu emeklilik kararlarının iptali davalarının temel dinamiklerini oluşturmaktadır.
Anayasa Mahkemesi'nin Tarihi Emeklilik Yaşı Kararı ve Hukuk Devleti İlkesi
Türkiye'de zorunlu emeklilik uygulamalarına karşı geliştirilen hukuki argümanların temelini, Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) geçmişte verdiği emsal niteliğindeki bir karar oluşturmaktadır. Bu karar, idarenin ve yasama organının çalışma hayatına ilişkin düzenlemeler yaparken uymak zorunda olduğu anayasal sınırları net bir şekilde çizmesi bakımından günümüzdeki uyuşmazlıklara dahi ışık tutmaktadır. Söz konusu tarihi karar, 8 Ekim 2003 tarihli ve E.2003/67, K.2003/88 sayılı karardır.
2003 yılında yürürlüğe giren 4919 sayılı Kanun, kamuoyunda büyük yankı uyandıran bir düzenleme ile 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu'nun 40. maddesinde değişiklik yaparak, devlet memurları için genel zorunlu emeklilik yaş haddini 65'ten 61'e indirmiştir. Bu değişiklik, on binlerce kamu görevlisinin, kariyer planlarını ve hayat düzenlerini üzerine kurdukları yasal statünün aniden ve beklenmedik bir şekilde değiştirilmesi anlamına geliyordu. Yıllardır 65 yaşında emekli olacağı beklentisiyle hizmet veren bir kamu görevlisinin, herhangi bir makul ve adil geçiş süreci öngörülmeksizin, kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte bir anda emekliliğe sevk edilmesi, ciddi bir hukuki belirsizlik ve mağduriyet yaratmıştır.
Anayasa Mahkemesi'nin İptal Gerekçesi: Hukuki Güvenlik İlkesinin İhlali
Söz konusu kanunun iptali istemiyle açılan davada Anayasa Mahkemesi, düzenlemeyi temel hak ve özgürlükler ile hukuk devleti ilkesi bağlamında derinlemesine incelemiştir. Yüksek Mahkeme, yaptığı değerlendirme sonucunda, emeklilik yaşını aniden düşüren bu hükmü Anayasa'ya aykırı bularak iptal etmiştir. Bu iptal kararının temelinde yatan en önemli ilke, Anayasa'nın 2. maddesinde güvence altına alınan "hukuk devleti" ilkesidir.
Anayasa Mahkemesi'ne göre hukuk devleti, vatandaşlarına yalnızca hak ve özgürlükler tanımakla kalmaz, aynı zamanda bu hakların kullanılabilmesi için gerekli olan hukuki güvenliği ve öngörülebilirliği de sağlar. Bireylerin, devlete ve onun koyduğu kurallara güvenerek geleceklerini planlama hakkı vardır. Yıllardır istikrarlı bir şekilde uygulanan bir kuralın (65 yaş haddi), kamu yararı açısından zorunlu ve somut bir gerekçe gösterilmeksizin ve kişilerin yeni duruma uyum sağlamasına imkân tanımayan bir biçimde değiştirilmesi, devlete olan bu güveni temelden sarsar. AYM, bu ani değişikliğin, kişilerin meşru beklentilerini boşa çıkardığını ve bu yönüyle hukuki güvenlik ilkesini zedelediğini tespit etmiştir.
Kamu Hizmetinin Devamlılığı ve Devletin Görevleri
AYM'nin kararında dayandığı bir diğer önemli anayasal ilke ise Anayasa'nın 5. maddesinde belirtilen "Devletin temel amaç ve görevleri"dir. Mahkeme, 61 ile 65 yaş arasındaki binlerce tecrübeli ve birikimli kamu personelinin (doktor, hakim, mühendis, öğretmen, bürokrat vb.) bir anda sistem dışına çıkarılmasının, kamu hizmetlerinin kalitesini, verimliliğini ve devamlılığını olumsuz etkileyeceğini vurgulamıştır. Devletin, nitelikli insan kaynağını korumak ve kamu hizmetini aksatmamak gibi temel bir görevi varken, bu görevin ruhuna aykırı bir düzenleme yapmasının Anayasa ile bağdaşmayacağı sonucuna varmıştır.
Bu tarihi karar, yasama organının emeklilik gibi temel bir konuda düzenleme yaparken keyfi hareket edemeyeceğini, yapılacak değişikliklerin makul, ölçülü ve adil bir geçiş süreci içermesi gerektiğini ortaya koymuştur. Karar, çalışma hakkının sadece bir işe girmekten ibaret olmadığını, aynı zamanda kanunla belirlenmiş şartlar dahilinde o işte istikrarlı bir şekilde kalma güvencesini de içerdiğini zımnen kabul etmiştir. Bu nedenle E.2003/67, K.2003/88 sayılı AYM kararı, günümüzde EYT düzenlemesi veya diğer mevzuat hükümleri gerekçe gösterilerek yapılan re'sen (zorunlu) emeklilik işlemlerine karşı açılan davalarda, "hukuki güvenlik", "öngörülebilirlik" ve "meşru beklentinin korunması" ilkelerinin ne kadar güçlü birer hukuki dayanak olduğunu gösteren en önemli emsaldir.
EYT Sonrası Re'sen Emeklilik İşlemlerinin İptaline Dair Emsal Mahkeme Kararları
Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) düzenlemesi olarak bilinen 7438 sayılı Kanun, milyonlarca çalışana emeklilik hakkı tanırken, kamu idarelerinin bu hakkı yorumlama biçimi yeni bir hukuki uyuşmazlık alanı doğurmuştur. Bazı kamu kurumları, kanunla getirilen hakkı bir zorunluluk gibi yorumlayarak, şartları sağlayan personeli kendi talepleri olmaksızın re'sen (kendiliğinden) emekliliğe sevk etme yoluna gitmiştir. Ancak bu idari işlemler, yargı denetiminden geçememiş ve mahkemeler tarafından Anayasal ilkelere ve kanunun lafzına aykırı bulunmuştur. İdare mahkemeleri ve bölge idare mahkemeleri tarafından verilen emsal niteliğindeki kararlar, EYT hakkının kişiye sıkı sıkıya bağlı, "talep" şartına endeksli bir hak olduğunu net bir şekilde ortaya koymuştur.
İdare Mahkemelerinin 'Talep Şartı' Vurgusu
İdarelerin re'sen emeklilik işlemlerine karşı açılan davalarda, ilk derece mahkemeleri, uyuşmazlığın çözümünde kilit rol oynayan yasal düzenlemeyi titizlikle incelemiştir. Bu noktada, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'na eklenen Geçici Madde 95 hükmü merkezi bir önem taşımaktadır. İlgili madde, yaş şartı aranmaksızın emeklilik hakkından kimlerin yararlanacağını tanımlarken, açıkça "…aylık bağlanması için talepte bulunanlardan…" ifadesini kullanmaktadır. Hukuki yorumda bu ifade, hakkın kullanılabilmesi için kurucu bir unsur olan "talep" eyleminin varlığını zorunlu kılmaktadır.
Bu yasal çerçeveyi temel alan mahkemeler, idarenin tek taraflı tasarruflarını hukuka aykırı bulmuştur. Özellikle Samsun 3. İdare Mahkemesi'nin 2023/1226 E., 2024/202 K. ve 2023/1228 E., 2024/201 K. sayılı emsal kararları, bu konuda yol gösterici niteliktedir. Mahkeme bu kararlarında şu temel tespitlerde bulunmuştur:
- Hakkın Niteliği: EYT düzenlemesiyle getirilen erken emeklilik hakkı, personelin iradesine bağlı, tercihe dayalı ve istisnai bir haktır. Bu hak, idarenin resen uygulayabileceği genel bir kural değildir.
- Resen Emeklilik Yasağı: Hakkın kullanılabilmesi için personelin SGK'ya yönelik açık bir talebinin bulunması şarttır. Böyle bir talep veya başvuru olmaksızın, idarenin personeli "emekliliğe hak kazandı" varsayımıyla zorunlu olarak emekli etmesi, yetki aşımıdır.
- Hukuki Güvenlik ve Öngörülebilirlik İlkelerinin İhlali: Mahkemeler, personelin kamu hizmetine girerken yürürlükte olan mevzuata göre bir kariyer ve gelecek planı yaptığını, bu durumun "haklı bir beklenti" oluşturduğunu vurgulamıştır. Sonradan yürürlüğe giren ve kişiye bir hak tanıyan kanunun, onun aleyhine ve iradesi dışında bir zorunluluğa dönüştürülmesi, hukuk devletinin temel taşlarından olan hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerini ağır şekilde zedelemektedir.
Bu gerekçelerle idare mahkemeleri, re'sen emeklilik işlemlerinin Anayasal güvence altındaki çalışma hakkını da ihlal ettiğini belirterek iptaline karar vermiş, personelin mahrum kaldığı maaş ve diğer parasal haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmetmiştir.
Bölge İdare Mahkemesi'nin Yürütmeyi Durdurma Kararı
İlk derece mahkemelerinin bu yaklaşımı, istinaf mercii olan Bölge İdare Mahkemeleri tarafından da benimsenmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 8. İdare Dava Dairesi tarafından verilen bir karar, bu hukuki yorumun üst yargı makamlarınca da teyit edildiğini göstermesi açısından büyük önem taşımaktadır.
Söz konusu davada, 4/B statüsünde sözleşmeli personel olarak çalışmakta olan bir kamu görevlisi, EYT şartlarını taşıdığı gerekçesiyle idare tarafından re'sen emekli edilmiştir. Yerel mahkemenin davayı reddetmesi üzerine dosya istinafa taşınmıştır. Bölge İdare Mahkemesi, yaptığı incelemede, idarenin dayandığı sözleşme hükmünün ("Sözleşmeleri 5510 sayılı kanun hükümleri uyarınca yaşlılık veya malullük aylığına hak kazandıkları tarihte sona erer") 7438 sayılı Kanun'un getirdiği özel durum karşısında uygulanamayacağına dikkat çekmiştir. Mahkeme, 5510 sayılı Kanun'un Geçici 95. maddesindeki "talepte bulunanlar" şartının, emekliliğe hak kazanmanın ön koşulu olduğunu net bir şekilde ifade etmiştir. Davacının bu yönde bir talebi olmadığından, hukuken "yaşlılık aylığına hak kazanmış" sayılmasının mümkün olmadığına karar vermiştir.
Sonuç olarak Bölge İdare Mahkemesi, davacının talebi olmaksızın tesis edilen re'sen emeklilik işleminde hukuka uyarlık bulunmadığına hükmederek, telafisi güç zararların önlenmesi amacıyla işlemin yürütmesinin durdurulmasına ve ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Bu karar, idarelerin keyfi uygulamalarına karşı yargısal denetimin etkin bir şekilde işlediğini ve çalışanların haklarının korunduğunu gösteren güçlü bir emsal teşkil etmektedir.
Hizmet Tespitinde Hatalar ve Emekliliğin İptali: Yargıtay Yaklaşımı
Emeklilik hakkı, uzun yıllar süren emeğin ve prim ödemelerinin bir karşılığı olarak anayasal güvence altına alınmış temel bir haktır. Ancak bu hakkın kazanılması kadar, kazanılan hakkın hukuki geçerliliği de büyük önem taşır. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), yaptığı denetimler sonucunda, bir çalışanın sigortalılık bildirimlerinin gerçeğe aykırı veya usulsüz olduğu kanısına varırsa, bağlanan emekli aylığını iptal etme ve yapılan yersiz ödemeleri faiziyle birlikte geri talep etme yetkisine sahiptir. Bu durum, özellikle fiili bir çalışmaya dayanmayan, yalnızca emeklilik için prim günü tamamlama amacı güden "sahte sigortalılık" veya "paravan şirket" bildirimlerinde ortaya çıkmaktadır. İşte bu noktada açılan hizmet tespiti davaları ve bu davalara Yargıtay'ın yaklaşımı, emeklilik hakkının kaderini belirleyen kritik bir rol oynamaktadır.
Kamu Düzeni ve Mahkemenin Re'sen Araştırma Yükümlülüğü
Hizmet tespiti davaları, sıradan bir alacak-verecek davası değildir. Bu davalar, Anayasa ile güvence altına alınan sosyal güvenlik hakkını doğrudan ilgilendirdiği için kamu düzenine ilişkin kabul edilir. Bu önemli niteleme, yargılama sürecine de doğrudan etki eder. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 86. maddesinin 9. fıkrası, bu tür davalarda hâkimin, tarafların sunduğu delillerle yetinmeyip kendiliğinden (re'sen) araştırma yapma ve delil toplama yükümlülüğü altında olduğunu açıkça belirtir. Yargıtay, bu ilkeyi son derece katı bir şekilde uygulamaktadır. Yerel mahkemenin, SGK kayıtları, işverenin ticari defterleri, vergi kayıtları, bordrolar gibi somut ve resmi belgeleri getirtmeden, sadece tarafların beyanlarına veya birkaç tanık ifadesine dayanarak karar vermesini, eksik inceleme olarak değerlendirerek bozma nedeni saymaktadır.
"Fiili Çalışma" İlkesi: Sigortalılığın Vazgeçilmez Koşulu
Yargıtay içtihatlarının temelini oluşturan en önemli prensip, "fiili çalışma" zorunluluğudur. Sigortalılığın ve dolayısıyla emeklilik hakkının doğabilmesi için, bir hizmet akdine dayalı olarak işçinin işverenin emir ve talimatları altında eylemli olarak çalışmış olması gerekir. Sadece kâğıt üzerinde yapılan bir sigorta bildirimi, primlerin ödenmiş olması dahi, tek başına sigortalılık ilişkisini ispatlamaya yetmez. Yargıtay, özellikle şüpheli durumlarda fiili çalışmanın varlığını şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlanmasını arar. Bu kapsamda mahkemeden beklenen araştırmalar şunlardır:
- Davacının çalıştığı iddia edilen iş yerinin fiilen faal olup olmadığı,
- İş yerinin kapasitesi ile bildirilen sigortalı sayısının uyumlu olup olmadığı,
- Dönemsel vergi beyannameleri ve SGK'ya verilen aylık prim ve hizmet belgelerinin tutarlılığı,
- İşverenin diğer çalışanlarının ve komşu iş yerlerindeki kişilerin tanık olarak dinlenmesi,
- Çalışmanın niteliğine göre, davacının mesleki bilgi ve tecrübesinin o işi yapmaya uygun olup olmadığı.
Yargıtay İçtihatlarında İspat Standardı ve "Bekletici Mesele"
Yargıtay'ın yaklaşımını somutlaştıran Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin E. 2014/20393, K. 2014/17735 sayılı kararı gibi emsal kararlar, ispat standardının ne kadar yüksek olduğunu göstermektedir. Bu kararlarda, tanık beyanlarının tek başına hükme esas alınamayacağı, bu beyanların mutlaka yan delillerle ve özellikle resmi kayıtlarla desteklenmesi gerektiği vurgulanır. Eğer tanık beyanları ile SGK kayıtları veya diğer resmi belgeler arasında bir çelişki varsa, mahkeme bu çelişkiyi gidermeden karar veremez.
Ayrıca, usul hukuku ilkeleri de bu davalarda hayati bir rol oynar. Örneğin, SGK'nın, iptal ettiği hizmetlere dayanarak ödediği aylıkları geri almak için bir "istirdat davası" açmış olması durumunda, bu dava hizmet tespiti davası için "bekletici mesele" teşkil eder. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 165. maddesi uyarınca, mahkeme, istirdat davasının sonucunu beklemek zorundadır. Çünkü o davada verilecek karar, hizmetin sahte olup olmadığı konusunda güçlü bir delil niteliği taşıyacak ve hizmet tespiti davasının sonucunu doğrudan etkileyecektir.
Özetle, bu makale boyunca incelenen hukuki süreçler, çalışanların emeklilik haklarını korumak için verdikleri mücadelenin farklı yönlerini ortaya koymaktadır. Bir yanda, idarelerin çalışanları kendi istekleri dışında, özellikle EYT düzenlemesi gibi yeni yasal durumları gerekçe göstererek re'sen emekli etme girişimleri yer almaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin "hukuki güvenlik" ilkesine yaptığı vurgu ve idare mahkemelerinin emeklilik hakkının ancak kişinin kendi "talebi" ile doğabileceğine dair verdiği emsal kararlar, bu tür zorunlu emeklilik işlemlerine karşı güçlü bir hukuki kalkan oluşturmaktadır. Diğer yanda ise, emeklilik hakkının temelini oluşturan hizmet sürelerinin geçerliliği sorunu bulunmaktadır. Yargıtay'ın "fiili çalışma" prensibini esas alan katı ve denetleyici tutumu, emeklilik hakkının sağlam ve şüpheye yer bırakmayan delillere dayanması gerektiğini göstermektedir. Dolayısıyla, hem zorunlu emekliliğe karşı durmak hem de hizmet kayıtlarının hukuka uygunluğunu sağlamak, emeklilik sürecinde hak kaybı yaşamamak için bir bütün olarak ele alınması gereken, uzmanlık gerektiren hukuki mücadelelerdir.