Cevapsız Kalan Dilekçenin Akıbeti

Cevapsız Kalan Dilekçenin Akıbeti

Bir davada taraf mısınız? Cevap dilekçesi vermeyi ihmal etmenin ne gibi ağır sonuçlar doğurabileceğini biliyor musunuz? Yargıtay'ın son yıllarda verdiği emsal kararlar, süresinde cevap vermeyen davalının en temel savunma haklarından biri olan 'zamanaşımı' defini sonradan ileri süremeyeceğini kesin bir dille ortaya koyuyor. Bu yazımızda, 'Cevapsız Kalan Dilekçenin Akıbeti'ni, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararları çerçevesinde inceliyor, ıslah kurumunun sınırlarını ve davadaki hak kayıplarını önlemenin yollarını açıklıyoruz.

Dava Sürecinin Kilit Belgesi: Cevap Dilekçesi ve Yasal Süreler

Hukuk yargılaması, tarafların iddia ve savunmalarını medeni bir çerçevede, kanunla belirlenmiş usuller dairesinde ileri sürdüğü bir süreçtir. Bu sürecin en temel ve kritik aşamalarından biri, davalının, kendisine yöneltilen iddialara karşı ilk ve en kapsamlı savunmasını sunduğu cevap dilekçesi aşamasıdır. Cevap dilekçesi, basit bir evrak olmanın ötesinde, davalının davanın en başından itibaren kendi hukuki pozisyonunu belirlediği, delillerini sunduğu ve davanın seyrini temelden etkileyebilecek argümanlarını ortaya koyduğu bir savunma kalesidir. "Dinlenilme hakkı" (audiatur et altera pars) ilkesinin en somut tezahürü olan bu belge, davalının sessiz kalmayarak kendi hakikatini mahkemeye sunma imkanıdır. Bu hakkın temelleri, anayasal güvencelere kadar uzanmakta ve kanun koyucu tarafından titizlikle düzenlenmektedir.

Cevap Dilekçesinin Hukuki Niteliği ve Zorunlu İçeriği

Cevap dilekçesi, davacının dava dilekçesi ile başlattığı hukuki sürece davalının resmi olarak dahil olduğu ve savunmalarını bildirdiği ilk yazılı beyandır. Bu belgenin hukuki niteliği, yalnızca davacının iddialarını yanıtlamakla sınırlı değildir; aynı zamanda davalının kendi karşı iddialarını (örneğin, ilk itirazlar, def'iler) ileri sürdüğü bir platformdur.

Bu hakkın kökeni, Anayasa'nın 74. maddesinde güvence altına alınan "Dilekçe Hakkı"na dayanır. Bu madde, her bireyin kendisiyle veya kamuyla ilgili dilek ve şikayetleri hakkında yetkili makamlara yazılı başvurma hakkına sahip olduğunu belirtir. Dava sürecindeki cevap dilekçesi de bu temel hakkın yargısal alandaki bir yansımasıdır. Kanun koyucu bu hakkı o denli önemsemiştir ki, Türk Ceza Kanunu'nun 121. maddesi ile dilekçe hakkının kullanılmasının hukuki bir neden olmaksızın engellenmesini suç olarak tanımlamış ve fail hakkında hapis cezası öngörmüştür. Bu düzenleme, sürecin ne kadar ciddiye alındığının en net göstergesidir.

Bir cevap dilekçesinin hukuken geçerli kabul edilebilmesi ve amaçlanan etkiyi doğurabilmesi için 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 129. maddesinde belirtilen zorunlu unsurları taşıması gerekir. Bu unsurlar şunlardır:

  • Mahkemenin adı: Davanın görüldüğü yetkili ve görevli mahkemenin doğru bir şekilde belirtilmesi.
  • Tarafların adı, soyadı, T.C. kimlik numaraları ve adresleri: Yargılamanın doğru kişiler arasında yürütülmesini sağlayan temel kimlik bilgileri.
  • Savunmanın dayanağı olan tüm vakıaların sıra numarası altında açık özetleri: Bu bölüm, dilekçenin kalbidir. Davalı, davacının iddialarına karşı kendi olay örgüsünü, kronolojik ve anlaşılır bir biçimde, somut delillere dayandırarak açıklamalıdır.
  • Dayanılan hukuki sebepler: Savunulan vakıaların hangi hukuk kurallarına dayandığının belirtilmesi.
  • Her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin bildirilmesi: Soyut iddiaların somutlaştırıldığı aşamadır. Tanık, yemin, bilirkişi, keşif, belge gibi delillerin bu aşamada bildirilmesi, ileride yaşanacak hak kayıplarını önler.
  • Açık ve net bir talep sonucu: Davalının mahkemeden ne istediğidir. Genellikle bu talep, davanın esastan veya usulden reddedilmesi yönündedir.
  • Davalının veya varsa vekilinin imzası: Dilekçenin hukuki olarak kim tarafından sunulduğunu ve sorumluluğun kimde olduğunu gösteren teyit unsurudur.

Bu unsurlardan herhangi birinin eksikliği, mahkemenin eksikliğin giderilmesi için bir haftalık kesin süre vermesine neden olabilir. Bu sürede eksiklik giderilmezse, cevap dilekçesi hiç verilmemiş sayılır ki bu durumun sonuçları son derece ağırdır.

Cevap Süresi ve Ek Süre Talebi

Usul hukukunda süreler, adil yargılanma hakkının bir parçası olarak yargılamanın makul sürede tamamlanmasını ve tarafların haklarını zamanında kullanmasını temin eder. Cevap dilekçesi için öngörülen süre, HMK'nın 127. maddesinde net bir şekilde düzenlenmiştir ve bu süre, dava dilekçesinin davalıya tebliğ edildiği tarihten itibaren iki haftadır.

Bu iki haftalık süre, hak düşürücü nitelikte kesin bir süredir. Yani, bu süre geçirildikten sonra sunulan bir cevap dilekçesi, kural olarak mahkeme tarafından dikkate alınmaz. Sürenin başlangıcı, dava dilekçesinin usulüne uygun bir şekilde davalıya veya vekiline ulaştığı "tebliğ" anıdır.

Ancak kanun koyucu, davanın niteliği, delillerin toplanmasındaki güçlük veya diğer haklı sebeplerle bu iki haftalık sürenin yeterli olmayabileceğini öngörmüştür. Bu gibi durumlarda davalıya bir "güvence" tanınmıştır. Davalı, bu iki haftalık süre içerisinde mahkemeye başvurarak, gerekçelerini de belirtmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere ve bir ayı geçmeyecek şekilde ek süre talep edebilir. Mahkemenin bu talebi kabul etmesi halinde, cevap süresi verilen ek süre kadar uzamış olur. Burada dikkat edilmesi gereken en kritik nokta, ek süre talebinin mutlaka orijinal iki haftalık yasal süre dolmadan yapılması zorunluluğudur. Süre geçtikten sonra yapılan bir ek süre talebinin hukuken hiçbir geçerliliği yoktur. Bu nedenle, dava dilekçesi tebliğ alınır alınmaz bir avukattan hukuki destek almak ve süreleri titizlikle takip etmek, geri dönülemez hak kayıplarını önlemek için hayati önem taşır.

Sessiz Kalmanın Bedeli: Cevap Dilekçesi Vermemenin Hukuki Sonuçları

Hukuk yargılamasında tarafların iddia ve savunmalarını usulüne uygun bir şekilde mahkemeye sunmaları, adil bir yargılanma sürecinin temelini oluşturur. Davacının dava dilekçesiyle başlattığı bu süreçte, davalının savunma hakkını kullandığı ilk ve en önemli belge cevap dilekçesidir. Ancak uygulamada, davalıların yasal süresi içinde cevap dilekçesi vermeyi ihmal ettiği durumlarla sıkça karşılaşılmaktadır. Bu ihmal, basit bir gecikme veya pasif bir duruş olarak görülmemelidir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK), bu "sessiz kalma" durumuna ağır hukuki sonuçlar bağlamış ve davalının yargılama boyunca hareket alanını ciddi şekilde kısıtlamıştır. Cevapsız kalan bir dilekçe, davalının savunma mekanizmasını daha en başından zayıflatan ve davanın seyrini geri dönülmez bir şekilde etkileyen kritik bir usulü eksikliktir.

Vakıaların İnkar Edilmiş Sayılması

Bir davalının cevap dilekçesi vermemesinin ilk ve en temel sonucu, HMK'nın 128. maddesinde açıkça düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, "Süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan davalı, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılır." İlk bakışta bu hüküm, davalı lehine bir koruma mekanizması gibi görünebilir; zira davalının iddiaları kabul etmiş sayılmasının önüne geçerek davanın ispat külfetini davacı üzerinde bırakır. Ancak bu "farazi inkâr", davalının aktif bir savunma yapmasının yerini tutmaktan çok uzaktır.

Bu inkâr, davalının kendi karşı vakıalarını ve delillerini ileri sürdüğü, gerekçelendirilmiş bir savunma değildir. Davalı, bu durumda sadece davacının iddialarını pasif bir şekilde reddetmiş konumdadır. Kendi lehine olan olayları, yani davanın seyrini değiştirebilecek alternatif bir senaryoyu mahkemenin önüne getirme hakkını kaybeder. Örneğin, bir alacak davasında borcu ödediğini, borcun muaccel olmadığını veya takas talebi olduğunu iddia edemez. Sadece davacının "borç vardır" iddiasına karşı "hayır, yoktur" demiş sayılır, ancak bunun nedenini ve ispat vasıtalarını sunma imkanını yitirir.

Bu durum, Yargıtay kararlarında vurgulanan taraflarca getirilme ilkesi (HMK m. 25) ile de doğrudan ilişkilidir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin E: 2016/21429, K: 2018/8523 sayılı kararında da belirtildiği üzere, hâkim tarafların ileri sürmediği vakıaları kendiliğinden araştıramaz ve hükmüne esas alamaz. Dolayısıyla, cevap dilekçesi sunmayan bir davalının dile getirmediği lehe hususların, hâkim tarafından re'sen dikkate alınması mümkün değildir. Davalı, sessiz kalarak savunmasının çerçevesini "genel inkâr" ile sınırlamış olur ve bu dar alanda kalmaya mecburdur.

Savunmanın Genişletilmesi ve Değiştirilmesi Yasağı

Cevap dilekçesi vermemenin en ağır sonuçlarından biri, HMK'nın 141. maddesinde düzenlenen "iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı" kapsamında ortaya çıkar. Bu ilkeye göre, taraflar dilekçelerin karşılıklı verilmesi (teati) aşaması tamamlandıktan sonra, karşı tarafın açık rızası veya ıslah yolu haricinde savunmalarını genişletemez ve değiştiremezler.

Cevap dilekçesi vermeyen davalı, dilekçeler teatisi aşamasında mahkemeye herhangi bir savunma veya delil bildirmediği için, bu yasağın sonuçlarıyla en ağır şekilde yüzleşir. Çünkü ortada genişletilecek veya değiştirilecek bir "savunma" mevcut değildir. Davalının savunması, HMK m. 128 uyarınca yalnızca "inkâr"dan ibarettir. Bu noktadan sonra davalı, yargılamanın ilerleyen aşamalarında;

  • Yeni bir vakıa (olay) ileri süremez.
  • Dayandığı delilleri (tanık listesi, belgeler, yemin teklifi vb.) bildiremez.
  • Zamanaşımı, takas, borcun ibra edildiği gibi esasa ilişkin def'ileri ileri süremez.

Bu durumu netleştiren Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin E: 2016/24092, K: 2018/10547 sayılı emsal kararı, süresinde cevap vermeyen davalının sadece vakıaları değil, aynı zamanda savunmasının dayanağı olan delilleri de bildirmemiş sayılacağını kesin bir dille hükme bağlamıştır. Bu karara göre, davalı sonradan tanık bildirmek veya bir belge sunmak istediğinde, bu talebi savunmanın genişletilmesi yasağına takılacak ve mahkemece dikkate alınmayacaktır.

Dolayısıyla, davaya süresinde cevap vermemek, davalıyı yalnızca davacının iddialarını çürütmeye çalışan pasif bir konuma iter. Kendi haklılığını ispat edecek aktif bir savunma inşa etme, karşı delil sunma ve davayı kendi lehine yönlendirebilecek hukuki argümanlar geliştirme hakkını büyük ölçüde ortadan kaldırır. Bu durum, davalının adeta "eli kolu bağlı" bir şekilde yargılamayı takip etmesine neden olur ki bu da genellikle davanın kaybedilmesiyle sonuçlanan bir yoldur. Sessiz kalmanın bedeli, çoğu zaman savunma hakkının fiilen kaybedilmesidir.

Yargıtay'ın Kesin Çizgisi: Islah, Süresinde Kullanılmayan Hakkı Canlandırmaz

Hukuk davalarında tarafların usul kurallarına ve yasal sürelere riayet etmesi, adil yargılanma hakkının temel bir gereğidir. Özellikle davaya cevap verme süresini kaçıran bir davalının, yargılamanın ilerleyen aşamalarında bu hatasını telafi etme arayışına girmesi sıkça karşılaşılan bir durumdur. Bu noktada, davalıların sığınmaya çalıştığı en önemli hukuki müessese "ıslah" kurumudur. Ancak Yargıtay, istikrar kazanmış içtihatlarıyla bu konuda net bir çizgi çizmiştir: Islah, süresinde kullanılmayarak kaybedilmiş bir hakkı yeniden canlandıran sihirli bir değnek değildir. Süresinde verilmeyen bir cevap dilekçesi ile ileri sürülmeyen savunmalar, özellikle de zamanaşımı gibi esasa etkili bir defi, sonradan ıslah yoluyla dava dosyasına dahil edilemez. Bu bölüm, ıslah kurumunun amacını ve Yargıtay'ın bu konudaki sarsılmaz ilkesini emsal kararlar ışığında ele alacaktır.

Islah Kurumunun Amacı ve Sınırları

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 176. maddesi, ıslahı "tarafların yapmış oldukları bir usul işlemini kısmen veya tamamen düzeltmesi" olarak tanımlamaktadır. Maddenin lafzındaki "yapılmış olan" ifadesi, ıslah kurumunun temel felsefesini ve sınırlarını ortaya koymaktadır. Islahın varlık sebebi, daha önce usulüne uygun olarak gerçekleştirilmiş ancak maddi hata, eksiklik veya yanılgı içeren bir işlemin düzeltilmesine olanak tanımaktır. Örneğin, dava dilekçesinde talep sonucunu eksik yazan bir davacı veya cevap dilekçesinde bir delilini bildirmeyi unutan bir davalı, ıslah yoluyla bu mevcut işlemi düzeltebilir.

Ancak ıslah, hiç yapılmamış bir işlemi sonradan yapma veya kanunun öngördüğü kesin süreleri bertaraf etme imkanı tanımaz. Cevap dilekçesi sunma süresi, kanunun taraflara tanıdığı ve hak düşümüne yol açan kesin bir süredir. Bu süre kaçırıldığında, davalı cevap verme hakkını kaybeder. Bu hakkın kaybedilmesinin ardından, ortada "düzeltilecek" bir cevap dilekçesi olmadığından, ıslah kurumunun devreye girmesi de mantıken ve hukuken imkansızdır.

Bu durum, HMK'nın 141. maddesinde düzenlenen "iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı" ile doğrudan bağlantılıdır. Dilekçelerin teatisi (karşılıklı verilmesi) aşaması tamamlandıktan sonra, taraflar kural olarak savunmalarını serbestçe genişletemezler. Bu yasağın istisnaları ise karşı tarafın açık muvafakati veya ıslah yoludur. Süresinde cevap vermeyerek savunma hakkını kısıtlayan davalının, sonradan ıslah adı altında yeni bir savunma (özellikle zamanaşımı defi gibi) ileri sürmesi, bu yasağı dolanmak anlamına gelecektir. Nitekim Yargıtay 23. Hukuk Dairesi'nin 2014/8294 Esas ve 2015/7555 Karar sayılı ilamı da bu ilkeyi net bir şekilde vurgulamıştır. Kararda, süresi geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı definin, davacının açık onayı bulunmadıkça savunmanın genişletilmesi yasağı kapsamında olduğu ve mahkemece dikkate alınamayacağı belirtilmiştir.

Hiç Verilmemiş Cevap Dilekçesinin Islah Edilememesi İlkesi

Yargıtay'ın bu konudaki tutumunu nihai olarak perçinleyen ve tüm tereddütleri ortadan kaldıran karar, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2018/(15)6-984 Esas ve 2021/1182 Karar sayılı emsal niteliğindeki ilamıdır. Bu karar, süresinde verilmeyen bir cevap dilekçesinin hukuki statüsünü ve ıslah karşısındaki durumunu kesin olarak belirlemiştir.

Hukuk Genel Kurulu'na göre, yasal süresi içinde verilmeyen veya süresinden sonra verilip davacı tarafça itiraz edilen bir cevap dilekçesi, hukuken "hiç verilmemiş" sayılır. Bu tespit, zincirin ilk ve en önemli halkasıdır. Çünkü HMK m. 176 uyarınca ıslahın uygulanabilmesi için ortada "ıslah edilebilir" yani hukuken varlık kazanmış bir usul işlemi bulunmalıdır. Hiç verilmemiş sayılan bir dilekçe, hukuki bir varlığa sahip olmadığından, olmayan bir şeyin "düzeltilmesi" de söz konusu olamaz.

Bu kararın temelindeki mantık şudur:

  • Cevap Vermemenin Sonucu: HMK m. 128 uyarınca süresinde cevap vermeyen davalı, davacının ileri sürdüğü vakıaları "inkâr etmiş" sayılır. Ancak bu, kanunun davalıya yüklediği pasif bir sonuçtur; davalının aktif olarak gerçekleştirdiği bir "usul işlemi" değildir.
  • İnkar ile Def'i Farkı: Bu kanuni inkâr, sadece dava dilekçesindeki olayların reddi anlamına gelir. Zamanaşımı gibi, borcun varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldıran ve davalı tarafından açıkça ve süresinde ileri sürülmesi gereken bir "def'i" bu inkâr kapsamında değildir.
  • Islahın Reddi: Davalı, süresinde cevap dilekçesi vermeyerek zamanaşımı defini ileri sürme hakkını kaybetmiştir. Yargılamanın ilerleyen bir aşamasında "cevap dilekçemi ıslah ediyorum" diyerek zamanaşımı defini ileri sürmeye çalışması, aslında var olmayan bir işlemi düzeltme değil, kaybedilmiş bir hakkı ihya etme çabasıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, ıslah kurumunun böyle bir amacı ve işlevi olmadığını kesin bir dille ifade etmiştir.

Örneğin, bir kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanan ayıplı imalat nedeniyle açılan davada, davalı yüklenici cevap süresini kaçırmıştır. Türk Borçlar Kanunu'nun 147/6. maddesi uyarınca 5 yıllık zamanaşımı süresi geçmiş olsa dahi, davalı bu savunmayı süresinde yapmadığı için artık bu haktan yararlanamaz. Yargılama sırasında ıslah yoluyla zamanaşımı defini ileri sürmesi, Hukuk Genel Kurulu'nun yerleşik içtihadı uyarınca mahkeme tarafından reddedilecektir. Bu durum, davalının davayı esastan kaybetmesine yol açabilecek son derece ağır bir sonuçtur.

Hukuk Genel Kurulu'nun Emsal Kararları Işığında Zamanaşımı Def'inin Akıbeti

Dava sürecinde davalının sessiz kalmasının en kritik sonuçlarından biri, şüphesiz ki zamanaşımı gibi davanın seyrini tamamen değiştirebilecek bir savunma hakkının akıbetidir. Süresinde cevap dilekçesi vermeyen bir davalının, yargılamanın ilerleyen bir aşamasında "ıslah" kurumuna sığınarak zamanaşımı def'ini ileri sürüp süremeyeceği, uzun yıllar doktrin ve uygulamada tartışmalara neden olmuştur. Ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, verdiği istikrarlı ve net kararlarla bu tartışmalara son noktayı koymuş ve kesin çizgilerle sınırları belirlemiştir. Kurulun bu yaklaşımı, usul hukukunun temel prensiplerinden olan "savunmanın genişletilmesi yasağı" ve "ıslahın amacı" ekseninde şekillenmektedir.

Islah Yoluyla Zamanaşımı Def'i İleri Sürülemeyeceği

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun bu konudaki en temel ve yol gösterici kararlarından biri E. 2017/9-2782, K. 2020/87 sayılı ilamıdır. Bu ve benzeri kararlarda Kurul, süresinde cevap dilekçesi sunmayan davalının, sonradan ıslah yoluyla zamanaşımı def'inde bulunamayacağını kesin bir dille hükme bağlamıştır. Bu kesin tavrın arkasında yatan hukuki mantık, birkaç temel ilkeye dayanmaktadır:

  1. İnkar ve Def'i Ayrımı: 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 128. maddesi, süresinde cevap vermeyen davalının, dava dilekçesindeki vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılacağını düzenler. Yargıtay, bu "inkâr" iradesinin yalnızca maddi vakıalara, yani davacının anlattığı olaylara yönelik olduğunu belirtmektedir. Zamanaşımı def'i ise bir vakıa inkârı değil, borcu sona erdirmese de onu "eksik borç" haline getiren ve davalıya borcu ödemekten kaçınma hakkı veren, maddi hukuka dayalı kişisel bir savunma aracıdır. Bu nedenle, zamanaşımı gibi özel bir def'inin, davalı tarafından açıkça ve usulüne uygun sürede ileri sürülmesi gerekir. Kanunun öngördüğü otomatik "inkâr" hali, bu özel savunmayı kapsamaz.

  2. Islahın Amacı ve Koşulları: HMK'nın 176. maddesi, ıslahı "tarafların yapmış oldukları bir usul işlemini" düzeltme imkânı olarak tanımlar. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bu tanımdaki "yapılmış olan" ifadesine özel bir önem atfetmektedir. Buna göre, ıslahın var olabilmesi için ortada düzeltilecek, yani daha önce yapılmış geçerli bir usul işlemi bulunmalıdır. Süresinde cevap dilekçesi vermeyen bir davalı, kanunun kendisine tanıdığı bir usul işlemini hiç yapmamıştır. Dolayısıyla, hiç yapılmamış bir işlemin ıslahı da hukuken mümkün değildir. Yargıtay'ın vurguladığı üzere, ıslah kurumu, kaçırılmış olan yasal süreleri geri getiren veya hiç kullanılmamış bir hakkı canlandıran sihirli bir değnek değildir.

  3. Savunmanın Genişletilmesi Yasağı: Cevap dilekçesini süresinde vermeyerek zamanaşımı def'ini ileri sürme hakkını kaybeden davalının, bu savunmayı ıslahla ileri sürmeye çalışması, HMK m. 141'de düzenlenen savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağını dolanmak anlamına gelir. Dilekçeler teatisi (karşılıklı verilmesi) aşaması tamamlandıktan sonra, bir savunma sebebinin ileri sürülebilmesi ancak davacının açık muvafakati ile mümkündür. Davacının muvafakat etmediği bir durumda, var olmayan bir cevap dilekçesini ıslah ederek zamanaşımı gibi esasa etkili bir savunmayı dosyaya dahil etmek, usul hukukunun temel prensiplerine aykırıdır.

Özel Durum: Belirsiz Alacak Davasında Zamanaşımının Kesilmesi

Zamanaşımı konusundaki bir diğer önemli Yargıtay içtihadı ise belirsiz alacak davaları ile ilgilidir. HMK m. 107 kapsamında açılan belirsiz alacak davalarında, alacağın miktarı veya değeri davanın açıldığı anda tam olarak belirlenememektedir. Özellikle işçilik alacakları gibi hesaplaması yargılama ve bilirkişi incelemesi gerektiren durumlarda bu dava türüne başvurulur.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, belirsiz alacak davalarında zamanaşımının, dava dilekçesinde talep edilen sembolik veya asgari tutar için değil, yargılama sonucunda belirlenen alacağın tamamı için dava tarihinde kesileceğine hükmetmiştir. Bu son derece önemli bir yorumdur. Zira bu içtihat sayesinde davacı, dava başında belirleyemediği alacağının kalanı için zamanaşımı tehlikesiyle karşı karşıya kalmaz. Yargılama sırasında bilirkişi raporuyla alacak miktarı netleştiğinde, davacının talep sonucunu artırması "ıslah" değil, belirsiz alacak davasının bir gereği olan "talep artırımı" olarak kabul edilir. Bu nedenle, davalı tarafın bu talep artırımına karşı zamanaşımı def'inde bulunması hukuken bir sonuç doğurmaz. Çünkü zamanaşımı, davanın en başında alacağın tamamı için zaten kesilmiştir.

Netice itibarıyla, Türk usul hukukunda bir davaya cevap vermemenin sonuçları son derece ağırdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun yerleşik içtihatları, davalının süresinde kullanmadığı zamanaşımı gibi kilit bir savunma hakkını, sonradan ıslah yoluyla canlandıramayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Bu durum, dava sürecinin en başından itibaren titizlikle takip edilmesinin ve yasal sürelere riayet edilmesinin ne denli hayati olduğunu göstermektedir. Hak arama sürecinde veya bir davada savunma makamında olan tarafların, bu gibi geri dönülemez hak kayıplarına uğramamak için sürecin her aşamasında profesyonel hukuki destek alması, haklarının korunması adına vazgeçilmez bir gerekliliktir.

Yazar Görseli
Müellif

Av. Ali Haydar GÜLEÇ

Güleç Hukuk Bürosu'nda 9 yıldır yöneticilik ve avukatlık yapmaktadır.