
Dernekten İhraç Kararının İptali
Dernek üyeliğiniz haksız bir kararla mı sonlandırıldı? Dernekten ihraç kararının hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız, haklarınızı geri kazanmanız mümkün. Bu yazıda, dernekten ihraç kararının iptali için hangi adımları atmanız gerektiğini, dava açma sürelerini, kanunun aradığı şartları ve Yargıtay'ın konuya ilişkin emsal kararlarını A'dan Z'ye inceliyoruz. Üyeliğinizi geri kazanmak için bilmeniz gereken tüm hukuki süreci ve detayları keşfedin.
Dernekten İhraç Kararında Yetki ve Hukuki Dayanaklar
Dernek üyeliği, bireylerin sivil toplum hayatına katılımının en temel yollarından biridir ve bu hak, hem ulusal hem de uluslararası hukuk tarafından güçlü bir şekilde koruma altına alınmıştır. Üyelik ilişkisi, tarafların karşılıklı iradesiyle kurulduğu gibi, sona ermesi de belirli hukuki prosedürlere ve ilkelere tabidir. Özellikle bir üyenin dernekten çıkarılması (ihraç), keyfiliğe yer bırakmayacak şekilde kanunla düzenlenmiş, yetki ve usul kurallarına bağlanmış son derece önemli bir hukuki işlemdir. İhraç kararının hukuka uygunluğu, öncelikle kararı alan organın yetkisi ve kararın dayandığı temel hukuki güvenceler çerçevesinde değerlendirilir. Bu nedenle, haksız bir ihraç kararıyla karşı karşıya kalan bir üyenin başvuracağı hukuki yolları anlamadan önce, bu kararın hangi organ tarafından ve hangi hukuki zemin üzerinde alınması gerektiğini bilmek esastır.
Üyelik Hakkının Anayasal Güvencesi
Dernek üyeliği hakkı, basit bir sözleşmesel ilişki olmanın ötesinde, temel bir hak ve özgürlük niteliğindedir. Bu hakkın en üst düzeydeki güvencesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'dır. Anayasa'nın "Dernek kurma hürriyeti" başlıklı 33. maddesi, bu hakkın çerçevesini net bir şekilde çizmektedir. Maddeye göre, "Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir. Hiç kimse bir derneğe üye olmaya ve bir dernekte üye kalmaya zorlanamaz."
Bu anayasal hüküm, iki temel prensibi ortaya koyar:
- Pozitif Özgürlük: Bireylerin bir derneğe katılma ve sivil toplum faaliyetlerinde bulunma özgürlüğü.
- Negatif Özgürlük: Bireylerin bir derneğe üye olmaya veya rızası hilafına üye kalmaya zorlanamaması özgürlüğü.
Dernekten ihraç, bireyin "üye kalma" iradesine karşı yapılan bir müdahale olduğu için, Anayasa'nın 33. maddesiyle doğrudan ilişkilidir. Bu müdahalenin meşru sayılabilmesi için mutlaka kanunda öngörülen usul ve esaslara uygun olması gerekir.
Bu temel hak, aynı zamanda uluslararası hukuk metinleriyle de korunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 11. maddesi, toplantı ve dernek kurma özgürlüğünü güvence altına alarak, Türkiye'nin de taraf olduğu uluslararası bir taahhütle bu hakkın önemini pekiştirir. Dolayısıyla, bir dernekten ihraç kararı değerlendirilirken, meselenin sadece derneğin iç işleyişiyle ilgili basit bir karar olmadığı, aynı zamanda anayasal ve uluslararası düzeyde korunan temel bir hakkın sınırlandırılması anlamına geldiği unutulmamalıdır.
İhraç Kararında Nihai Yetkili Organ: Genel Kurul
Dernekten ihraç sürecindeki en kritik ve en sık hataya düşülen konu, kararı verme yetkisinin hangi organda olduğudur. Derneklerin yönetim kurulu, genellikle derneğin günlük işleyişini yürüten ve en aktif organı olduğu için, ihraç kararlarını da tek başına alabileceği gibi yanlış bir kanı oluşabilmektedir. Ancak kanun bu konuda son derece nettir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 80. maddesi, bu konudaki yetki tartışmasına son noktayı koyan emredici bir hükümdür. Maddeye göre, "Üyeliğe kabul ve üyelikten çıkarma hakkında son kararı genel kurul verir." Bu hüküm, ihraç konusunda nihai ve bağlayıcı karar verme yetkisinin, derneğin en üst karar organı olan ve tüm üyelerin katılımıyla oluşan genel kurula ait olduğunu tartışmasız bir şekilde ortaya koymaktadır.
Yönetim kurulu, bir üyenin tüzüğe aykırı davranışları veya ihraç gerektiren diğer durumlar karşısında bir disiplin süreci başlatabilir, soruşturma yapabilir ve genel kurula sunulmak üzere bir "ihraç teklifi" veya "tavsiye kararı" alabilir. Ancak yönetim kurulunun bu kararı, hukuken bir üyenin üyeliğini sona erdirmez. Bu karar, genel kurul tarafından onaylanmadığı sürece hukuki bir sonuç doğurmaz ve üyenin dernekle olan hukuki bağı devam eder.
Bu ilkenin uygulamadaki önemini gösteren Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin 2017/17293 E. ve 2019/2394 K. sayılı emsal kararı son derece aydınlatıcıdır. Yüksek Mahkeme bu kararında, sadece yönetim kurulu kararıyla ihraç edilen bir üyenin, bu karar genel kurul tarafından görüşülüp onaylanana kadar dernek üyesi sayılmaya devam ettiğini ve bu süreçte yapılacak genel kurul toplantısına katılma hakkının engellenemeyeceğini açıkça hükme bağlamıştır. Bu durumun pratik sonuçları şunlardır:
- Sadece yönetim kurulu kararıyla ihraç edilen bir kişi, yapılacak ilk genel kurul toplantısına davet edilmek zorundadır.
- Bu kişi, genel kurulda oy kullanma, söz alma ve hatta kendi ihracıyla ilgili yapılacak oylamaya katılma hakkına sahiptir.
- Bu hakların kullandırılmaması, genel kurul kararının usul yönünden sakatlanmasına yol açar ve kararın iptali için başlı başına bir sebep teşkil edebilir.
Sonuç olarak, bir dernekten ihraç kararının hukuka uygun sayılabilmesinin ilk ve en temel şartı, bu kararın yetkili organ olan genel kurul tarafından alınmış veya onaylanmış olmasıdır. Yönetim kurulunun tek taraflı kararı ile üyelik sonlandırılamaz.
İhraç Kararına Karşı Dava Açma Süreci ve Ön Koşullar
Dernek üyeliğinden ihraç kararı, üyenin dernekle olan hukuki bağını sona erdiren son derece ciddi bir tasarruftur. Ancak bu karar, keyfi ve sınırsız bir yetkinin ürünü değildir. Hukuk düzeni, üyenin haklarını korumak amacıyla, ihraç kararına karşı dava açma imkânı tanımıştır. Bununla birlikte, mahkemeye başvurmadan önce yerine getirilmesi gereken zorunlu hukuki prosedürler bulunmaktadır. Bu ön koşullara uyulmaması, davanın esasına girilmeden usulden reddedilmesi gibi istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle, ihraç kararıyla karşı karşıya kalan bir üyenin, dava sürecine hâkim olması ve adımlarını doğru bir hukuki zeminde atması kritik öneme sahiptir.
Dernek İçi İtiraz Yollarının Tüketilmesi Zorunluluğu
Dernekten ihraç kararına karşı doğrudan mahkemeye başvurmak, çoğu zaman yapılan en temel hatalardan biridir. Türk Medeni Kanunu, derneklerin kendi iç işleyişiyle sorunları çözmesini teşvik eden bir mekanizma öngörmüştür. Bu mekanizmanın temelini, dernek içi denetim yollarının tüketilmesi ilkesi oluşturur.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 83. maddesinin 2. fıkrası, bu zorunluluğu açıkça düzenlemiştir. Maddeye göre, "Genel kurul dışındaki organların kararlarına karşı, dernek içi denetim yolları tüketilmedikçe iptal davası açılamaz." Bu hüküm, bir dava şartıdır. Yani, mahkeme, davanın esasına ilişkin inceleme yapmadan önce bu şartın yerine getirilip getirilmediğini re'sen (kendiliğinden) araştırmak zorundadır.
Peki, "dernek içi denetim yolu" ne anlama gelmektedir? İhraç kararları söz konusu olduğunda, bu yol genellikle yönetim kurulunun aldığı ihraç kararının, nihai karar organı olan genel kurula taşınmasıdır. Bir önceki bölümde de belirtildiği üzere, TMK m. 80 uyarınca üyelikten çıkarma konusunda son sözü söyleme yetkisi genel kurula aittir. Yönetim kurulunun kararı, genel kurul tarafından onaylanmadığı veya bizzat genel kurul tarafından alınmadığı sürece hukuken kesinleşmiş bir ihraç kararı niteliği taşımaz.
Bu noktada Yargıtay'ın istikrar kazanmış içtihatları yol göstericidir. Örneğin, Yargıtay 18. Hukuk Dairesi'nin 2016/338 E. ve 2016/2537 K. sayılı kararında, yönetim kurulu kararıyla ihraç edilen bir üyenin, bu karara karşı genel kurula başvurmadan doğrudan iptal davası açması ele alınmıştır. Yüksek Mahkeme, TMK m. 83/2'deki amir hükme atıfta bulunarak, dernek içi denetim yolu olan genel kurula itiraz hakkı kullanılmadan açılan davanın, dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddedilmesi gerektiğine hükmetmiştir.
Bu nedenle süreç şu şekilde işlemelidir:
- Üye, yönetim kurulunun ihraç kararını tebellüğ ettikten sonra, dernek tüzüğünde belirtilen usul ve sürelere uygun olarak bu kararın kaldırılması için genel kurula itiraz etmelidir.
- Genel kurul, bu itirazı gündemine alıp görüşmeli ve bir karara bağlamalıdır.
- Ancak genel kurulun da itirazı reddetmesi ve ihracı onaylaması halinde, üye için mahkemeye başvurma hakkı doğar.
Üyeliğin Devam Ettiğinin Tespiti Davası
Dernek içi itiraz sürecinin işletilmesi zorunlu olsa da, bazı durumlarda dernek yönetimi bu süreci kötü niyetli olarak engelleyebilir. Örneğin, yönetim kurulu, ihraç kararı verdiği bir üyenin genel kurula katılmasını engelleyebilir, aidatlarını almayı reddedebilir veya üyelik haklarını kullanmasına fiilen mâni olabilir. Bu durumda üye, hak arama özgürlüğünden mahrum mu kalacaktır?
Hukuk sistemimiz bu tür hak ihlallerine karşı üyeyi korumasız bırakmamıştır. İhraç kararı genel kurul tarafından onaylanana kadar üyenin hukuken dernekle olan bağı devam eder. Bu süreçte üyelik haklarının kullanılmasının engellenmesi, açık bir hukuka aykırılıktır. İşte bu noktada, üyenin başvurabileceği önemli bir hukuki yol "üyeliğin devam ettiğinin tespiti davası"dır.
Bu dava, bir iptal davası değildir. Amacı, mevcut bir hukuki durumun mahkeme kararıyla sabitlenmesidir. Üye, bu dava ile mahkemeden, yönetim kurulunun kararına rağmen üyeliğinin hukuken devam ettiğinin tespit edilmesini talep eder. Bu hak, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan "Hak Arama Hürriyeti"nin doğal bir sonucudur.
Yargıtay, bu konudaki yaklaşımını net bir şekilde ortaya koymuştur. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi'nin 2014/21848 E. ve 2015/36 K. sayılı kararında, henüz kesinleşmemiş bir disiplin cezasına (ihraç kararına) dayanılarak üyenin haklarının kısıtlanamayacağı vurgulanmıştır. Yüksek Mahkeme'ye göre, üyenin genel kurula katılma gibi temel hakları engelleniyorsa, üyenin bu fiili duruma karşı üyeliğinin devam ettiğinin tespiti için dava açma hakkı bulunmaktadır. Bu dava, üyenin dernek içi itiraz yolunu etkin bir şekilde kullanabilmesi için bir nevi "önleyici" bir hukuki koruma sağlar. Tespit davası sonucunda alınacak bir karar, üyenin genel kurula katılarak savunma yapma ve itiraz hakkını kullanma yolunu açacaktır.
İptal Davasında Süreler ve İhracın Hukuka Aykırılık Halleri
Dernekten ihraç kararının iptali için açılacak dava, hem usul hem de esas yönünden titiz bir incelemeyi gerektirir. Davanın usul yönünden en kritik noktası, kanunda öngörülen sürelere riayet edilmesidir. Esas yönünden ise, ihraç kararının hukuka uygun bir sebebe dayanıp dayanmadığı mercek altına alınır. Bu iki temel unsur, davanın kaderini belirleyen anahtar faktörlerdir.
Hak Düşürücü Süreler ve İstisnaları
Dernek genel kurulunun ihraç kararına karşı dava açma hakkı, kanunla sıkı sürelere bağlanmıştır. Bu süreler, hak düşürücü nitelikte olup, mahkeme tarafından re'sen (kendiliğinden) dikkate alınır. Sürenin kaçırılması, davanın esasına girilmeden usulden reddedilmesi sonucunu doğurur. Bu nedenle, hak kaybı yaşamamak adına sürelere azami özen gösterilmelidir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 83. maddesi, dava açma sürelerini net bir şekilde düzenlemiştir. Buna göre;
- Toplantıya Katılan Üye İçin: İhraç kararının alındığı genel kurul toplantısında hazır bulunan üye, karar tarihinden itibaren bir ay içinde iptal davası açmak zorundadır.
- Toplantıya Katılmayan Üye İçin: Toplantıda hazır bulunmayan üye ise, kararı öğrendiği tarihten itibaren bir ay ve her halde karar tarihinden itibaren üç ay içinde dava açmalıdır.
Buradaki "her halde üç ay" ifadesi, mutlak bir üst sınırdır. Üye, kararı çok geç öğrenmiş olsa bile, kararın alındığı tarihten itibaren üç ay geçmişse dava açma hakkını kaybeder. Yargıtay'ın istikrarlı uygulaması da bu yöndedir. Örneğin, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 2019/516 E. ve 2019/2766 K. sayılı kararında, TMK m. 83'te belirtilen bir aylık hak düşürücü sürenin geçirilmesi nedeniyle davanın reddedilmesi gerektiği açıkça hükme bağlanmıştır.
Ancak, her kuralda olduğu gibi bu kuralın da önemli bir istisnası bulunmaktadır. Eğer genel kurul kararı, kanunun emredici hükümlerine aykırılık nedeniyle "yok" hükmünde ise, bu durumda herhangi bir hak düşürücü süre işlemez. Kararın yokluğu, hukuken hiç doğmamış sayılması anlamına gelir. Yokluk hallerine örnek olarak şunlar verilebilir:
- Toplantı veya karar için kanunda veya tüzükte aranan yeter sayının (nisap) bulunmaması.
- Kararın, bu konuda yetkisi olmayan bir organ tarafından verilmesi (Örneğin, genel kurul onayı olmaksızın sadece yönetim kurulu kararıyla nihai ihraç).
Bu gibi durumlarda, ortada hukuken geçerli bir karar olmadığından, bu "yok" kararın iptali için herhangi bir süreye bağlı olmaksızın her zaman dava açılabilir.
İhraç İçin 'Haklı Sebep' Kavramı ve Yargıtay Yaklaşımı
Dava açma sürelerine uyulmasının ardından mahkeme, davanın esasına girerek ihraç kararının hukuka uygunluğunu denetler. Bu denetimin merkezinde, ihracın bir sebebe dayanıp dayanmadığı ve bu sebebin hukuken geçerli olup olmadığı yer alır. TMK m. 67, bu konuda ikili bir ayrım yapar:
- İhraç Sebepleri Tüzükte Sayılmışsa: Eğer dernek tüzüğünde üyelikten çıkarma sebepleri açıkça ve tek tek belirtilmişse, üye bu sebeplerin "haksız" olduğunu iddia edemez. Bu durumda üyenin savunması, tüzükte belirtilen fiilin kendisi tarafından gerçekleştirilmediği veya olayın tüzükteki tanıma uymadığı yönünde olabilir.
- İhraç Sebepleri Tüzükte Sayılmamışsa: Dernek tüzüğünde ihraç nedenlerine ilişkin bir düzenleme yoksa, üye ancak "haklı bir sebep" ile dernekten çıkarılabilir.
"Haklı sebep" kavramı, kanunda tanımlanmamış, Yargıtay içtihatları ve doktrin tarafından içeriği doldurulan esnek bir kavramdır. Genel olarak, üyenin davranışları nedeniyle dernekle olan üyelik ilişkisinin devamının dernek açısından çekilmez hale gelmesi olarak yorumlanır. Üyenin derneğin amaçlarına aykırı hareket etmesi, derneğin manevi şahsiyetini zedelemesi veya dernek içi huzuru ciddi şekilde bozması gibi durumlar haklı sebep teşkil edebilir.
Ancak her olumsuz davranış, otomatik olarak haklı bir ihraç sebebi oluşturmaz. Yargıtay, bu konuda oldukça titiz bir değerlendirme yapmaktadır. Tarihi nitelikteki Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 20.09.1950 tarihli ve 4/10 sayılı kararı, tüzükte belirtilmeyen bir nedenle yapılan ihracın, hakkın kötüye kullanılması teşkil edeceğini ve bu nedenle iptal edilebileceğini belirtmiştir. Bu karar, dernek yönetimlerinin keyfi ihraç kararlarının önünde önemli bir engeldir.
Güncel Yargıtay kararları da haklı sebep kavramının sınırlarını net bir şekilde çizmektedir. Örneğin, Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin 2018/1777 E. ve 2018/15345 K. sayılı emsal kararında, bir üyenin katıldığı bir yarışma sırasında umuma açık alanda tuvaletini yapması gibi genel görgü kurallarına aykırı bir davranışının, tek başına dernekten ihraç için haklı bir sebep oluşturmayacağına hükmedilmiştir. Yargıtay bu kararında, eylemin derneği temsil ederken veya dernek faaliyeti kapsamında gerçekleşmediğini ve bu durumun üyelik ilişkisini çekilmez kılacak ağırlıkta olmadığını vurgulamıştır. Benzer şekilde, bir üyenin dernek aleyhine açılmış bir davada tanıklık yapması gibi yasal bir hakkını kullanması da ihraç için haklı bir sebep olarak kabul edilemez.
Sonuç olarak, mahkeme, haklı sebep iddiasını değerlendirirken olayın tüm koşullarını, üyenin eyleminin niteliğini, derneğe olan etkisini ve tarafların menfaatlerini objektif bir şekilde tartarak bir karara varacaktır.
Dernekten İhraç Davalarında Yargı Yolu: Görev ve Yetki
Dernekten ihraç kararının iptali için başlatılacak hukuki süreçte, davanın esası kadar usulüne ilişkin kurallara riayet etmek de hayati önem taşır. Haksız bir ihraç kararına karşı haklı olsanız dahi, davanın yanlış mahkemede açılması veya yetkisiz bir mahkemeye başvurulması, telafisi güç zaman ve hak kayıplarına yol açabilir. Bu nedenle, ihraç kararının iptali davasında yargı yolunun doğru bir şekilde tespit edilmesi, sürecin en temel adımıdır. Bu bölümde, davaya bakmakla görevli mahkemenin hangisi olduğu ve hangi yerdeki mahkemenin yetkili olduğu konuları, ilgili kanun maddeleri ve Yargıtay kararları ışığında incelenecektir.
Görevli Mahkemenin Tespiti
Bir uyuşmazlığın hangi tür mahkeme tarafından çözüleceği "görev" kavramıyla ilgilidir. Dernek üyeliğinden kaynaklanan uyuşmazlıklar, özel hukuk ilişkisi niteliğinde olup, bu tür davalarda görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemeleridir.
Uygulamada zaman zaman, özellikle davacının aynı zamanda dernekte bir çalışan olması gibi durumlarda, davanın İş Mahkemesinde açılabileceği gibi bir yanılgıya düşülebilmektedir. Ancak dernek üyeliği ilişkisi, bir hizmet akdine dayanmaz. Bu ilişki, Türk Medeni Kanunu ve Dernekler Kanunu çerçevesinde düzenlenmiş, kendine özgü bir hukuki statüdür. Yargıtay, bu ayrımı net bir şekilde ortaya koyan kararlar vermiştir.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 2002/6430 E. ve 2002/5636 K. sayılı ilamı, bu konuda emsal niteliğindedir. Karara konu olan olayda, davacı dernek üyeliğinin tespitini İş Mahkemesi'nden talep etmiş ve yerel mahkeme davayı kabul etmiştir. Ancak Yargıtay, bu kararı bozmuştur. Yüksek Mahkeme, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu uyarınca İş Mahkemelerinin görevinin işçi-işveren arasındaki hizmet akdinden veya İş Kanunu'ndan doğan uyuşmazlıkları çözmekle sınırlı olduğunu vurgulamıştır. Davanın temelinin ise dernek üyeliği hakkı olduğunu, bu hakkın da Medeni Kanun ve Dernekler Kanunu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Sonuç olarak, uyuşmazlığın çözüm yerinin genel mahkemeler olan Asliye Hukuk Mahkemesi olduğuna hükmetmiştir. Bu karar, dernekten ihraç kararının iptali veya üyeliğin tespiti gibi davaların görevli mahkemesinin kesin olarak Asliye Hukuk Mahkemesi olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde teyit etmektedir. Yanlışlıkla İş Mahkemesi veya başka bir özel mahkemede açılan dava, "görevsizlik" kararıyla reddedilecektir.
Kesin Yetkili Mahkeme Kuralı
Görevin yanı sıra, davanın coğrafi olarak hangi yerdeki mahkemede açılacağını belirleyen "yetki" kuralı da büyük önem arz eder. Dernekten ihraç kararının iptali davalarında uygulanacak yetki kuralı, genel yetki kurallarından farklı, özel ve emredici bir nitelik taşır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 14. maddesinin 2. fıkrası bu konuda açık bir düzenleme içermektedir. Maddeye göre, dernek üyeliğinden çıkarma kararının iptaline ilişkin davalarda kesin yetkili mahkeme, derneğin merkezinin bulunduğu yer mahkemesidir.
Bu yetki kuralının "kesin yetki" niteliğinde olmasının önemli sonuçları vardır:
- Taraflar, aralarında anlaşarak davanın başka bir yerdeki mahkemede görülmesini kararlaştıramazlar. Yapılacak bir yetki sözleşmesi geçersizdir.
- Davalı dernek, süresi içinde yetki itirazında bulunmasa dahi, mahkeme davanın her aşamasında yetkili olup olmadığını kendiliğinden (re'sen) denetlemek zorundadır.
- Yetkisiz bir mahkemede dava açılması durumunda, mahkeme davanın esasına girmeden "yetkisizlik" kararı vererek dosyayı, talep üzerine yetkili olan dernek merkezinin bulunduğu yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesi'ne gönderir.
Bu kural, dernekle ilgili tüm hukuki süreçlerin tek bir merkezde toplanmasını, dağınıklığın önlenmesini ve yargılamada yeknesaklığın sağlanmasını amaçlamaktadır. Dolayısıyla, ihraç edilen üyenin ikametgahı veya ihraç kararının alındığı toplantının yapıldığı yer değil, yalnızca derneğin tüzel kişilik merkezinin kayıtlı olduğu yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesi yetkilidir.
Sonuç olarak, dernekten ihraç kararının iptali süreci, Anayasa ve AİHS ile güvence altına alınan örgütlenme özgürlüğünün korunmasına hizmet eden önemli bir hukuki yoldur. Bu yola başvururken, ihraç kararında nihai yetkinin yönetim kurulunda değil genel kurulda olduğu (TMK m. 80), dava açmadan önce mutlaka dernek içi itiraz yollarının tüketilmesi gerektiği (TMK m. 83) ve kanunda öngörülen hak düşürücü sürelere (kararı öğrenmeden itibaren 1 ay, her halde 3 ay) titizlikle uyulması gerektiği unutulmamalıdır. İhracın hukuka uygunluğu, tüzükte belirtilen sebeplerin varlığına veya "haklı sebep" kavramının somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediğine göre değerlendirilir. Tüm bu esasa ilişkin koşulların yanı sıra, davanın usulüne uygun olarak dernek merkezinin bulunduğu yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesinde açılması, hak arama sürecinin başarıya ulaşması için vazgeçilmez bir ön koşuldur. Bu karmaşık süreçte atılacak doğru adımlar, haklı bir davanın kazanılmasını sağlarken, yargılama giderleri ve 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu uyarınca belirlenen vekalet ücretinin de haksız çıkan tarafa yükletilmesiyle neticelenir. Bu nedenle, sürecin bir avukat aracılığıyla profesyonelce yönetilmesi, hak kayıplarını önlemek adına en sağlıklı yaklaşım olacaktır.