
Tedaviyi Red Hakkı ve Hekimin Müdahale Yükümlülüğü
Modern tıp hukukunun en karmaşık ve tartışmalı konularından biri olan tedaviyi ret hakkı, hasta özerkliği ile hekim yükümlülüğü arasında hassas bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Bu çalışma, Türk hukukundaki mevzuat, yargı kararları ve uluslararası düzenlemeler ışığında, hastanın kendi vücut bütünlüğü üzerindeki tasarruf yetkisini ve hekimin bu durumda karşılaştığı hukuki sorumlulukları detaylı olarak incelemektedir. Acil tıbbi müdahaleler, varsayılan rıza ve ötenazi gibi özel durumlar da ele alınan kapsamlı analizde, hasta haklarının gelişen boyutları ve bunun hekim-hasta ilişkisine etkileri değerlendirilmektedir.
Tıbbi Müdahalenin Hukuki Çerçevesi ve Temel İlkeler
Tıbbi müdahale, hukuksal açıdan bakıldığında kişinin vücut bütünlüğüne yapılan bir saldırı niteliği taşır. Bu durumun hukuka uygun kabul edilebilmesi için belirli koşulların sağlanması ve yasal dayanakların bulunması gerekir. Modern tıp hukukunda, hastanın korunması ile hekimin meslek icrasındaki özgürlüğü arasında hassas bir denge kurulması zorunludur.
Hukuka Uygunluk Koşulları
Tıbbi müdahalenin hukuka uygun kabul edilebilmesi için dört temel koşulun birlikte sağlanması gerekmektedir. Bu koşullardan herhangi birinin eksikliği, müdahaleyi hukuka aykırı hale getirerek hekimin cezai, hukuki ve idari sorumluluğunu doğurur.
Birinci koşul, müdahaleyi yapan kişinin sağlık personeli olması ve gerekli yetkilere sahip bulunmasıdır. Yetkisiz kişilerin gerçekleştirdiği tıbbi müdahaleler, ne kadar iyi niyetle yapılırsa yapılsın, hukuka aykırıdır. Bu koşul, hasta güvenliğinin sağlanması ve tıp mesleğinin profesyonel standartlarının korunması açısından kritik öneme sahiptir.
İkinci koşul olan endikasyon, tıbbi müdahalenin objektif olarak gerekli olmasını ifade eder. Hastanın sağlık durumunun müdahaleyi gerektiren nitelikte olması ve bu gerekliliğin tıp biliminin verileri doğrultusunda objektif olarak tespit edilebilir olması şarttır. Gereksiz müdahaleler, hastanın rızası bulunsa dahi hukuka aykırı kabul edilir.
Üçüncü koşul, hastanın aydınlatılmış rızasıdır. Bu rıza, hastanın müdahalenin niteliği, riskleri, faydaları ve alternatifleri hakkında yeterli bilgi sahibi olduktan sonra özgür iradesiyle verdiği onayı ifade eder. Rızanın geçerli olabilmesi için hastanın müdahaleyi anlayabilecek kapasitede olması ve herhangi bir baskı altında bulunmaması gerekir.
Dördüncü koşul, tıbbi müdahalenin tıp biliminin gereklerine göre özenle yapılmasıdır. Hekimin, mesleki standartlara uygun davranması ve güncel tıbbi bilgileri kullanması zorunludur. Bu koşul, hem hasta güvenliğinin sağlanması hem de hekimin mesleki sorumluluğunun yerine getirilmesi açısından hayati önemdedir.
Yasal Dayanaklar
Türk hukukunda tıbbi müdahaleye ilişkin düzenlemeler, anayasal seviyeden başlayarak çeşitli kanun ve yönetmeliklerde yer almaktadır. Anayasa'nın 17/2. maddesi, kişinin vücut bütünlüğüne ilişkin temel ilkeyi ortaya koyar: "Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz."
Türk Medeni Kanunu'nun 24. maddesi, kişilik haklarının korunmasına ilişkin genel çerçeveyi belirler ve kişilik haklarına yapılan saldırıların kişinin rızası olmadıkça hukuka aykırı olduğunu açıkça düzenler. Bu madde, tıbbi müdahalede hastanın rızasının hukuki temelini oluşturur.
1219 Sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatların Tarzı İcrasına Dair Kanun'un 70. maddesi, her türlü ameliye için hasta veya velinin muvafakatinin alınması zorunluluğunu getirerek, tıbbi müdahalede rıza prensibinin yasal dayanağını oluşturur. Bu düzenleme, 1928 yılından itibaren Türk hukukunda hastanın rızasının önemini vurgulamaktadır.
Hasta Hakları Yönetmeliği, tıbbi müdahaleye ilişkin detaylı düzenlemeler içerir ve hastanın bilgilendirilmesi, rızasının alınması ve haklarının korunması konularında kapsamlı hükümler barındırır. Bu yönetmelik, hasta hakları temel insan haklarının sağlık hizmetleri sahasındaki yansıması olarak nitelendirilir.
Cezai Sorumluluk
Türk Ceza Kanunu'nun 86. maddesi uyarınca, kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yetisinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Tıbbi müdahale, bu suçun tipik unsurlarını taşıdığından, hukuka uygunluk koşullarının sağlanmaması halinde hekimin cezai sorumluluğu doğar.
Hekimin cezai sorumluluğu, tıbbi müdahaleyi hukuka uygun hale getiren dört temel koşuldan herhangi birinin eksikliği durumunda ortaya çıkar. Bu durumda hekimin iyi niyetli olması veya hastanın yararını düşünmesi, suçun oluşumunu engellemez. Ancak bu unsurlar, cezanın belirlenmesinde takdiri indirim sebebi olarak değerlendirilebilir.
Rızasız tıbbi müdahale, hastanın hayatını kurtarmak amacıyla yapılsa bile, ilgili yasal istisnalar kapsamında değerlendirilmediği takdirde ceza hukuksal sorumluluk doğurur. Bu durum, hekimlerin tıbbi müdahale öncesinde hasta rızasının alınması konusunda son derece dikkatli davranmalarını gerektirmektedir.
Tıbbi müdahalenin hukuki çerçevesi, hasta hakları ile hekimin meslek icra özgürlüğü arasında hassas bir denge kurmayı amaçlar. Bu denge, hem hastanın korunması hem de sağlık hizmetlerinin etkin şekilde sunulabilmesi için kritik öneme sahiptir. Hukuka uygunluk koşullarının tam olarak yerine getirilmesi, tıbbi müdahaleyi meşru kılarken, bu koşulların eksikliği hekimin çeşitli türlerde sorumluluğunu doğurmaktadır.
Hastanın Tedaviyi Red Hakkı ve Hasta Özerkliği
Modern tıp hukukunun temel taşlarından birini oluşturan hasta özerkliği ilkesi, kişinin kendi vücut bütünlüğü üzerindeki tasarruf yetkisini ve bu yetkinin kullanımında sahip olduğu hakları kapsamaktadır. Hastanın tedaviyi reddetme hakkı, bu özerklik ilkesinin en somut yansımalarından biri olarak, hekim-hasta ilişkisinde dengelerin nasıl kurulacağı konusunda kritik öneme sahiptir.
Aydınlatılmış Onam
Tıbbi müdahalelerin hukuka uygun olabilmesinin temel koşullarından biri olan aydınlatılmış onam, hastanın kendi sağlığına ilişkin kararları bilinçli ve özgür iradesiyle verebilmesi için gerekli bilgilere sahip olmasını ifade etmektedir. Bu kavram, sadece hastanın "evet" demesi değil, aynı zamanda bu kararını tam bir farkındalıkla vermesi anlamına gelmektedir.
Hasta Hakları Yönetmeliği'nin 15. maddesi, aydınlatmanın kapsamını detaylı olarak düzenlemektedir. Bu kapsamda hekimin hastayı aydınlatma yükümlülüğü şu unsurları içermektedir:
- Hastalığın muhtemel sebepleri ve doğası
- Tıbbi müdahalenin kim tarafından, nerede, ne şekilde ve nasıl gerçekleştirileceği
- Müdahalenin taşıdığı riskler ve muhtemel komplikasyonları
- Diğer tanı ve tedavi seçenekleri ile bunların fayda ve riskleri
- Hastanın sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri
- Müdahaleyi reddetme halinde ortaya çıkabilecek sonuçlar
- Kullanılacak ilaçların önemli özellikleri
- Kritik yaşam tarzı önerileri
Aydınlatılmış onamın geçerliliği için bilgilendirmenin eksiksiz, anlaşılır ve objektif olması gerekmektedir. Hekimin, hastanın eğitim düzeyi, yaşı ve anlama kapasitesini göz önünde bulundurarak aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmesi, bu sürecin etkinliği açısından kritik önem taşımaktadır.
Rıza Kavramı
Hasta rızası, tıbbi müdahalenin hukuka uygun olabilmesi için vazgeçilmez bir unsurdur. Rızanın geçerli olabilmesi için özgür iradeyle, baskı altında kalmadan ve yeterli bilgi sahibi olunarak verilmiş olması gerekmektedir.
Lizbon Bildirgesi'nin 3. maddesi, hastanın yeterli bilgilendirme sonrasında önerilen tedaviyi kabul etme veya reddetme hakkına sahip olduğunu açıkça düzenlemektedir. Bu uluslararası düzenleme, hasta özerkliğinin evrensel bir değer olarak kabul edildiğini göstermektedir.
Rıza kavramının hukuki boyutları incelendiğinde, Anayasa Mahkemesi'nin 2013/2084 başvuru numaralı ve 15.10.2015 tarihli kararı büyük önem taşımaktadır. Mahkeme bu kararında, bilgilendirilmeden rıza alınmasının Anayasa'nın 17. maddesinin ihlali oluşturduğuna hükmetmiştir. Bu karar, aydınlatılmış onamın sadece bir formalite olmadığını, aynı zamanda anayasal bir hak olduğunu ortaya koymaktadır.
Rızanın geri alınabilirliği de hasta özerkliği açısından kritik bir konudur. Hasta, daha önce verdiği rızayı herhangi bir zamanda ve herhangi bir gerekçe göstermeksizin geri alabilme hakkına sahiptir. Bu durum, hekimin müdahaleyi durdurma yükümlülüğünü doğurmakta ve tedavi sürecinin hasta iradesine bağlı olduğunu göstermektedir.
Hasta Hakları Yönetmeliği Düzenlemeleri
Hasta Hakları Yönetmeliği, Türk hukuk sisteminde hasta haklarının somut düzenlemelerini içeren temel mevzuat olarak karşımıza çıkmaktadır. Yönetmeliğin 1. maddesi, hasta haklarının temel insan haklarının sağlık hizmetleri sahasındaki yansıması olduğunu vurgulamakta ve bu alandaki düzenlemelerin anayasal temelini ortaya koymaktadır.
Yönetmeliğin 24. maddesi, tıbbi müdahalelerde hastanın rızasının alınması zorunluluğunu düzenlerken, bu zorunluluğun istisnalarını da belirlemiştir. Maddeye göre, normal şartlarda her türlü tıbbi müdahale için hastanın açık rızası gerekirken, acil durumlarda bu kuralın istisnaları bulunmaktadır.
Yönetmelik kapsamında hasta özerkliğinin korunması için öngörülen mekanizmalar şunlardır:
- Hastanın bilgilendirilme hakkının güvence altına alınması
- Rıza verme veya vermeme konusundaki özgürlüğünün korunması
- Özel durumda bulunan hastalar için ek güvencelerin sağlanması
- Hasta haklarının ihlali durumunda başvuru yollarının belirlenmesi
Yönetmelikte yer alan düzenlemeler, hastanın kendi vücut bütünlüğü üzerindeki tasarruf yetkisini güvence altına alırken, aynı zamanda hekimin mesleki yükümlülükleri ile hasta haklarının dengelenmesini sağlamaya yönelik bir çerçeve sunmaktadır. Bu denge, özellikle hastanın tedaviyi reddettiği durumlarda kritik önem kazanmakta ve hekimin bu durumda nasıl davranması gerektiği konusunda rehberlik sağlamaktadır.
Hastanın tedaviyi red hakkı, modern tıp hukukunun en temel ilkelerinden biri olan "salus aegroti suprema lex" (hastanın iyiliği en yüksek kanundur) ilkesinin hasta merkezli bir yorumunu yansıtmaktadır. Bu yaklaşım, hastanın neyi kendisi için iyi gördüğüne karar verme yetkisinin bulunduğunu ve bu yetkinin saygı görmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Acil Tıbbi Müdahaleler ve Varsayılan Rıza
Acil tıbbi durumlarda hastanın rızasının alınamaması, tıp hukukunun en karmaşık alanlarından birini oluşturmaktadır. Bu durumlar, hasta özerkliği ile yaşam hakkının korunması arasında hassas bir denge kurulmasını gerektirmekte ve hekimleri ciddi hukuki ikilemlerle karşı karşıya bırakmaktadır. Türk hukuk sistemi ve uluslararası düzenlemeler, bu kritik anlarda varsayılan rıza kavramı üzerinden çözüm arayışları sunmaktadır.
Hayati Tehlike Durumları
Hasta Hakları Yönetmeliği'nin 24. maddesinin 7. fıkrası, acil tıbbi müdahalelerin hukuki çerçevesini belirleyen temel düzenleme niteliğindedir. Bu düzenlemeye göre, hastadan rıza alınamadığı, hayati tehlike bulunduğu ve bilincinin yerinde olmadığı durumlarda tıbbi müdahale rızaya bağlı değildir. Özellikle hastanın bir uzvunu kaybetme riski altında bulunması veya hayati organlarında kalıcı hasarlar oluşma ihtimali varsa, hekim derhal müdahale etme yükümlülüğü altına girmektedir.
Hayati tehlike kavramı, yalnızca ölüm riski ile sınırlı değildir. Hastanın yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyecek kalıcı sakatlıklar, organ kayıpları veya fonksiyon bozuklukları da bu kapsamda değerlendirilmektedir. Trafik kazaları, ani gelişen kalp krizi, solunum durması, masif kanamalar gibi durumlar en sık karşılaşılan hayati tehlike durumlarını oluşturmaktadır. Bu tür acil durumlarda zaman faktörü kritik önem taşımakta, gecikme halinde telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğabilmektedir.
Hekimin değerlendirmesi, hastanın durumunun gerçekten hayati tehlike arz edip etmediği konusunda belirleyici olmaktadır. Bu değerlendirme yapılırken, mevcut tıbbi literatür, klinik tecrübe ve hastanın genel durumu bir bütün olarak ele alınmalıdır. Hekimin bu değerlendirmede göstereceği özensizlik veya ihmal, hem hastanın yaşamını tehlikeye atmakta hem de hekimi ciddi hukuki sorumluluklarla karşı karşıya bırakmaktadır.
Bilinç Kaybı Halleri
Hastanın bilincinin kapalı olması, acil tıbbi müdahalelerde varsayılan rızanın devreye girmesinin en önemli koşullarından biridir. Bilinç kaybı durumunda hasta, kendi iradesi ile tedaviyi kabul veya red etme imkânından yoksun kaldığından, hukuki düzenlemeler bu boşluğu varsayılan rıza kavramı ile doldurmaktadır. Bu durumda hekim, hastanın yaşamını kurtarmak için gerekli müdahaleleri uygulama yetkisi ve yükümlülüğüne sahip olmaktadır.
BİYOTIP Sözleşmesi'nin 8. maddesi, uluslararası hukuk çerçevesinde bu duruma açıklık getirmektedir. Sözleşmeye göre, acil durumda hastadan müdahale için muvafakat alınamadığı durumlarda, hasta veya yaralının sağlığı için yapılması elzem olan müdahaleler vakit kaybetmeden yapılabilir. Bu düzenleme, Türk hukukundaki mevzuatla uyumlu olarak, hekimlere acil durumda müdahale etme güvencesi sağlamaktadır.
Bilinç kaybının geçici veya kalıcı olması durumların değerlendirilmesinde önem taşımaktadır. Geçici bilinç kaybı durumlarında hasta bilinci yerine geldiğinde tedavi hakkında karar verebilecek duruma gelebileceği için, müdahaleler mümkün olduğunca hasta bilinci yerine gelene kadar ertelenebilir. Ancak ertelemenin hayati risk yaratacağı durumlarda vakit kaybedilmeksizin müdahale edilmelidir.
Amsterdam Bildirgesi'nin 3.3. maddesi bu konuda önemli bir perspektif sunmaktadır. Bildirgeye göre, hastanın iradesini beyan edemediği ve acil tıbbi girişim gereken hallerde, daha önceden reddettiğini gösteren açık bir beyan yoksa hastanın onayı varsayılarak müdahale yapılabilir. Bu düzenleme, hastanın daha önce tedaviyi reddetmediği durumlar için önemli bir hukuki dayanak oluşturmaktadır.
Yasal İstisnalar
Türk hukuk sisteminde acil tıbbi müdahaleler konusundaki yasal istisnalar, hasta rızası kuralının mutlak olmadığını göstermektedir. Anayasa'nın 17. maddesinin 2. fıkrasında yer alan "tıbbi zorunluluklar" ibaresi, bu istisnaların anayasal temelini oluşturmaktadır. Bu düzenlemeye göre, tıbbi zorunluluk hallerinde kişinin vücut bütünlüğüne rızası olmaksızın müdahale edilebilir.
Yasal istisnalar arasında en önemli olanı, hastanın yakınlarına ulaşılamadığı acil durumlardır. Bu durumda hekim, hastanın hayatını kurtarmak için gerekli müdahaleleri uygularken, mümkün olan en kısa sürede hastanın yakınlarıyla iletişim kurmaya çalışmalıdır. Yakınlara ulaşılsa bile, hayati tehlike devam ettiği sürece tedavinin kesilmesi söz konusu olamaz.
Bulaşıcı hastalıklar da yasal istisnalar kapsamında değerlendirilmektedir. Toplum sağlığını tehdit eden bulaşıcı hastalık durumlarında, hastanın rızasına bakılmaksızın gerekli tıbbi müdahaleler uygulanabilir. Bu durum, bireysel haklar ile toplumsal fayda arasındaki dengenin bir sonucudur.
Ruh sağlığı alanındaki acil müdahaleler de özel bir yasal istisna oluşturmaktadır. Hastanın kendisi veya çevresi için tehlike oluşturduğu durumlarda, rızası alınmasa bile gerekli psikiyatrik müdahaleler uygulanabilir. Bu müdahaleler sırasında hastanın insan onuru korunmalı ve mümkün olan en az kısıtlayıcı yöntemler tercih edilmelidir.
Modern tıp hukuku, acil durumlar karşısında katı kurallar yerine, her somut olayın kendine özgü koşulları çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği yaklaşımını benimsemektedir. Bu anlayış, hem hastanın temel haklarının korunmasını hem de hekimlerin acil durumda tereddüt etmeksizin müdahale edebilmesini sağlamaktadır. Varsayılan rıza kavramı, bu dengeyi kurmanın en etkili yollarından biri olarak tıp hukukunun vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir.
Hekimin Müdahale Yükümlülüğü ve Sorumluluk
Hekim-hasta ilişkisinde, hekimin tedavi yükümlülüğü ile hastanın tedaviyi reddetme hakkı arasındaki çatışma, tıp hukukunun en karmaşık alanlarından birini oluşturmaktadır. Bu çatışmadan doğan sorumluluklar, hekimleri cezai, hukuki ve idari olmak üzere üç farklı boyutta karşılaşabilecekleri yaptırımlarla yüz yüze bırakmaktadır. 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu (1930) ile temelleri atılan tıbbi yardım sistemi, bugünkü sorumluluk çerçevesinin tarihsel temelini oluşturmaktadır.
Modern tıp hukukunda, hekimin müdahale yükümlülüğü mutlak bir karakter taşımamaktadır. Hastanın bilinçli ve özgür iradesiyle tedaviyi reddetmesi durumunda, hekim bu iradeye saygı duymak zorundadır. Aksi durumda, hasta açık bir şekilde tedaviyi reddedmesine rağmen müdahalede bulunan hekim, çeşitli hukuki sorumluluklarla karşılaşabilir. Bu sorumluluklar, hekimin iyi niyetli olması durumunda bile ortaya çıkabilmektedir.
Cezai Sorumluluk
Hekimin cezai sorumluluğu, hastanın açık rızası olmadan gerçekleştirilen tıbbi müdahaleler sonucunda doğmaktadır. Türk Ceza Kanunu'nun 86. maddesi uyarınca, kasten yaralama suçu kapsamında değerlendirilen bu eylemler, hekimi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile karşı karşıya bırakabilir. Tıbbi müdahale, bu suçun tipik unsurlarını taşımasına rağmen, belirli koşulların varlığında hukuka uygun kabul edilmektedir.
Hekimin cezai sorumluluğundan kurtulabilmesi için tıbbi müdahalenin hukuka uygun olması gerekmektedir. Bu uygunluk, müdahaleyi yapan kişinin yetkili sağlık personeli olması, endikasyonun bulunması, aydınlatılmış hastanın rızasının alınması ve müdahalenin tıp biliminin gereklerine göre özenle yapılması koşullarına bağlıdır. Bu unsurlardan herhangi birinin eksikliği, hekimin cezai sorumluluğunu gündeme getirir.
Özellikle dikkat edilmesi gereken husus, hastanın tedaviyi reddetmesi durumunda hekimin müdahalede bulunmamasının da cezai sorumluluk doğurabileceğidir. Ancak bu durumda sorumluluk, hastanın açık iradesine aykırı davranmaktan değil, görev ihmalinden kaynaklanmaktadır. Hekim, hastayı aydınlatma ve alternatif çözümler sunma yükümlülüğünü yerine getirmeden, tedavi reddini kabul ettiğinde cezai sorumlulukla karşılaşabilir.
Hukuki Sorumluluk
Hukuki sorumluluk boyutunda, Danıştay 10. Daire'nin 29.11.2021 tarihli kararı (E. 2019/6660, K. 2021/5890) önemli bir emsal teşkil etmektedir. Bu karara göre, aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi tek başına manevi tazminat sebebi olabilmektedir. Hekim, hastasını yeterli düzeyde bilgilendirmeden tedavi reddi durumunu kabul ettiğinde, manevi tazminat ödeme yükümlülüğü altına girebilir.
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi'nin 07.04.2016 tarihli kararı (E. 2015/11729, K. 2016/9861) da bu konuda rehber niteliğindedir. Karara göre, tıbbi müdahale sırasında komplikasyon gelişse bile, aydınlatılmış onam düzenlenmediği durumda hekim manevi tazminat ödemekle yükümlüdür. Bu yaklaşım, hastanın tedaviyi reddetme durumunda da geçerlidir; hekim, hastayı yeterince aydınlatmadan tedavi reddini kabul ettiğinde tazminat sorumluluğu doğabilir.
Hukuki sorumluluk kapsamında, hekimin özen yükümlülüğü de ön plana çıkmaktadır. Hasta tedaviyi reddetse bile, hekim bu reddin gerekçelerini araştırmalı, hastayı alternatif tedavi yöntemleri konusunda bilgilendirmeli ve gerekirse psikiyatrik konsültasyon önerisinde bulunmalıdır. Bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda, hekim hukuki sorumluluktan kaçınamaz.
İdari Sorumluluk
İdari sorumluluk boyutu, hekimin meslek kurallarına aykırı davranışları nedeniyle karşılaştığı yaptırımları kapsamaktadır. Türk Tabipleri Birliği ve illerdeki tabip odaları, hekimlerin meslek kurallarına uygun davranıp davranmadığını denetlemekle yetkili organlardır. Hastanın tedaviyi reddetme hakkına saygı göstermemek veya bu süreçte meslek kurallarına aykırı davranmak, disiplin cezalarına neden olabilir.
İdari sorumluluk kapsamında, hekimin mesleki özerklik ile hastanın özerklik hakkı arasında denge kurması beklenir. Bu denge, hastanın tedaviyi reddetme kararını saygıyla karşılarken, aynı zamanda tıbbi gereklilikleri ve meslek kurallarını göz ardı etmemesini gerektirir. Hekim, hastanın kararına saygı duyarken, aydınlatma ve danışmanlık yükümlülüklerini de eksiksiz olarak yerine getirmelidir.
Kamu hastanelerinde çalışan hekimler için idari sorumluluk daha da karmaşık hale gelmektedir. Bu hekimler, hem TTB mevzuatına hem de Devlet Memurları Kanunu hükümlerine tabi oldukları için, hasta hakları ihlalleri durumunda çifte yaptırımla karşılaşabilirler. Özellikle acil servis hekimleri, hastanın tedaviyi reddettiği durumlarda hem hasta güvenliğini sağlamak hem de hasta iradesine saygı duymak gibi çelişkili yükümlülüklerle karşılaşmaktadır.
Modern tıp hukuku anlayışında, hekimin üç boyutlu sorumluluğu arasında hasta özerkliğine saygı ilkesi hakim olmaktadır. Ancak bu ilke, hekimi tüm sorumluluklardan muaf kılmamaktadır. Aksine, hasta iradesine saygı duyarken aynı zamanda mesleki ve hukuki yükümlülüklerini de yerine getirmesi beklenen hekimden, bu karmaşık dengeyi başarıyla kurması istenmektedir.
Hata: CortexUI API request failed: {"error":"İstek zaman aşımına uğradı (2 dakika)"}