
Vakfın Amacının Değiştirilmesi Davası
Bir vakfın kuruluş amacı, onun varlık nedenidir ve vakfedenin ebedi iradesini yansıtır. Peki, zamanla değişen koşullar bu amacı anlamsız veya uygulanamaz hale getirirse ne olur? Türk hukuku, vakfın atıl kalmasını önlemek amacıyla, çok istisnai ve sıkı şartlar altında amaç değişikliğine izin vermektedir. Bu yazımızda, 'Vakfın Amacının Değiştirilmesi Davası'nın hukuki çerçevesini, Türk Medenî Kanunu'nun 113. maddesindeki koşulları, dava sürecini ve Yargıtay'ın bu konudaki katı tutumunu emsal kararlar ışığında derinlemesine inceliyoruz.
Vakıflarda Amaç Değişikliğinin Hukuki Temelleri ve Temel İlke
Vakıf, belirli bir malvarlığının, vakfedenin iradesi doğrultusunda, belirli ve sürekli bir amaca özgülenmesiyle vücut bulan özel hukuk tüzel kişiliğidir. Vakfın varlık sebebi, onun amacıdır. Bu amaç, vakfedenin hayırseverlik, sosyal yardım, eğitim, kültür veya sanat gibi alanlarda topluma katkı sağlama arzusunun hukuki bir yansımasıdır. Dolayısıyla, vakıf hukukunun en temel ve sarsılmaz ilkesi, vakfedenin iradesine saygı gösterilmesi ve bu iradenin korunmasıdır. Bu ilke, vakfın kurulduktan sonra amacının kural olarak değiştirilemeyeceği sonucunu doğurur.
Vakfedenin İradesinin Korunması Prensibi
Vakfedenin iradesi, vakfın adeta anayasası niteliğinde olan vakıf senedinde somutlaşır. Vakfeden, malvarlığını hangi koşullar altında, kimlere ve ne şekilde fayda sağlamak üzere tahsis ettiğini bu senetle beyan eder. Hukuk düzeni, vakfedenin bu ölüme bağlı veya sağlar arası tasarrufuna saygı duymayı ve onun belirlediği çerçevenin dışına çıkılmamasını teminat altına almayı hedefler. Amaç değişikliğine kural olarak kapalı olunmasının ardındaki temel felsefe budur.
Eğer vakıf amaçları, yönetim organlarının veya zamanın getirdiği farklı toplumsal ihtiyaçların etkisiyle kolayca değiştirilebilseydi, vakfetme kurumuna duyulan güven sarsılırdı. Kişiler, kendi iradelerinin gelecekte de yaşatılacağı inancıyla malvarlıklarını bu yola özgülerler. Bu güvenin korunması, vakıf müessesesinin devamlılığı için hayati önem taşır.
Bu nedenle, bir vakfın amacının değiştirilmesi, vakfedenin ebedi kabul edilen iradesine doğrudan bir müdahale anlamına gelir. Yargı pratiği ve doktrin, bu müdahaleyi ancak son çare olarak ve istisnai hallerde meşru görmektedir. Amaç değişikliği, vakfı daha "faydalı" veya "verimli" kılmak için başvurulabilecek bir yol değildir. Değişikliğin temel gerekçesi, mevcut amacın artık gerçekleştirilmesinin fiilen veya hukuken imkânsız hale gelmesi ve vakfın atıl bir mal yığınına dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya kalmasıdır.
Amaç Değişikliğinin Yasal Dayanağı
Vakfedenin iradesinin korunması ana ilke olmakla birlikte, hukuk düzeni, değişen zaman ve koşullar karşısında vakıfların işlevsiz kalmasını önlemek amacıyla bu kurala istisnalar getirmiştir. Vakıf amacının değiştirilmesine ilişkin hukuki çerçeve, birden fazla kanuni düzenleme ile çizilmiştir.
Bu konudaki temel ve en önemli yasal dayanak, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun (TMK) 113. maddesidir. Bu madde, sadece vakıf amacının değil, aynı zamanda amaca tahsis edilen mal ve hakların değiştirilmesinin veya paraya çevrilmesinin ve hatta vakıf senedindeki koşul ve yüklemelerin kaldırılmasının şartlarını tek bir çatı altında düzenlemektedir. Yürürlükten kalkan 743 sayılı eski Türk Kanunu Medenîsi döneminde bu konular iki ayrı maddede ele alınıyordu: Madde 80 gaye (amaç) değişikliğini, Madde 80/A ise malların değiştirilmesini düzenlemekteydi. Yeni TMK, bu iki düzenlemeyi tek bir maddede birleştirerek daha bütüncül bir yaklaşım benimsemiştir.
TMK m. 113'ün kaynağı, İsviçre Medenî Kanunu'nun (ZGB) 86. maddesidir. Mehaz kanun olan İsviçre hukukunda da vakıf amacının değiştirilmesi, tıpkı Türk hukukunda olduğu gibi, kurucunun iradesine açıkça aykırı bir durumun ortaya çıkması gibi son derece sıkı koşullara bağlanmıştır. Bu durum, kanun koyucunun amaç değişikliği konusundaki hassasiyetinin evrensel bir ilkeye dayandığını göstermektedir.
Vakıflar hukukunun bir diğer önemli kanunu olan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu ise amaç değişikliği davasının usulüne ilişkin tamamlayıcı hükümler içerir. Kanun'un 12. ve 14. maddeleri, vakfın amacı ve mallarının değiştirilmesi konusunda doğrudan Türk Medenî Kanunu hükümlerine atıf yaparak, davanın nasıl açılacağı ve yargılama sürecinde tarafların (vakıf yönetim organı ve denetim makamı olan Vakıflar Genel Müdürlüğü) rollerini belirler. Dolayısıyla, bir amaç değişikliği davasında, hem TMK'nın getirdiği maddi koşulların hem de Vakıflar Kanunu'nun öngördüğü usul kurallarının bir arada gözetilmesi zorunludur.
Vakıf Amacının Değiştirilmesi Davasının Şartları ve Süreci
Vakıf amacının değiştirilmesi, vakfedenin iradesine bir müdahale niteliği taşıdığından, kanun koyucu tarafından oldukça istisnai ve sıkı koşullara bağlanmış bir hukuki yoldur. Bu değişiklik, vakfın yönetim organının keyfi bir tasarrufu veya daha faydalı olacağı düşünülen yeni bir alana yönelme arzusuyla gerçekleştirilemez. Değişiklik talebinin mahkeme tarafından kabul edilebilmesi için, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun (TMK) 113. maddesinin birinci fıkrasında açıkça düzenlenen kümülatif (birikimli) şartların tamamının bir arada gerçekleşmesi zorunludur. Bu şartlar, objektif ve sübjektif olmak üzere iki temel eksende incelenir.
Objektif Şart: Amacın Anlamsızlaşması veya İmkansızlaşması
Amaç değişikliği davasının ilk ve en temel koşulu, objektif şartın varlığıdır. Bu şart, vakfın iradesinden bağımsız, dış dünyada meydana gelen ve somut olarak ispatlanabilen olgulara dayanır. TMK m. 113/I, bu durumu "değişen durum ve koşullar nedeniyle vakıf senedinde yazılı amaca bağlı kalmanın…" şeklinde ifade etmektedir. Bu ifadeden anlaşılması gereken, vakfın kurulduğu andaki şartların, davanın açıldığı tarihte esaslı bir biçimde değişmiş olması ve bu değişim nedeniyle orijinal amaca hizmet etmenin fiilen veya hukuken imkânsız hale gelmesi ya da tamamen anlamsızlaşmasıdır.
Bu duruma örnek olarak şunlar verilebilir:
- Belirli bir hastalığın tedavisi için kurulan bir vakfın, bu hastalığın tıp dünyasında kesin olarak ortadan kaldırılması.
- Belirli bir coğrafi bölgedeki depremzedelere yardım amacıyla kurulan bir vakfın, bölgede artık bu nitelikte bir mağdur kitlenin kalmaması.
- Vakfın faaliyet göstereceği belirli bir taşınmazın kamulaştırılması veya doğal bir afetle yok olması ve amacın bu taşınmaza özgülenmiş olması.
Burada kritik olan husus, amacın gerçekleştirilmesinin yalnızca zorlaşması veya veriminin düşmesi değil, adeta anlamsızlaşmasıdır. Vakfın mevcut amacını yerine getirirken zorlanması, gelirlerinin azalması veya farklı bir amaçla daha fazla kişiye fayda sağlayabileceği düşüncesi, objektif şartın gerçekleştiği anlamına gelmez.
Bu konudaki katı tutumu anlamak için mehaz kanun olan İsviçre hukukundaki bir karara bakmak faydalı olacaktır. İsviçre Federal Mahkemesi'nin BGE 133 III 167 sayılı kararında, belirli bir soyadını taşıyan altsoylara yardım amacıyla kurulan bir aile vakfında, aile hukukundaki değişikliklere rağmen amaç değişikliği talebi reddedilmiştir. Mahkeme, ilgili soyadını taşıyan altsoylar var olduğu sürece vakfın orijinal amacının hala gerçekleştirilebilir olduğuna hükmetmiş ve dış koşullardaki değişimin, amacı imkânsız kılmadığı sonucuna varmıştır. Bu karar, objektif şartın ne denli dar yorumlanması gerektiğini gösteren emsal bir nitelik taşımaktadır.
Sübjektif Şart: Vakfedenin Farazi İradesine Aykırılık
Objektif şartın gerçekleştiği tespit edildikten sonra, mahkemenin araştırması gereken ikinci ve eşit derecede önemli koşul, sübjektif şarttır. TMK m. 113/I, bu koşulu "…vakfedenin arzusuna açıkça aykırı hale gelmesi" olarak tanımlar. Bu, hukuki bir varsayım olan "vakfedenin farazi iradesi" kavramını gündeme getirir. Mahkeme şu soruyu sorar: "Eğer vakfeden, bugün ortaya çıkan bu yeni ve öngörülemeyen koşulları vakfı kurarken bilseydi, yine de mevcut amaçta ısrar eder miydi, yoksa değişikliği kendisi de ister miydi?"
Bu şartın ispatı, objektif şarta göre daha zordur ve somut delillerle desteklenmelidir. Vakfedenin hayattayken yaptığı konuşmalar, yazdığı mektuplar, vasiyeti veya vakıf senedinin gerekçesi gibi belgeler, onun niyetini ve önceliklerini anlamada yol gösterici olabilir. Önerilen yeni amacın, vakfedenin orijinal niyetine ve ruhuna olabildiğince yakın olması gerekir. Örneğin, yoksul tıp fakültesi öğrencilerine burs vermek amacıyla kurulan bir vakfın amacının imkânsızlaşması halinde, yeni amacın "yoksul hukuk fakültesi öğrencilerine burs vermek" olması, "sanat galerisi açmak" olmasından daha makul ve vakfedenin farazi iradesine daha uygun kabul edilecektir. Amaçtaki tam bir sapma, sübjektif şartın gerçekleşmediği şeklinde yorumlanacaktır.
Ayrıca, TMK m. 113/II uyarınca, vakıf senedinde yer alan ve amacın gerçekleşmesini önemli ölçüde güçleştiren veya engelleyen koşul ve yüklemelerin kaldırılması veya değiştirilmesi de yine bu iki sıkı şartın (objektif ve sübjektif) bir arada bulunmasına bağlıdır.
Dava Usulü ve Tarafların Rolü
Vakfın amacının değiştirilmesi davası, kendiliğinden işleyen bir süreç olmayıp, mutlaka mahkeme kararı gerektirir.
- Görevli ve Yetkili Mahkeme: Dava, vakfın yerleşim yerindeki Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılır.
- Davacı Taraflar: Davayı, vakfın yönetim organı veya denetim makamı sıfatıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü açabilir.
- Zorunlu Görüş Alma Usulü: Kanun, bu davalarda özel bir usul öngörmüştür. Mahkeme, karar vermeden önce mutlaka diğer tarafın yazılı görüşünü almak zorundadır. Yani, davayı vakıf yönetim organı açmışsa Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün, davayı Vakıflar Genel Müdürlüğü açmışsa vakıf yönetim organının görüşü dosyaya celp edilmelidir. Bu, davanın esası için zorunlu bir usul kuralıdır.
- Mahkemenin Takdir Yetkisi: Alınan bu görüş, mahkeme için bağlayıcı değildir. Mahkeme, dosyaya sunulan tüm delilleri, özellikle objektif ve sübjektif şartların varlığını serbestçe değerlendirerek bir karar verir. Ancak uygulamada, denetim makamı olan Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün görüşü, mahkemenin kararında önemli bir etkiye sahiptir. Verilen karar, genel hükümler uyarınca istinaf ve temyiz denetimine tabidir.
Yargıtay'ın Katı Yaklaşımı ve Emsal Kararlar
Türk Medenî Kanunu'nun (TMK) 113. maddesi, vakıf amacının değiştirilmesi için hukuki bir kapı aralasa da, yargısal uygulama bu kapının son derece dar olduğunu ve yalnızca çok istisnai durumlarda açılabileceğini göstermektedir. Yargıtay, yerleşik içtihatlarında vakfedenin iradesinin korunması ilkesini en üstün değer olarak kabul etmekte ve amaç değişikliği taleplerini bu ilke çerçevesinde oldukça katı bir denetime tabi tutmaktadır. Yüksek Mahkeme, özellikle vakfın mevcut faaliyetlerini daha "faydalı" veya "verimli" hale getirmeyi hedefleyen ve özünde bir "amaç genişletmesi" niteliği taşıyan talepleri reddetme eğilimindedir.
Yargıtay'a göre, amaç değişikliğinin temel gerekçesi, mevcut amacın zamanla objektif olarak uygulanamaz veya anlamsız hale gelmesi zorunluluğudur. Vakfın daha farklı bir amaçla topluma daha fazla hizmet edebileceği düşüncesi, kanunun aradığı "değişen durum ve koşullar" şartını karşılamak için yeterli değildir.
Amacın Genişletilmesi Taleplerinin Reddi
Yargıtay kararlarında en sık karşılaşılan ret gerekçelerinden biri, değişikliğin TMK m. 113'te aranan zorunluluktan kaynaklanmayıp, vakfın faaliyet alanını genişletme arzusundan doğmasıdır. Bu durum, vakfedenin belirlediği sınırların dışına çıkmak anlamına geldiği için hukuka aykırı kabul edilir.
Bu konudaki en çarpıcı örneklerden biri Yargıtay 18. Hukuk Dairesi'nin E.2014/12132 K.2015/2676 sayılı kararıdır. Bu karara konu olan davada, vakfın senedindeki amacı "imkanı olmayan gençlere yardım etmek" iken, bu amacın "dershane, özel okul ve üniversite kurmak, işletmek" şeklinde değiştirilmesi talep edilmiştir. Yargıtay, bu talebi reddederken, vakfın mevcut amacının (fakir gençlere yardım) hala uygulanabilir ve geçerli olduğunu vurgulamıştır. Yeni eklenmek istenen faaliyetlerin, mevcut amacın yerine getirilmesini imkânsız kılan bir zorunluluktan doğmadığını, aksine vakfedenin iradesini aşan bir genişletme olduğunu belirtmiştir. Mahkemeye göre, vakfedenin iradesi belirli bir alanda yoğunlaşmışken, bunu ticari ve daha geniş bir alana yaymak, TMK m. 113'ün ruhuna aykırıdır.
Benzer bir yaklaşımla, Yargıtay 18. Hukuk Dairesi'nin E.2010/2605 K.2010/4770 sayılı kararında, vakfın mevcut amacına "kreş ve bakımevi açılması" gibi yeni faaliyetlerin eklenmesi talebi de reddedilmiştir. Yargıtay, bu tür eklemelerin ancak mevcut amacın gerçekleştirilmesinin imkânsız hale geldiğinin veya amacın gerçekleşmesini ciddi şekilde güçleştiren koşulların varlığının ispatlanması halinde mümkün olabileceğini, aksi takdirde yapılanın vakfedenin iradesini aşan bir "amaç genişletmesi" olacağını hükme bağlamıştır.
Vakfedenin iradesindeki özgünlük ve belirlilik de Yargıtay için kritik bir unsurdur. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi'nin E.2014/1846 K.2014/12431 sayılı kararında, vakfın kuruluş amacı "belirli bir parsel üzerine cami yapmak" gibi son derece spesifik bir hedef iken, bu amacın "Türkiye'nin herhangi bir yerinde cami inşa etmek, mevcut camilere yardım etmek" gibi genel bir amaca dönüştürülmesi talebi incelenmiştir. Yargıtay, bu değişikliğin vakfedenin iradesini temelden değiştirdiğine hükmetmiştir. Vakfedenin, malvarlığını belirli bir lokasyondaki hayri bir işe tahsis etme iradesi, bu değişiklikle belirsiz ve genel bir amaca evrilmektedir ki bu durum, TMK m. 113'ün aradığı şartları taşımamaktadır.
Vakfedenin İradesini Aşan Değişiklikler
Yargıtay, sadece faaliyet alanının genişletilmesini değil, aynı zamanda vakfın mali yapısını veya iç işleyişini vakfedenin arzusuna aykırı şekilde değiştiren talepleri de reddetmektedir. Bu noktada Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun E.2009/18-348 K.2009/398 sayılı kararı yol göstericidir. Bu kararda, vakıf senedinde yer alan "vakıf gelirlerinin %80'inin vakfın amaçlarına harcanacağı" hükmünün, "gelirlerin en az üçte ikisinin amaca harcanacağı" şeklinde değiştirilmesi talebi ele alınmıştır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bu değişikliğin vakfın asıl amacını zayıflatacağı ve vakfedenin iradesine aykırı olduğu sonucuna varmıştır. Kararda, vakfın varlık sebebinin malvarlığını amacına tahsis etmek olduğu ve bu amaca ayrılan kaynağı azaltan bir değişikliğin hukuka uygun bulunamayacağı net bir şekilde ifade edilmiştir. Ayrıca bu kararda, denetim makamı olan Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün değişiklik için olumlu görüş bildirmesinin mahkeme için bağlayıcı olmadığı da önemle vurgulanmıştır.
Mahkemelerin incelemeyi ne kadar detaylı yaptığına dair bir diğer önemli karar ise Yargıtay 18. Hukuk Dairesi'nin E.2002/793 K.2002/3691 sayılı kararıdır. Bu davada mahkeme, vakıf amacına eklenmesi istenen maddeleri toptan kabul veya reddetmek yerine, her birini ayrı ayrı değerlendirmiştir. Darülaceze'deki "muhtaç ve düşkünlere" yardım edilmesini öngören eklemeler, vakfedenin asıl iradesiyle uyumlu olduğu için kabul edilmiştir. Ancak, Darülaceze "çalışanlarına" maddi yardım yapılması gibi, vakfedenin belirlediği "muhtaç" tanımının dışına çıkan lehtar gruplarını kapsayan değişiklikler, amacın uygunsuz genişletilmesi olarak değerlendirilmiş ve reddedilmiştir. Bu karar, amaç değişikliğinde yapılacak her bir eklemenin veya değişikliğin, vakfedenin farazi iradesi süzgecinden titizlikle geçirilmesi gerektiğini göstermektedir.
Vakıf Senedi, Yönetim ve Mal Varlığına İlişkin Diğer Değişiklikler
Vakfın amacının değiştirilmesi, vakıf hukukunun en hassas ve istisnai konusunu oluştururken, vakfın kurumsal yapısını ve işleyişini ilgilendiren diğer değişiklikler de sıkı usul ve esaslara bağlanmıştır. Vakfedenin iradesinin korunması ilkesi, sadece vakfın gayesinde değil, aynı zamanda onun anayasası niteliğindeki vakıf senedinde, yönetim organlarının teşkilinde ve mal varlığının idaresinde de kendini gösterir. Bu bölümde, vakıf senedi ve yönetim organlarında yapılması planlanan değişikliklerin hukuki süreci ve bu süreçte dikkat edilmesi gereken kritik noktalar ele alınacaktır.
Vakıf Senedi Değişikliğinde Usul
Vakıf resmi senedi, bir vakfın kimliğini, amacını, organlarını, işleyiş kurallarını ve mal varlığına ilişkin temel düzenlemeleri içeren kurucu belgedir. Kural olarak vakfedenin iradesini yansıttığı için değiştirilemezlik esastır. Ancak zamanla ortaya çıkan zorunlu haller, vakfın faaliyetlerini daha etkin yürütmesini gerektirebilir ve bu durum senet değişikliğini kaçınılmaz kılabilir.
Bir vakıf senedinde değişiklik yapılabilmesi için öncelikle vakfın yetkili karar organının (genellikle mütevelli heyeti veya genel kurul) bu yönde bir karar alması şarttır. Ancak bu karar tek başına yeterli değildir. Değişikliğin hukuki geçerlilik kazanması için izlenmesi gereken usul, Yargıtay içtihatlarıyla netleştirilmiştir. Özellikle Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin E.2017/2734 K.2017/12723 sayılı kararı bu konuda emsal niteliğindedir. Yüksek Mahkeme bu kararında, vakıf senedi değişikliğine ilişkin genel kurul kararının noter tarafından yalnızca "onaylanmasının" yeterli olmadığını, değişikliğin Noterlik Kanunu'nun 89. maddesi uyarınca noterlikçe re'sen düzenleme şeklinde yeni bir senet olarak kaleme alınması gerektiğini vurgulamıştır. Bu, değişikliğin sıradan bir işlem olmadığını, vakfın kurucu metninde yapılan esaslı bir yenileme olduğunu ve bu nedenle resmi şekil şartına en üst düzeyde uyulması gerektiğini gösterir.
Noter tarafından re'sen düzenlenen bu yeni senet metni ile birlikte, değişikliğin tescili için görevli asliye hukuk mahkemesinde dava açılır. Mahkeme, yapılacak değişikliğin vakfın amacına ve kanuna uygun olup olmadığını denetleyerek tescil kararı verir. Bu süreçte, denetim makamı olan Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün görüşü alınır.
Yönetimin Değiştirilmesi ve Yöneticiliğe Engel Haller
Vakfın yönetim organları, vakfın amaçları doğrultusunda faaliyet göstermesini sağlayan icra birimleridir. Yöneticilerin değişimi, genellikle vakıf senedinde öngörülen sürelerin dolmasıyla yapılan seçimler veya atamalar yoluyla gerçekleşir. Seçilen yeni yöneticilerin bilgileri, seçimi takip eden 15 gün içinde, Vakıflar Yönetmeliği EK-24 Formu ile ilgili Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne bildirilmelidir. Bu, idari bir zorunluluktur.
Ancak bazı durumlarda yönetimin mahkeme kararıyla değiştirilmesi veya yöneticilerin görevden alınması gündeme gelebilir. Türk Medenî Kanunu'nun 112. maddesi, bu konuda temel hukuki çerçeveyi çizer. Maddeye göre, haklı sebeplerin varlığı halinde mahkeme, yönetim organının veya denetim makamı olan Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün talebi üzerine, diğer tarafın yazılı görüşünü de alarak vakfın örgütünü, yönetimini ve işleyişini değiştirebilir. Bu hüküm, yönetimde yaşanan kilitlenmeler, görev ihmalleri veya vakfı zarara uğratan eylemler gibi durumlarda bir güvence mekanizması olarak işlev görür.
Yöneticilerin görevden uzaklaştırılması ise daha özel bir düzenlemeye tabidir. 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 10. maddesi, vakıf yöneticilerinin ancak ve ancak mahkeme kararıyla görevden uzaklaştırılabileceğini açıkça hükme bağlamıştır. Bu, yöneticilere keyfi müdahalelere karşı önemli bir teminat sağlar.
Kanun koyucu, vakıf gibi topluma hizmet amacı güden bir kurumun yönetiminde yer alacak kişilerde belirli nitelikler aramıştır. Vakıflar Kanunu'nun 9. maddesi, kimlerin vakıf yöneticisi olamayacağını net bir şekilde listeler. Buna göre; hırsızlık, nitelikli hırsızlık, dolandırıcılık, nitelikli dolandırıcılık, zimmet, irtikâp, rüşvet, sahtecilik, ihaleye fesat karıştırma gibi yüz kızartıcı suçlar ile kaçakçılık ve terör suçlarından mahkûm olanlar vakıf yöneticisi olamazlar. Bu suçlardan birinden mahkûm olan bir kişinin seçilmesi halinde yöneticiliği geçersizdir. Eğer bir yönetici, görevi sırasında bu suçlardan birinden mahkûm olursa, mahkeme kararına gerek olmaksızın yöneticiliği kendiliğinden sona erer. Bu düzenleme, vakıfların şeffaflığını ve güvenilirliğini korumayı amaçlamaktadır.
Sonuç olarak, vakıf hukuku, vakfedenin iradesini merkeze alan ve bu iradenin zamanın yıpratıcı etkilerine karşı korunmasını hedefleyen bir yapı üzerine kuruludur. Gördüğümüz üzere, bir vakfın amacının değiştirilmesi, TMK m. 113'te belirtilen objektif ve sübjektif şartların bir arada gerçekleştiği çok istisnai hallerde ve mahkeme kararıyla mümkündür. Yargıtay'ın bu konudaki katı ve dar yorumu, amacın basitçe genişletilmesine veya sulandırılmasına izin vermemektedir. Benzer şekilde, vakfın anayasası olan resmi senedin tadili, yönetim organlarının değiştirilmesi ve yöneticilerin seçimi gibi konular da kanunla belirlenmiş sıkı usullere ve maddi şartlara bağlanmıştır. Tüm bu düzenlemeler, vakıfların kurucularının belirlediği ulvi gayelerden sapmadan, şeffaf ve hukuka uygun bir şekilde varlıklarını sürdürmelerini temin etme amacını taşımaktadır. Bu nedenle, vakıflarla ilgili her türlü değişiklik sürecinin, alanında uzman bir hukukçunun danışmanlığında titizlikle yürütülmesi büyük önem arz etmektedir.