Zilyetliğin Tanımı, Unsurları Ve Hukuki Niteliği

Zilyetliğin Tanımı, Unsurları Ve Hukuki Niteliği

Eşya hukuku alanının en temel kavramlarından biri olan zilyetlik, günlük hayatımızda sıkça karşılaştığımız ancak hukuki boyutlarını tam olarak bilmediğimiz önemli bir konudur. Bir eşyayı elinde bulunduran her kişi zilyet midir? Zilyetlik ile mülkiyet arasındaki fark nedir? Bu makalede zilyetliğin tanımından unsurlarına, türlerinden hukuki niteliğine kadar kapsamlı bir inceleme yapacağız.

Zilyetliğin Tanımı ve Kavramsal Çerçevesi

Yasal Tanım

Türk Medeni Kanunu'nda zilyetlik kavramı, eşya hukuku sistemimizin temel yapı taşlarından birini oluşturmaktadır. TMK m. 973/1'de yer alan yasal tanıma göre "Bir şey üzerinde fiili hakimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir" ifadesi kullanılmıştır. Bu tanım, zilyetliğin özünü oluşturan fiili hakimiyet kavramını ön plana çıkarmakta ve kanun koyucunun zilyetliğe yaklaşımının temel felsefesini yansıtmaktadır.

Ancak bu yasal tanım, zilyetliğin çok boyutlu yapısını tam olarak yansıtmaktan uzaktır. Kanun koyucu, zilyetliği dar bir çerçevede ele almış ve kavramın karmaşık hukuki niteliğini detaylandırmamıştır. TMK m. 974'te düzenlenen asli ve fer'i zilyetlik kavramları ile TMK m. 975'te yer alan dolaylı ve dolaysız zilyetlik ayrımları, zilyetliğin sadece basit bir fiili hakimiyet ilişkisinden ibaret olmadığını göstermektedir.

Zilyetliğin hukuki sistemdeki önemi, TMK m. 985 ve 986'da açıkça ortaya konmuştur. Bu maddeler zilyetliği hakkın varlığı karinesi olarak düzenlemekte ve zilyedin lehine bir ispat kolaylığı sağlamaktadır. Bu düzenleme, zilyetliğin sadece fiili bir durum olmaktan öteye geçerek, hukuki sonuçlar doğuran önemli bir kurum haline geldiğini göstermektedir.

Yasal tanımın sınırlılığı, özellikle modern hukuk doktrini açısından eleştirilmektedir. Kanun metninde zilyetliğin irade unsuru açıkça belirtilmemiş olması, kavramın tam olarak anlaşılmasında güçlük yaratmaktadır. Bu durum, doktrinde zilyetliğin unsurları ve niteliği konusunda farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Doktrindeki Yaklaşım

Doktrinde zilyetlik, kanuni tanımdan çok daha geniş bir perspektifle ele alınmaktadır. Hukuk öğretisine göre zilyetlik, kişi ile eşya arasındaki bilinçli bir şekilde kurulup sürdürülen fiili hakimiyet ilişkisinden kaynaklanan ve kişi lehine birtakım hak ve yetkilerle aleyhine bazı ödevler getiren hukuki bir durum olarak tanımlanmaktadır.

Bu doktrinel yaklaşım, zilyetliğin hem objektif hem de sübjektif unsurlarını dikkate almaktadır. Objektif unsur olan fiili hakimiyet, eşya ile kişi arasındaki maddi ilişkiyi ifade ederken; sübjektif unsur olan zilyetlik iradesi, bu hakimiyetin bilinçli olarak kurulması ve sürdürülmesi anlamına gelmektedir.

Doktrinde zilyetliğin işlevsel yaklaşımla da değerlendirildiği görülmektedir. Bu yaklaşıma göre zilyetlik, ayni hakların dış dünyaya yansımasını sağlayan ve hukuk güvenliğini koruyan temel bir araçtır. Özellikle taşınır mallarda, ayni hakların görünürlüğünü sağlama konusunda zilyetlik kritik bir rol oynamaktadır.

Hukuk öğretisinde zilyetliğin dinamik bir kavram olduğu vurgulanmaktadır. Zilyetlik, statik bir durum değil, sürekli olarak kurulabilen, kaybedilebilen ve yeniden kazanılabilen bir hukuki konumdur. Bu dinamik yapı, zilyetliğin modern hukuk sistemindeki önemini artırmakta ve çeşitli hukuki işlemlerde temel rol oynamasını sağlamaktadır.

Doktrinde ayrıca zilyetliğin koruyucu fonksiyonu üzerinde durulmaktadır. Zilyetlik, sadece mevcut durumun korunmasını değil, aynı zamanda hukuka aykırı müdahalelere karşı etkili bir savunma mekanizması sunmaktadır. Bu koruyucu fonksiyon, zilyetlik davalarının hukuk sistemindeki yerini ve önemini belirlemektedir.

Modern doktrin, zilyetliğin çok katmanlı bir yapıya sahip olduğunu kabul etmektedir. Bu yapı içerisinde fiili unsurların yanı sıra, hukuki değerlendirmelerin ve toplumsal gerçekliklerin de dikkate alındığı görülmektedir. Zilyetlik, bu nedenle hem sosyolojik hem de normatif boyutları olan karma bir hukuki kurum olarak değerlendirilmektedir.

Zilyetliğin Temel Unsurları

Zilyetliğin varlığından söz edebilmek için belirli unsurların bir arada bulunması gerekmektedir. Türk hukuk sisteminde zilyetlik, yalnızca bir eşyayı fiziksel olarak elinde bulundurmakla sınırlı olmayıp, daha karmaşık bir hukuki yapıya sahiptir. Bu yapının temeli iki ana unsur üzerine kurulmuştur: fiili hâkimiyet ve zilyetlik iradesi. Bu unsurlar zilyetliğin hem maddi hem de manevi boyutlarını oluşturarak, kavramın hukuki anlamda tam olarak gerçekleşmesini sağlamaktadır.

Fiili Hâkimiyet Unsuru

TMK m.973'te düzenlenen fiili hâkimiyet, zilyetliğin maddi unsurunu oluşturmaktadır. Bu unsur, kişinin eşya üzerindeki fiziksel ve maddi egemenliğini ifade etmekte olup, zilyetliğin objektif yönünü temsil eder. Fiili hâkimiyetin varlığı için eşyanın mutlaka kişinin elinin altında veya yanında bulunması zorunlu değildir. Önemli olan, kişinin o eşya üzerindeki kontrolünü sürdürebilecek durumda olmasıdır.

Fiili hâkimiyetin temel özellikleri incelendiğinde, öncelikle süreklilik unsurunun öne çıktığı görülmektedir. Eşya ile kişi arasındaki maddi ilişkinin devamlılık arz etmesi gerekir. Ancak bu süreklilik mutlak anlamda kesintisiz olmayı gerektirmez. Geçici nitelikteki kaybediş durumları zilyetliği sona erdirmemektedir. Örneğin, bir kişinin otomobilini park ederek işyerine gitmesi durumunda, araç üzerindeki fiili hâkimiyeti devam etmektedir.

Fiili hâkimiyetin yer bakımından maddi ilişki gerektirdiği de göz önünde bulundurulması gereken önemli bir noktadır. Bu ilişki, eşyanın niteliğine göre farklı şekillerde tezahür edebilir. Taşınır eşyalar için genellikle fiziksel temas veya yakın mesafe yeterli olurken, taşınmaz eşyalar için sınırlar içerisinde bulunma veya kullanma durumu fiili hâkimiyeti oluşturabilir.

Eşyanın niteliği de fiili hâkimiyetin değerlendirilmesinde kritik rol oynamaktadır. Küçük taşınır eşyalar için fiziksel bulundurma genellikle yeterli olurken, büyük taşınmaz eşyalar veya hayvanlar için farklı kriterler uygulanmaktadır. Özellikle taşınmaz mallarda, eşyanın kullanılması, çevrilmesi veya üzerinde tasarrufta bulunulması fiili hâkimiyetin göstergeleri arasında sayılmaktadır.

Zilyetlik İradesi Unsuru

Zilyetliğin ikinci temel unsuru olan zilyetlik iradesi, kavramın manevi boyutunu oluşturmaktadır. Bu unsur, kişinin eşya üzerindeki fiili hâkimiyeti bilinçli ve isteyerek kurma ve sürdürme iradesini ifade eder. Zilyetlik iradesi olmaksızın salt fiili hâkimiyetin varlığı, hukuki anlamda zilyetlik oluşturmaya yeterli değildir.

Zilyetlik iradesinin varlığı için kişinin eşyayı kendi adına ve hesabına kullanma niyetinde olması gerekmektedir. Bu irade, açık bir beyan şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, kişinin davranışlarından da anlaşılabilir. Önemli olan, kişinin o eşya üzerinde hâkimiyetini sürdürme konusunda bilinçli bir tercihte bulunmasıdır.

Zilyetlik iradesinin özelliklerinden biri, bir kez oluştuktan sonra devam ettiği varsayımıdır. Kişinin zilyetlik iradesi, açıkça vazgeçinceye veya sona erinceye kadar sürekli olarak mevcut kabul edilir. Bu durum, zilyetliğin korunması açısından önemli bir güvence sağlamaktadır.

TMK m.599/2'de düzenlenen miras durumu, zilyetlik iradesi açısından özel bir istisna oluşturmaktadır. Bu hükme göre, mirasçılar mirasbırakanın zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanırlar. Bu durumda mirasçıların ayrı bir zilyetlik iradesi göstermelerine gerek bulunmamakta, mirasbırakanın zilyetlik iradesi kendiliğinden mirasçılara geçmektedir.

Zilyetlik iradesinin değerlendirilmesinde, kişinin hukuki durumunun önemi bulunmamaktadır. Eşya üzerinde hakkı bulunmayan kişiler de zilyetlik iradesine sahip olabilirler. Örneğin, bir eşyayı çalan kişi de o eşya üzerinde zilyetlik iradesine sahip olabilir, ancak bu durum onun hukuki durumunu meşrulaştırmaz.

Her iki unsurun eşzamanlı varlığı zilyetliğin oluşması için şarttır. Fiili hâkimiyetin bulunduğu ancak zilyetlik iradesinin olmadığı durumlar veya tam tersi durumlar, hukuki anlamda tam bir zilyetlik oluşturmaz. Bu iki unsurun dengeli birlikteliği, zilyetliğin sağlam hukuki temellerinin atılması açısından kritik önem taşımaktadır.

Zilyetliğin Hukuki Niteliği ve Görüşler

Zilyetliğin hukuki niteliği konusu, Türk hukuk doktrini ve yargı uygulamasında uzun yıllar tartışılan ve farklı yaklaşımların benimsendiği karmaşık bir alandır. Bu konudaki görüş ayrılıkları, zilyetliğin teorik temellerini ve pratik uygulamadaki sonuçlarını doğrudan etkilemektedir.

Yargıtay Yaklaşımı

Yargıtay'ın zilyetliğin hukuki niteliği konusundaki yaklaşımı, 09.10.1946 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı ile kristalize olmuştur. R.G. sayı 6637'de yayımlanan bu önemli karar, Türk yargı tarihinde zilyetliğin ayni hak olarak kabul edilmesinin temel dayanağını oluşturmaktadır.

İçtihadı Birleştirme Kararı'nda "Zilyedlik aynî bir hakdır. Zilyedin eşya üzerinde maddi veya hukuki mutlak tasarruf hakkını haiz olması ve şeyi herkese karşı koruma yetkisi zilyedliğin aynî bir hak olmasının vasıf ve icablarıdır" ifadesi yer almaktadır. Bu yaklaşım, zilyetliğin ayni hak karakteri taşıdığını ve zilyedin eşya üzerinde mutlak bir hak sahibi olduğunu vurgulamaktadır.

Yargıtay'ın bu görüşü, zilyetliğin erga omnes (herkese karşı) ileri sürülebilen bir nitelik taşıdığı ve zilyedin eşyayı herkese karşı koruyabileceği anlayışına dayanmaktadır. Bu yaklaşıma göre zilyet, sadece fiili bir durumun değil, aynı zamanda hukuki bir hakkın sahibidir ve bu hak kendisine eşya üzerinde belirli yetkiler tanımaktadır.

Yargıtay'ın zilyetliği ayni hak olarak nitelendiren bu yaklaşımı, zilyetlik davalarının görülmesinde ve zilyedin korunmasında önemli pratik sonuçlar doğurmaktadır. Bu görüş doğrultusunda zilyet, eşya üzerindeki hakkını dava yoluyla koruyabilmekte ve üçüncü kişilere karşı talepte bulunabilmektedir.

Doktrin Görüşleri

Doktrindeki hakim görüş ise Yargıtay'ın yaklaşımından farklı bir yol izlemektedir. Çoğunluk görüşü, zilyetliğin bir hak olmadığını, sadece hukukun koruduğu ve bazı hukuki sonuçlar bağladığı fiili bir durum olduğunu savunmaktadır.

Bu görüşün temel gerekçeleri arasında, hakka dayanan ve hakka dayanmayan zilyetlik ayrımının mevcut olması yer almaktadır. Örneğin, hırsızın çaldığı mal üzerindeki zilyetliği de hukuk düzenince korunmakta, ancak bu durum herhangi bir meşru hakka dayanmamaktadır. Eğer zilyetlik bir hak olsaydı, hırsızın zilyetliğinin korunması hukuki mantıkla bağdaşmazdı.

Doktrindeki bu yaklaşım, zilyetliğin sui generis (kendine özgü) bir hukuki durum olduğunu kabul etmektedir. Bu görüşe göre zilyetlik, ne tamamen fiili bir durumdur ne de klasik anlamda bir haktır. Bunun yerine, hukukun koruması altına aldığı ve belirli sonuçlar bağladığı hukuki nitelikli fiili bir durum olarak tanımlanmaktadır.

Bu yaklaşımın pratik sonuçları da önemlidir. Zilyetliğin bir hak olmaması, onun korunmasının daha esnek kurallarla gerçekleştirilebileceği anlamına gelmektedir. Zilyet, meşru bir hakka dayanmasa bile, kamu düzeni ve hukuk güvenliği gerekçeleriyle korunmaktadır.

TCK m.141'de düzenlenen hırsızlık suçu bağlamında da zilyetlik kavramının önemi ortaya çıkmaktadır. Ceza hukuku perspektifinden zilyetlik, suçun konusunu belirlemede kritik bir role sahip olup, bu durum zilyetliğin sadece medeni hukuk alanında değil, ceza hukuku açısından da değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir.

Modern hukuk teorisi, zilyetliğin hukuki niteliği konusunda daha pragmatik bir yaklaşım benimsemektedir. Bu yaklaşıma göre zilyetlik, "hukuken korunan durum" olarak nitelendirilmekte ve onun hak mı yoksa fiili durum mu olduğundan ziyade, hangi koşullarda ve nasıl korunacağı üzerinde durulmaktadır.

Sonuç olarak, zilyetliğin hukuki niteliği konusundaki bu görüş farklılıkları, kavramın karmaşık yapısını ve çok boyutlu karakterini yansıtmaktadır. Yargıtay'ın ayni hak yaklaşımı ile doktrinin fiili durum yaklaşımı arasındaki bu gerilim, zilyetlik kurumunun dinamik ve gelişmeye açık bir alan olduğunu göstermektedir. Her iki yaklaşımın da zilyedin korunması ve hukuk güvenliğinin sağlanması ortak amacını paylaştığı unutulmamalıdır.

Zilyetlik Türleri ve Sınıflandırma

Türk Medeni Kanunu'nda düzenlenen zilyetlik kavramı, uygulamada çeşitli türlere ayrılarak incelenmektedir. Bu sınıflandırma, zilyetliğin farklı koşullarda nasıl ortaya çıktığını ve hukuki sonuçlarının ne olduğunu anlamamız açısından kritik öneme sahiptir. Zilyetlik türleri, hem teorik hem de pratik açıdan eşya hukuku uygulamalarında sıkça karşılaşılan durumları kapsamaktadır.

Asli-Fer'i Zilyetlik

TMK m.974 hükmü uyarınca, bir kişinin herhangi bir sınırlı ayni hak veya kişisel hakkın kurulması ya da kullanılması amacıyla bir eşyayı başkasına devretmesi durumunda, hem devreden hem de devralan kişi zilyet sıfatını kazanmaktadır. Bu durum asli ve fer'i zilyetlik kavramlarının temelini oluşturmaktadır.

Asli zilyet, eşya üzerinde mülkiyet hakkı bulunan ve bu hakkını kendi adına kullanan kişidir. Asli zilyet, eşya üzerindeki zilyetliğini doğrudan kendi hakkından almaktadır. Örneğin, bir ev sahibi kendi evinde otururken asli zilyet konumundadır. Asli zilyet, eşya üzerinde tam bir tasarruf yetkisine sahip olup, bu yetkisini başkalarına karşı ileri sürebilir.

Fer'i zilyet ise, asli zilyedin iradesine dayalı olarak eşya üzerinde zilyetlik kuran kişidir. Fer'i zilyet, zilyetliğini asli zilyetten aldığı için, onun haklarından daha geniş hakka sahip olamaz. Kira sözleşmesi bu duruma en güzel örnektir - ev sahibi asli zilyet olarak kalırken, kiracı fer'i zilyet sıfatını kazanır. Fer'i zilyedin hakları, asli zilyedin kendisine tanıdığı yetkilerle sınırlıdır.

Dolaylı-Dolaysız Zilyetlik

TMK m.975 çerçevesinde düzenlenen bu ayrım, zilyetliğin nasıl kullanıldığına odaklanmaktadır. Dolaysız ve dolaylı zilyetlik kavramları, özellikle modern yaşamda sıkça karşılaştığımız durumları açıklamaktadır.

Dolaysız zilyet, eşya üzerindeki fiili hakimiyeti bizzat kendisi kullanan kişidir. Bu kişi eşyayı doğrudan elinde bulundurmakta, üzerinde fiziksel kontrole sahip bulunmakta ve günlük kullanımını gerçekleştirmektedir. Dolaysız zilyet, eşyayı fiziksel olarak yanında bulunduran veya eşya üzerinde doğrudan hakimiyet kuran kişidir.

Dolaylı zilyet ise, eşya üzerindeki hakimiyetini başka bir kişi aracılığıyla kullanan kişidir. Dolaylı zilyet, eşyayı doğrudan elinde bulundurmasa da, hukuki olarak o eşya üzerinde hakimiyet sahibidir. Örneğin, arabasını valet parking hizmetine bırakan kişi dolaylı zilyet olurken, valet şirketi dolaysız zilyet konumundadır.

Bu iki zilyetlik türünün bir arada bulunması mümkündür. Aynı eşya üzerinde hem dolaylı hem de dolaysız zilyet bulunabilir ve her ikisinin de hukuki korunması söz konusudır.

Tek-Birlikte Zilyetlik

Zilyetlik, kullanıcı sayısına göre de sınıflandırılmaktadır. Bu sınıflandırma, özellikle miras durumlarında ve ortaklık ilişkilerinde önemli hukuki sonuçlar doğurmaktadır.

Tek zilyetlik, bir eşya üzerinde sadece bir kişinin zilyet olması durumudur. Bu durumda zilyet, eşya üzerindeki tüm hakları tek başına kullanabilir ve eşyayı dilediği gibi tasarruf edebilir. Tek zilyetlik, en sade ve anlaşılır zilyetlik türüdür.

Birlikte zilyetlik ise, aynı eşya üzerinde birden fazla kişinin zilyet olması durumudur. Birlikte zilyetlik kendi içinde iki alt türe ayrılmaktadır:

Müşterek zilyetlik, her bir zilyedin eşya üzerinde belirli bir paya sahip olduğu zilyetlik türüdür. Müşterek zilyetlikte her zilyet, kendi payı oranında hakka sahiptir ve bu payını başkasına devredebilir. Örneğin, iki kardeşin miras yoluyla aldıkları evin her birinde yarım hissesi varsa, müşterek zilyetlik söz konusudur.

Elbirliği zilyetlik ise, zilyetlerin eşya üzerinde birlikte ve bölünmez şekilde hakka sahip oldukları durumdur. Bu durumda hiçbir zilyet tek başına karar alamaz, tüm kararlar birlikte alınmalıdır. Adi ortaklık malları üzerindeki zilyetlik elbirliği zilyetlik örneğidir.

Zilyetlik türleri, modern hukuk uygulamalarında karmaşık ilişkilerin çözümlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Her bir tür, kendine özgü hukuki sonuçlar doğurarak, eşya hukukunun temel ilkelerinin pratikteki yansımalarını göstermektedir. Bu sınıflandırma sistemi sayesinde, farklı durumlarda hangi kişinin ne tür haklara sahip olduğu net bir şekilde belirlenebilmekte ve hukuki güvenlik sağlanmaktadır.

Zilyetlik türlerinin doğru anlaşılması, hem hukuki uyuşmazlıkların önlenmesi hem de mevcut uyuşmazlıkların çözümü açısından kritik önemdedir. Bu nedenle, eşya hukuku uygulamalarında zilyetlik türlerinin dikkatli bir şekilde analiz edilmesi ve her somut olaya uygun türün belirlenmesi gerekmektedir.

Yazar Görseli
Müellif

Av. Ali Haydar GÜLEÇ

Güleç Hukuk Bürosu'nda 9 yıldır yöneticilik ve avukatlık yapmaktadır.