Ticari Alacak Davaları

Ticari Alacak Davaları

Ticari hayatta alacakların zamanında tahsil edilememesi, işletmeler için ciddi sorunlara yol açabilir. Peki, ticari bir alacağınız ödenmediğinde hangi hukuki yollara başvurmalısınız? Bu yazımızda, ticari alacak davalarının ne olduğunu, hangi kanunlara dayandığını ve dava sürecinin nasıl işlediğini A'dan Z'ye inceliyoruz. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin rolünden zorunlu arabuluculuk şartına, zamanaşımı sürelerinden emsal Yargıtay kararlarına kadar ticari alacak davaları hakkında bilmeniz gereken tüm kritik bilgileri ve yasal detayları sizler için derledik.

Ticari Dava Kavramı ve Türleri

Ticari hayattan kaynaklanan bir alacağın dava yoluyla tahsili sürecinde ilk ve en önemli adım, uyuşmazlığın hukuki niteliğinin doğru bir şekilde tespit edilmesidir. Zira bir davanın "ticari dava" olarak nitelendirilmesi, görevli mahkemeden uygulanacak faiz oranlarına, ispat kurallarından zamanaşımı sürelerine kadar birçok usul ve esas kuralını doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle, her ticari işlemden veya her tacirler arası uyuşmazlıktan doğan davanın otomatik olarak ticari dava sayılamayacağını bilmek kritik öneme sahiptir.

Türk hukuk sisteminde ticari davaların çerçevesi, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 4. maddesi ile çizilmiştir. Kanun koyucu, bu maddede hangi davaların ticari nitelik taşıdığını açıkça belirlemiş ve bu davaları iki ana kategoride düzenlemiştir: mutlak ticari davalar ve nispi ticari davalar. Bu ayrım, davanın hangi mahkemede görüleceğini ve yargılama sürecinin nasıl işleyeceğini belirleyen temel yol haritasıdır.

Mutlak Ticari Davalar

Mutlak ticari davalar, tarafların tacir olup olmadığına veya uyuşmazlığın bir ticari işletmeyi ilgilendirip ilgilendirmediğine bakılmaksızın, doğrudan kanun gereği ticari kabul edilen davalardır. Bu davaların ticari niteliği, uyuşmazlığın konusundan kaynaklanır. Eğer bir hukuki uyuşmazlık, TTK m. 4'te sayılan konulardan birine ilişkin ise o dava mutlak surette ticaridir ve Asliye Ticaret Mahkemesi'nde görülür.

TTK'nın 4. maddesi uyarınca mutlak ticari davalar şunlardır:

  • Türk Ticaret Kanunu'nda düzenlenen tüm hususlardan doğan davalar: Bu en geniş kategoridir. Örneğin, poliçe, bono ve çek gibi kıymetli evrak hukukundan, şirketler hukukundan (anonim veya limitet şirket ortakları arasındaki uyuşmazlıklar gibi), taşıma hukukundan, deniz ticaretinden veya sigorta hukukundan kaynaklanan tüm davalar bu kapsama girer.
  • Belirli Kanun Hükümlerinden Kaynaklanan Davalar:
    • Türk Medeni Kanunu’nun rehin karşılığı ödünç verme işlerini düzenleyen 962-969. maddelerinden doğan davalar.
    • 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) belirli hükümlerinden kaynaklanan uyuşmazlıklar. Örneğin, malvarlığının veya işletmenin devralınması, birleşmesi ve şekil değiştirmesini düzenleyen TBK m. 202-203 hükümleri, yayın sözleşmesi (m. 487-501), komisyon sözleşmesi (m. 532-545), ticari temsilciler ve vekillere ilişkin hükümler (m. 547-554) gibi konulardan doğan davalar mutlak ticari dava sayılır.
  • Fikri Mülkiyet Hukukuna Dair Mevzuattan Doğan Davalar: Marka, patent, endüstriyel tasarım veya telif hakları gibi fikri ve sınai haklardan kaynaklanan uyuşmazlıklar.
  • Borsa, sergi, panayır ve antrepo gibi ticarete özgü yerlere ilişkin özel düzenlemelerden kaynaklanan davalar.
  • Bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine ilişkin düzenlemelerden doğan davalar.

Bu davalarda, davanın taraflarından birinin esnaf, memur veya herhangi bir sivil vatandaş olması davanın ticari niteliğini değiştirmez.

Nispi Ticari Davalar

Mutlak ticari davaların aksine, nispi ticari davaların ticari nitelik kazanması, kanunda sayılan bir konudan kaynaklanmasına değil, tarafların kimliğine ve uyuşmazlığın her iki taraf için de taşıdığı anlama bağlıdır. Bir davanın nispi ticari dava sayılabilmesi için iki şartın bir arada bulunması zorunludur:

  1. Davanın her iki tarafının da tacir olması,
  2. Uyuşmazlığın, her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili olması.

Bu iki koşul birlikte sağlanmadığı sürece, dava ticari dava olarak kabul edilemez. Bu noktada uygulamada sıkça karıştırılan "ticari iş karinesi" kavramına değinmek gerekir. TTK m. 19/2, taraflardan yalnızca biri için ticari nitelikte olan sözleşmelerin, kanunda aksine hüküm bulunmadıkça diğeri için de ticari iş sayılacağını düzenler. Ancak bu karine, bir işlemin niteliğini belirler, bir davanın niteliğini tek başına belirlemez.

Yargı kararları bu ayrımı netleştirmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 16.04.2019 tarihli, 2017/1097 E. ve 2019/458 K. sayılı emsal kararı, TTK m. 19/2'deki ticari iş karinesinin, bir davayı tek başına nispi ticari dava haline getirmeyeceğini açıkça vurgulamıştır. Karara göre, bir davanın nispi ticari dava sayılması için her iki tarafın tacir olması ve uyuşmazlığın her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili olması şartlarının bir arada gerçekleşmesi gerektiği kesindir.

Örneğin, bir mobilya mağazası sahibi tacirin, bir beyaz eşya dükkanı sahibi başka bir tacirden kendi evi için buzdolabı satın alması halinde, bu işlem beyaz eşyacı için ticari bir iştir. Ticari iş karinesi gereği mobilyacı için de ticari bir iş sayılır. Ancak buzdolabının bozuk çıkması nedeniyle açılacak dava, mobilyacının ticari işletmesiyle ilgili olmadığından nispi ticari dava sayılmaz ve genel mahkemelerde (Tüketici Mahkemesi) görülür. Fakat aynı mobilyacı, dükkanındaki personel odası için buzdolabı alsaydı, uyuşmazlık her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili olacağından dava nispi ticari dava niteliği kazanırdı.

Ticari Davalarda Görevli Mahkeme ve Zorunlu Arabuluculuk

Ticari bir alacağın tahsili amacıyla hukuki yollara başvurma kararı alındığında, atılması gereken ilk ve en kritik adımlardan biri, davanın hangi mahkemede açılacağının doğru bir şekilde tespit edilmesidir. Hukuk sistemimizde mahkemelerin görev alanları kesin kurallarla belirlenmiştir ve bu kurallara uyulmaması, davanın esasına girilemeden usuli nedenlerle reddedilmesi gibi ciddi sonuçlar doğurabilir. Ticari davalarda görevli mahkeme ve dava öncesi tamamlanması gereken zorunlu süreçler, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) ile özel olarak düzenlenmiştir.

Ticari davalar için genel görevli mahkeme, 6102 sayılı TTK'nın 5. maddesinin 1. fıkrasında açıkça ve emredici bir hükümle belirlenmiştir. Bu maddeye göre, aksine bir hüküm bulunmadıkça, dava konusunun değeri veya tutarına bakılmaksızın tüm ticari davalara ve ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemesi'dir. Bu kural, ticari uyuşmazlıkların, bu alanda uzmanlaşmış hâkimler tarafından karara bağlanmasını amaçlamaktadır. Örneğin, değeri ne kadar düşük olursa olsun, iki tacir arasındaki bir fatura alacağından kaynaklanan dava, Sulh Hukuk Mahkemesi'nde değil, doğrudan Asliye Ticaret Mahkemesi'nde açılmalıdır.

Bu görev kuralının ihlal edilmesi halinde ne olacağı ise yine kanunla düzenlenmiştir. TTK'nın 5. maddesinin 3. fıkrası, Asliye Ticaret Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişkinin bir "görev ilişkisi" olduğunu belirtir. Bunun pratik anlamı şudur: Ticari bir davanın yanlışlıkla Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılması durumunda, mahkeme davayı esastan incelemeyecek, görevsizlik kararı vererek dosyayı görevli olan Asliye Ticaret Mahkemesi'ne gönderecektir. Bu durum, yargılama sürecinin uzamasına, ek masrafların ortaya çıkmasına ve en önemlisi hak kayıplarına yol açabileceğinden, davanın en başında doğru mahkemenin belirlenmesi hayati önem taşır.

Ancak bu genel kuralın bir istisnası mevcuttur. Türkiye'nin her yargı çevresinde müstakil bir Asliye Ticaret Mahkemesi bulunmayabilir. Bu durumu öngören kanun koyucu, TTK m. 5/4 ile bir çözüm getirmiştir. Buna göre, bir yargı çevresinde Asliye Ticaret Mahkemesi kurulmamışsa, o yerdeki ticari davalara Asliye Hukuk Mahkemesi "ticaret mahkemesi sıfatıyla" bakar. Bu durumda, Asliye Hukuk Mahkemesi'nde dava açılması bir görev ihlali sayılmaz ve mahkeme davayı görmeye devam eder.

Dava Öncesi Zorunlu Adım: Ticari Uyuşmazlıklarda Arabuluculuk

Güncel hukuk sistemimizde, ticari alacak davaları için mahkeme kapısını çalmadan önce yerine getirilmesi gereken bir başka zorunlu aşama daha bulunmaktadır. TTK'nın 5/A maddesi uyarınca, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat taleplerini içeren ticari davalarda, dava açılmadan önce arabulucuya başvurulması bir dava şartıdır.

Bu, alacaklının, borçluya karşı dava açmadan evvel adliyelerdeki arabuluculuk bürolarına başvurarak bir arabulucu atanmasını talep etmesi gerektiği anlamına gelir. Arabuluculuk sürecinde taraflar, bir arabulucu eşliğinde bir araya gelerek uyuşmazlığı mahkeme dışında çözmeye çalışırlar. Bu süreç sonunda anlaşma sağlanamazsa, arabulucu tarafından "anlaşamama son tutanağı" düzenlenir. İşte ancak bu tutanağın aslının veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğinin dava dilekçesine eklenmesiyle ticari dava açılabilir.

Bu şartın yerine getirilmemesinin yaptırımı oldukça ağırdır. Arabulucuya başvurulmadan doğrudan Asliye Ticaret Mahkemesi'nde bir alacak davası açılırsa, mahkeme davanın esasına ilişkin hiçbir inceleme yapmaksızın, davayı dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddeder. Bu nedenle, ticari alacakların tahsili sürecinde, görevli mahkemenin doğru tespiti kadar, zorunlu arabuluculuk sürecinin de eksiksiz bir şekilde tamamlanması, hak kaybı yaşamamak adına vazgeçilmez bir öneme sahiptir.

Özel Kanunlarla Belirlenen İstisnai Görevli Mahkemeler

Ticari alacak davalarında genel kural, uyuşmazlığın değerine veya tutarına bakılmaksızın Asliye Ticaret Mahkemesi'nin görevli olmasıdır. Türk Ticaret Kanunu (TTK), bu genel çerçeveyi çizerken, hukuk sistemimizdeki diğer özel kanunlar, belirli uyuşmazlık türleri için istisnai görev kuralları getirmiştir. Bu özel hükümler, ticari bir davanın genel görevli mahkeme olan Asliye Ticaret Mahkemesi yerine, kanunun özel olarak yetkilendirdiği başka bir mahkemede görülmesini zorunlu kılar. Görev kurallarının kamu düzenine ilişkin olması, davanın doğru mahkemede açılmasını hukuki bir zorunluluk haline getirir. Aksi takdirde, dava usulden reddedilebilir ve bu durum, alacaklının hak arama sürecinde ciddi zaman ve maliyet kaybına uğramasına neden olabilir. Bu nedenle, ticari nitelik taşıyan ancak özel kanunlar uyarınca farklı mahkemelerin görev alanına giren istisnai durumların bilinmesi büyük önem taşır.

Fikri ve Sınai Haklar Uyuşmazlıkları

Marka, patent, endüstriyel tasarım veya faydalı model gibi sınai haklardan kaynaklanan uyuşmazlıklar, TTK'nın 4. maddesi uyarınca tarafların kimliğine bakılmaksızın mutlak ticari dava niteliğindedir. Bu genel kurala rağmen, bu tür davalara bakmakla görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemesi değildir.

6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) m. 156/1, bu alanda özel bir görev kuralı getirmiştir. İlgili maddeye göre, sınai mülkiyet haklarından doğan her türlü hukuk davasında görevli mahkeme, Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi'dir. Bu mahkemeler, belirli yargı çevrelerinde kurulan ve yalnızca bu alandaki uyuşmazlıklara bakmakla görevli olan ihtisas mahkemeleridir. Dolayısıyla, bir markanın taklit edilmesi nedeniyle açılacak tazminat davası veya bir patent hakkına tecavüzün durdurulması talepli dava, ticari dava olmasına rağmen Asliye Ticaret Mahkemesi'nde değil, Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi'nde açılmalıdır. Bu mahkemelerin bulunmadığı yerlerde ise davalara, Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından belirlenen asliye hukuk veya asliye ticaret mahkemeleri bakar.

İş Hukuku ve Rekabet Yasağı Uyuşmazlıkları

Ticari hayatın karmaşık yapısı, bazen İş Hukuku ile Ticaret Hukuku'nun kesiştiği gri alanlar yaratır. Özellikle şirket yöneticilerinin alacak talepleri ve rekabet yasağı sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar, görevli mahkemenin belirlenmesinde dikkatli bir analiz gerektirir.

Bir anonim şirketin yönetim kurulu üyesinin şirketten olan alacak talepleri, ilk bakışta ticari bir uyuşmazlık gibi görünebilir. Ancak Yargıtay, bu ilişkiyi nitelendirirken "bağımlılık" unsurunu temel almaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 14.09.2021 tarihli, 2017/2408 E. ve 2021/998 K. sayılı emsal kararı bu konuya ışık tutmaktadır. Karara göre, eğer yönetim kurulu üyesinin çalışması, emir ve talimat altında, belirli bir mesaiye tabi ve şirkete bağımlı bir nitelik taşıyorsa, aradaki hukuki ilişki bir hizmet sözleşmesi olarak kabul edilir. Bu durumda, yönetim kurulu üyesinin ücret, prim veya tazminat gibi alacak taleplerinden doğan davalarda görevli mahkeme İş Mahkemesi olacaktır.

Rekabet yasağı uyuşmazlıkları da benzer bir ayrıma tabidir.

  • Hizmet Sözleşmesi Sona Erdikten Sonraki Rekabet Yasağı: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 444-447. maddeleri arasında düzenlenen ve işçinin iş sözleşmesi sona erdikten sonra belirli bir süre işverenle rekabet etmemesini öngören sözleşmelerden doğan davalar, TTK uyarınca mutlak ticari dava sayılır. Bu tür bir uyuşmazlıkta görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemesi'dir.
  • Hizmet Sözleşmesi Devam Ederken Rekabet Etme Yasağı: İşçinin, hizmet sözleşmesi devam ederken sadakat borcuna aykırı olarak işverenle rekabet etmesi durumunda doğan uyuşmazlıklar ise doğrudan hizmet sözleşmesinin ihlali niteliğinde olup İş Mahkemeleri'nin görev alanına girer.

Kira ve Tüketici Uyuşmazlıkları

Tarafları tacir olan ve ticari işletmeleriyle ilgili olarak yapılan bir kira sözleşmesi, TTK kapsamında nispi ticari dava şartlarını taşıyabilir. Örneğin, bir şirketin ticari faaliyeti için başka bir şirketten depo kiralaması böyledir. Ancak bu durumda dahi görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemesi değildir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 4/a maddesi, özel bir hükümle bu kurala istisna getirmiştir. Bu maddeye göre, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıklarda görevli mahkeme Sulh Hukuk Mahkemesi'dir. Bu hüküm, tarafların tacir olup olmadığına veya uyuşmazlığın ticari nitelik taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın uygulanır.

Benzer şekilde, bir tarafın tüketici olduğu hukuki işlemlerden doğan uyuşmazlıklar da özel bir yargılama rejimine tabidir. Bir tacirin bir tüketiciye mal veya hizmet satması, tacir açısından ticari bir iştir. Ancak uyuşmazlığın diğer tarafında tüketici bulunmaktadır. 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 73/1. maddesi, bu konuda net bir düzenleme içerir. Buna göre, tüketici işlemlerinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda görevli mahkeme Tüketici Mahkemesi'dir. Tüketici mahkemelerinin kurulmadığı yerlerde ise bu davalara Asliye Hukuk Mahkemeleri, Tüketici Mahkemesi sıfatıyla bakar. Bu kural, ticari davalara ilişkin genel görev kurallarını geçersiz kılan emredici bir hükümdür. Dolayısıyla, bir şirketin bir bireye sattığı ayıplı bir üründen kaynaklanan alacak davası, Asliye Ticaret Mahkemesi'nde değil, Tüketici Mahkemesi'nde görülmelidir.

Yargılama Süreci ve Emsal Dava İncelemesi

Ticari alacak davalarının teorik çerçevesini çizdikten sonra, bu sürecin pratikte nasıl işlediğini anlamak, hak kayıplarını önlemek adına hayati önem taşır. Yargılama usulü, basit bir dilekçe sunumundan ibaret olmayıp, zamanaşımı, ıslah, delillerin sunulması ve dava ehliyeti gibi birçok teknik ve usuli detayı barındırır. Bu bölümde, Yargıtay kararlarına yansımış somut bir dava üzerinden, ticari yargılamanın kritik aşamalarını ve bu aşamalarda dikkat edilmesi gerekenleri inceleyeceğiz.

Zamanaşımı ve Islah Kurumu

Ticari davalarda alacak hakkının talep edilebilmesi için kanunla belirlenmiş sürelere uyulması zorunludur. Bu sürelere zamanaşımı denir ve sürenin dolması, borçlunun borcu ödemekten kaçınmasına olanak tanıyan bir "def'i" hakkı doğurur. Dava sürecinde taleplerin değiştirilmesi veya artırılmasına imkân tanıyan ıslah kurumu ise zamanaşımı ile yakından ilişkilidir. Islah, ancak zamanaşımı süresi dolmamış alacaklar için yapılabilir.

Bu hassas dengeyi en net şekilde ortaya koyan bir uyuşmazlıkta, davacı, çalınan aracı için sigorta şirketine karşı bir kasko tazminatı davası açmıştır. Dava dilekçesinde talep edilen miktar, yargılama sırasında yapılan bilirkişi incelemesiyle daha yüksek çıkınca, davacı talebini ıslah yoluyla artırmak istemiştir. Ancak Yargıtay, bu talebi reddetmiştir. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi'nin 26.10.2010 tarihli kararında, ıslahla artırılan tazminat talebinin, Türk Ticaret Kanunu'nda öngörülen iki yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra yapıldığına dikkat çekilmiştir. Mahkeme, zamanaşımına uğramış bir alacağın ıslah yoluyla davaya dahil edilemeyeceğine hükmederek, yerel mahkemenin kararını bu yönde bozmuştur.

Bu dava, yargılama esnasında yürürlüğe giren yeni kanunların uygulanması sorununu da gündeme getirmiştir. Davacı, 01.10.2011'de yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 107. maddesindeki "Belirsiz Alacak Davası" hükmünün kendi lehine uygulanmasını talep etmiştir. Fakat mahkeme, HMK'nin 448. maddesi uyarınca kanunların zaman bakımından uygulanması ilkesine atıf yapmıştır. Bu ilkeye göre, yeni kanun hükümleri, tamamlanmış usul işlemlerini etkilemez. Yargıtay'ın zamanaşımı tespiti kesinleşmiş bir usul işlemi olduğundan, sonradan yürürlüğe giren bir kanun hükmüyle bu durumun değiştirilemeyeceğine karar verilmiştir. Bu örnek, dava açarken talep miktarının doğru belirlenmesinin ve zamanaşımı sürelerinin ne denli titizlikle takip edilmesi gerektiğinin altını çizmektedir.

Asli Müdahale ve Husumet Ehliyeti

Ticari davalar, yalnızca alacaklı ve borçlu arasında geçmeyebilir. Bazen üçüncü kişilerin de dava konusu üzerinde hak iddia etmesi mümkündür. İşte bu noktada HMK m. 65'te düzenlenen asli müdahale kurumu devreye girer. Asli müdahale, bir davanın konusu olan hak veya mal üzerinde kısmen ya da tamamen hak iddia eden üçüncü bir kişinin, aynı mahkemede taraflara karşı yeni bir dava açarak yargılamaya katılmasını sağlar.

Yukarıda bahsi geçen kasko tazminatı davası, bu kurumun işleyişi için de mükemmel bir örnektir. Çalınan araç üzerinde rehin hakkı bulunan finansman şirketi (dain-i mürtehin), sigorta tazminatının borçlu olan davacıya değil, doğrudan kendisine ödenmesi gerektiğini iddia ederek davaya asli müdahil olarak katılmıştır. Başlangıçta finansman şirketi, tazminatın davacı tarafından tahsil edilmesine muvafakat etmişti. Ancak yargılama sırasında davacının konkordato taahhütlerini yerine getirmediği ve borç ödemede kötü niyetli olduğu ortaya çıkınca, bu muvafakatini geri çekmiştir.

Bu gelişme üzerine Konya 4. Asliye Ticaret Mahkemesi, 10.04.2014 tarihli nihai kararında devrim niteliğinde bir sonuca varmıştır. Mahkeme, asli müdahilin muvafakatini geri çekmesi ve davacının kötü niyetli davranışları nedeniyle, davacının artık bu davayı takip etme ve tazminatı talep etme yetkisinin kalmadığına hükmetmiştir. Bu duruma aktif husumet ehliyetinin yokluğu denir. Sonuç olarak, ilk davacının davası husumet yokluğundan reddedilmiş ve sigorta tazminatının, davaya sonradan katılan asli müdahil finansman şirketine ödenmesine karar verilmiştir. Bu karar, ticari alacak davalarında mülkiyet ve hak sahipliği ilişkilerinin ne kadar dinamik olabileceğini ve yargılama sırasında değişen koşulların davanın seyrini tamamen değiştirebileceğini göstermektedir.

Özetle, ticari alacak davaları, 6102 sayılı TTK ve 6100 sayılı HMK ekseninde şekillenen, kendine özgü kuralları olan karmaşık süreçlerdir. Mutlak ve nispi dava ayrımından başlayarak görevli mahkemenin (genel olarak Asliye Ticaret Mahkemesi) doğru tespit edilmesi, dava şartı olan zorunlu arabuluculuk sürecinin tamamlanması ve özel kanunlarla belirlenmiş istisnai görevli mahkemelerin (İş, Tüketici, Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi vb.) gözden kaçırılmaması gerekir. İncelenen emsal kararın da ortaya koyduğu gibi, zamanaşımı, ıslah, husumet ehliyeti gibi usuli kavramlar davanın kaderini doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle, ticari alacakların tahsiline yönelik hukuki süreçlerin, alanında uzman bir avukatın rehberliğinde yürütülmesi, hak ve menfaatlerin en etkin şekilde korunmasını sağlayacaktır.

Yazar Görseli
Müellif

Av. Ali Haydar GÜLEÇ

Güleç Hukuk Bürosu'nda 9 yıldır yöneticilik ve avukatlık yapmaktadır.