
Derneğin Feshi Davası Şartları
Bir derneğin kapatılması, ancak kanunda belirtilen sıkı şartların varlığı ve mahkeme kararıyla mümkündür. Peki, derneğin feshi davası hangi durumlarda açılabilir? Bu davayı açma yetkisi kimdedir? Türk Medeni Kanunu ve Dernekler Kanunu bu konuda ne diyor? Özellikle dernek amacının kanuna veya ahlaka aykırı hale gelmesi durumunda Yargıtay'ın yaklaşımı nasıldır? Bu yazımızda, dernek fesih davasının tüm şartlarını, yasal dayanaklarını ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun dernek kurma özgürlüğünü temel alan emsal niteliğindeki kararını tüm detaylarıyla inceliyoruz.
Derneklerin Sona Erme Halleri ve Hukuki Dayanakları
Dernekler, belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere en az yedi gerçek veya tüzel kişinin bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmeleriyle oluşan, tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarıdır. Bu tüzel kişilik, derneğe hak ve borçlara ehil olma imkânı tanır. Ancak, bir derneğin tüzel kişiliği sonsuz değildir ve kanunda öngörülen belirli hallerin gerçekleşmesiyle sona erer. Dernek kurma özgürlüğü, Anayasa'nın 33. maddesinin beşinci fıkrası ile güvence altına alınmış olup, bu özgürlüğün bir yansıması olarak derneklerin kapatılması da ancak hâkim kararıyla mümkündür. Bu temel anayasal ilke, idari makamların keyfi bir şekilde dernek faaliyetlerine son vermesini engeller.
Türk hukuk sisteminde derneklerin sona ermesi temel olarak iki ana kategori altında incelenir: kendiliğinden sona erme (infisah) ve bir kararla sona erme (fesih). Her iki durumun da hukuki şartları, sonuçları ve izlenmesi gereken yasal prosedürler birbirinden farklılık göstermektedir.
Kendiliğinden Sona Erme (İnfisah)
Kendiliğinden sona erme, diğer adıyla infisah, herhangi bir fesih kararına veya mahkeme hükmüne gerek olmaksızın, kanunda sayılan durumların gerçekleşmesiyle derneğin hukuken varlığının kendiliğinden ortadan kalkmasıdır. Bu durumda mahkeme kararı, sona ermeyi sağlayan kurucu bir nitelik taşımaz; yalnızca mevcut durumu tespit eden açıklayıcı bir niteliğe sahiptir. 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun (TMK) 87. maddesinin birinci fıkrası, infisah sebeplerini sınırlı sayıda (numerus clausus) olacak şekilde belirlemiştir. Bu sebepler şunlardır:
- Amacın Gerçekleşmesi veya Gerçekleşmesinin İmkânsız Hale Gelmesi: Derneğin kuruluş gayesi olan amacın yerine getirilmesi (örneğin, bir okul yaptırmak için kurulan derneğin okulu inşa edip devretmesi) veya bu amacın yerine getirilmesinin objektif olarak imkânsız hale gelmesi (örneğin, korunması amaçlanan tarihi bir yapının tamamen yok olması) durumunda dernek kendiliğinden sona erer.
- İlk Genel Kurulun Yasal Sürede Yapılamaması: Dernek tüzüğünün mülki idare amirliğine verilerek tüzel kişilik kazanılmasından itibaren altı ay içinde ilk genel kurul toplantısının yapılarak zorunlu organların oluşturulmaması, kanun tarafından bir infisah sebebi olarak kabul edilmiştir.
- Borç Ödemeden Acze Düşme: Derneğin malvarlığının borçlarını karşılayamaz duruma gelmesi ve bu durumun yönetim kurulu veya bir alacaklının başvurusu üzerine mahkemece tespit edilmesi halinde dernek infisah eder.
- Tüzük Gereği Yönetim Kurulunun Oluşturulmasının İmkânsız Hale Gelmesi: Dernek tüzüğünde öngörülen hükümler uyarınca yönetim kurulunun oluşturulması matematiksel veya fiili olarak imkânsızlaşmışsa, derneğin faaliyetlerini sürdürmesi olanaksız hale geleceğinden bu durum bir sona erme nedenidir.
- Olağan Genel Kurul Toplantısının İki Defa Üst Üste Yapılamaması: Derneğin en yetkili organı olan genel kurulun, tüzükte belirtilen zamanlarda iki kez üst üste toplanamaması, derneğin işlevsiz hale geldiğinin bir göstergesi olarak kabul edilir ve infisah sonucunu doğurur.
Bu hallerden birinin varlığı halinde, TMK m. 87/II uyarınca, her ilgili, derneğin kendiliğinden sona erdiğinin tespiti için sulh hukuk mahkemesine başvurabilir. Burada "ilgili" kavramı geniş yorumlanmalı; dernek üyeleri, alacaklılar veya derneğin amacından etkilenen diğer kişiler bu kapsamda değerlendirilebilir. Ancak Yargıtay, bu konuda önemli bir ayrıma gitmiştir. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi'nin E. 2015/17877 K. 2015/16618 sayılı emsal kararında, Cumhuriyet savcısının, derneğin kendiliğinden sona erdiğinin tespiti (infisah tespiti) davası açma yetkisinin bulunmadığına açıkça hükmedilmiştir. Savcının rolü, derneğin feshi davasında ortaya çıkmaktadır.
Kararla Sona Erme (Fesih)
Fesih, derneğin varlığına aktif bir müdahale ile son verilmesidir. Bu müdahale, derneğin kendi iç iradesiyle veya bir mahkeme kararıyla gerçekleşebilir.
1. Genel Kurul Kararıyla Fesih: Bir derneğin sona erdirilmesinin en doğal yolu, kendi üyelerinin iradesiyle bu yönde karar almasıdır. TMK m. 88 uyarınca, dernek genel kurulu her zaman derneğin feshine karar verebilir. Bu karar, derneğin en yetkili karar organı olan genel kurul tarafından alınır. Kararın geçerli olabilmesi için, tüzükte daha ağır bir nisap öngörülmemişse, genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin en az üçte ikisinin toplantıda hazır bulunması gerekir. Çoğunluk sağlanamadığı için toplantı ertelenirse, ikinci toplantıda çoğunluk aranmaz. Ancak, fesih kararının her halükârda toplantıya katılan üyelerin üçte iki çoğunluğu ile alınması zorunludur.
2. Mahkeme Kararıyla Fesih: Dernek kurma özgürlüğünün anayasal bir hak olması, onun sınırsız olduğu anlamına gelmez. Bir derneğin amacı veya faaliyetleri, kanunun emredici hükümlerine, ahlaka veya kamu düzenine aykırı bir nitelik kazanırsa, bu durumda derneğin varlığının devamı hukuken korunmaz. İşte bu noktada, derneğin mahkeme kararıyla feshi gündeme gelir. Bu yol, infisahtan farklı olarak, bir dava sürecini gerektirir ve derneğin kapatılması ancak ve ancak bir hâkim kararıyla mümkün olur. Bu davanın şartları, kimler tarafından açılabileceği ve yargısal süreçteki değerlendirme kriterleri, bir sonraki bölümde detaylı olarak ele alınacak olan dernekler hukukunun en kritik konularından birini oluşturmaktadır.
Derneğin Mahkeme Kararıyla Feshi Davasının Şartları
Bir derneğin tüzel kişiliğinin mahkeme kararıyla sonlandırılması, örgütlenme özgürlüğüne yönelik en ağır müdahalelerden biridir. Bu nedenle kanun koyucu, bu süreci keyfiliğe yer bırakmayacak şekilde sıkı şartlara bağlamıştır. Derneğin feshi davasının açılabilmesi ve kabul edilebilmesi için hem usul hem de esas yönünden belirli koşulların bir arada bulunması zorunludur. Bu koşullar, davayı açmaya yetkili kişiler ve feshi gerektiren hukuki sebeplerin varlığı olarak iki ana başlık altında incelenebilir.
Dava Açmaya Yetkili Kişiler
Derneğin feshi gibi ağır bir hukuki sonuç doğuran davayı herkesin açması mümkün değildir. 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu (TMK), bu yetkiyi sınırlı sayıda kişiye tanımıştır. TMK'nın 89. maddesi, bu yetkinin kimlerde olduğunu açıkça düzenlemektedir. Buna göre, derneğin feshini mahkemeden isteyebilecek olanlar Cumhuriyet savcısı ve ilgili kişilerdir.
Cumhuriyet Savcısı: Cumhuriyet savcısı, kamu düzenini ve menfaatini koruma görevi kapsamında hareket eder. Bir derneğin amacının veya faaliyetlerinin kanuna ya da ahlaka aykırı bir hale geldiğine dair ciddi şüphe veya delillere ulaşması durumunda, re'sen (kendiliğinden) hareket ederek derneğin feshi için dava açma yetkisine sahiptir. Savcının bu davayı açması, kişisel bir menfaate değil, toplumsal düzenin korunması amacına hizmet eder. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu'nun 17.01.1974 tarihli ve E. 1971/3, K. 1972/2 sayılı kararı uyarınca, Cumhuriyet savcısının davacı sıfatıyla açtığı bu tür davalarda duruşmalarda bizzat hazır bulunması zorunlu değildir. Bu karar, savcının rolünün davayı başlatmak ve kamu adına süreci takip etmek olduğunu, ancak her celsede fiziken varlığının bir usul şartı olmadığını teyit etmektedir.
İlgililer: Kanun metninde geçen "ilgili" kavramı, dava açmakta güncel ve meşru bir hukuki yararı bulunan herkesi kapsar. Hukuki yarar, soyut bir endişe veya meraktan öte, kişinin haklarını veya hukuki durumunu doğrudan etkileyen bir menfaati ifade eder. Bu kapsamda dernek üyeleri, dernekten alacağını tahsil edemeyen alacaklılar veya faaliyetleri nedeniyle hakları doğrudan ihlal edilen üçüncü kişiler "ilgili" sıfatıyla fesih davası açabilirler. Örneğin, aynı alanda faaliyet gösteren ve feshi istenen derneğin hukuka aykırı eylemleri nedeniyle haksız rekabete uğrayan başka bir dernek de bu davayı açmak için hukuki yarara sahip olabilir. Mahkeme, davayı açan kişinin "ilgili" olup olmadığını ve hukuki yararının bulunup bulunmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden denetler.
Fesih Sebebinin Varlığı
Derneğin mahkeme kararıyla kapatılabilmesi için dava açmaya yetkili bir kişinin istemde bulunması tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda, kanunda açıkça belirtilen fesih sebeplerinden birinin somut olayda gerçekleşmiş olması gerekir. Fesih sebepleri sınırlı sayıdadır (numerus clausus) ve kıyas yoluyla genişletilemezler. Yargı, bu konuda oldukça hassas davranmakta ve örgütlenme özgürlüğünü koruma altına almaktadır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun E. 2013/7-1732 K. 2015/897 sayılı kararı, dernekler arasındaki isim benzerliğinin tek başına bir fesih nedeni olamayacağına hükmederek bu ilkeyi somutlaştırmıştır.
Dernek fesih davalarında en temel ve sık karşılaşılan sebep, TMK m. 89'da belirtilen "derneğin amacının kanuna veya ahlâka aykırı hâle gelmesi" durumudur. Bu noktada kritik bir ayrım yapmak gerekir:
Amacın Başlangıçtan İtibaren Hukuka Aykırı Olması: Eğer bir dernek, kuruluş anından itibaren hukuka veya ahlaka aykırı bir amaçla (örneğin, suç işlemek amacıyla) kurulmuşsa, bu dernek TMK m. 56/II uyarınca zaten baştan itibaren tüzel kişilik kazanamamış sayılır. Bu durumda açılacak dava bir "fesih" davası değil, derneğin hukuken hiç var olmadığının tespiti amacını taşıyan bir "yokluğun tespiti" davasıdır.
Amacın Sonradan Hukuka Aykırı Hale Gelmesi: Fesih davasının konusunu oluşturan durum ise, yasal bir amaçla kurulan bir derneğin zaman içinde amacının veya bu amaca ulaşmak için yürüttüğü faaliyetlerin kanuna veya genel ahlak kurallarına aykırı bir nitelik kazanmasıdır. Örneğin, eğitim amacıyla kurulan bir derneğin yasa dışı ideolojilerin propagandasını yapmaya başlaması veya bir spor kulübünün yasa dışı bahis faaliyetlerine karışması gibi durumlar, derneğin amacının sonradan hukuka aykırı hale geldiğine örnek teşkil eder.
Yargıtay kararlarında, fesih gibi ağır bir yaptırımın uygulanabilmesi için genellikle tek bir aykırı fiil yeterli görülmemekte, derneğin bu tür eylemleri sürekli ve sistematik bir biçimde gerçekleştirdiği ve bu durumun derneğin genel faaliyetlerine egemen olduğunun kanıtlanması aranmaktadır. Bu yaklaşım, anayasal bir hak olan örgütlenme özgürlüğünün, münferit hatalar veya olaylar nedeniyle kolayca ortadan kaldırılmasının önüne geçmeyi amaçlamaktadır.
Yargısal Süreçte Fesih Sebeplerinin Değerlendirilmesi: Çankaya Cemevi Derneği Örneği
Derneğin feshi davalarında kanuni şartların soyut metinleri, somut olaylara uygulandığında farklı yorumlara ve hukuki tartışmalara yol açabilmektedir. Özellikle bir derneğin amacının "kanuna veya ahlaka aykırı" olup olmadığının tespiti, yargı mercilerinin temel hak ve özgürlükler ile mevcut yasal düzenlemeler arasında bir denge kurmasını gerektirir. Bu dengenin nasıl kurulduğuna ve farklı yargı kademelerinin bir olayı nasıl ele alabildiğine dair en önemli örneklerden biri, "Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği" hakkında açılan fesih davasıdır. Bu dava, dernek kurma özgürlüğü ile din ve vicdan özgürlüğünün sınırlarının çizildiği emsal niteliğinde bir yargısal sürece sahne olmuştur.
İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay Bozma Kararı
Süreç, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, tüzük amacının kanuna aykırı olduğu iddiasıyla Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği'nin feshini talep etmesiyle başlamıştır. Davanın temelini, dernek tüzüğünde yer alan "Alevi inanç ve ibadet merkezi olan cemevlerini yapmak ve yaptırmak" ile "imar planlarında ibadet yeri olarak ayrılan alanlarda cemevi inşa etmek" şeklindeki amaçların, mevcut mevzuata aykırı olduğu iddiası oluşturmuştur. Ankara Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü'nün bu yöndeki uyarısına rağmen derneğin tüzük değişikliği yapmaması üzerine fesih davası açılmıştır.
Davaya bakan Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi, 04.10.2011 tarihli ve 2010/492 E., 2011/316 K. sayılı kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Yerel mahkeme, dernek kurma ve din özgürlüğü ekseninde bir değerlendirme yaparak, derneğin amacında kanuna aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır.
Ancak bu karar, davacı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından temyiz edilmiştir. Dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, 10.05.2012 tarihli ve E. 2012/262, K. 2012/3351 sayılı ilamıyla yerel mahkemenin ret kararını bozmuştur. Bu bozma kararı, ilk derece mahkemesinin özgürlükçü yorumu ile Yargıtay Dairesi'nin mevcut kanunlara dayalı katı ve şekilci yorumu arasındaki derin görüş ayrılığını ortaya koymuştur. Yargıtay'ın bu kararı, davanın seyrini tamamen değiştirmiş ve hukuki tartışmayı daha temel bir zemine, yani ulusal kanunların mutlak üstünlüğü ilkesine taşımıştır.
Bozma Gerekçesi ve Yasal Dayanaklar
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi'nin bozma kararının hukuki temelini, Cumhuriyet'in ilk yıllarında çıkarılmış ve Anayasa'nın 174. maddesi ile koruma altına alınmış olan iki temel kanun oluşturmuştur. Daire, bu kanunları fesih talebinin haklılığını ispatlamak için temel dayanak olarak kullanmıştır:
677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun: Yargıtay Dairesi, bu kanunun 1. maddesine atıf yaparak, Türkiye'de ibadethane statüsünün yalnızca cami ve mescitlere tanındığını, tekke ve zaviyelerin kapatıldığını ve bu yasal çerçeve dışında bir yerin "ibadethane" olarak tanımlanmasının veya bu amaçla bir dernek kurulmasının mümkün olmadığını belirtmiştir. Daireye göre, derneğin tüzüğünde geçen "ibadet merkezi olan cemevi" ifadesi, doğrudan 677 sayılı Kanun'a aykırılık teşkil etmekteydi.
633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun: Bozma kararında dayanak gösterilen bir diğer düzenleme ise bu kanunun 35. maddesi olmuştur. Bu madde, cami ve mescitlerin Diyanet İşleri Başkanlığı'nın izniyle açılıp yönetileceğini hükme bağlamaktadır. Yargıtay Dairesi, bu hükümden yola çıkarak ibadethane açma ve yönetme yetkisinin kanunla düzenlenmiş bir idari usule tabi olduğunu, derneklerin bu alanda faaliyet göstermesinin mevcut yasal düzenlemelerle çeliştiğini savunmuştur.
Sonuç olarak Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, derneğin amacının, yürürlükteki kanunlar tarafından belirlenen "ibadethane" tanımının dışına çıktığı ve bu durumun Türk Medeni Kanunu'nun aradığı "amaçta kanuna aykırılık" şartını oluşturduğu gerekçesiyle yerel mahkeme kararını bozmuştur. Bu karar, dernek kurma özgürlüğünün, mevcut pozitif hukuk kuralları ile sınırlı olduğu ve bu kurallara aykırı bir amaç güdülemeyeceği yönündeki katı bir yorumu yansıtmaktadır. Bu aşamadan sonra dosya, direnme kararı üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun önüne gidecek ve Türk hukukunda temel hakların yorumlanması açısından bir dönüm noktası yaşanacaktır.
Üst Hukuk Normlarının Önceliği ve Dernek Kurma Özgürlüğü
Bir derneğin feshi davasında, dernek amacının kanuna veya ahlaka aykırı hale gelmesi temel bir fesih sebebidir. Ancak bu "aykırılık" kavramının yorumlanması, yalnızca ulusal mevzuatın dar kalıpları içinde yapılmaz. Türk hukuk sisteminde, temel hak ve özgürlükleri ilgilendiren konularda, uluslararası hukuk normları ile iç hukuk arasında bir çatışma yaşandığında devreye giren ve yargısal kararların seyrini değiştiren anayasal bir güvence bulunmaktadır. Bu güvence, özellikle örgütlenme ve din özgürlüğü gibi hassas alanlarda, özgürlükler lehine bir yorum yapılmasını zorunlu kılar. Bu bağlamda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun verdiği emsal niteliğindeki "Cemevi Kararı", üst hukuk normlarının iç hukuka etkisini ve dernek kurma özgürlüğünün sınırlarını net bir şekilde ortaya koymuştur.
Anayasa Madde 90'ın Rolü
Dernek feshi davalarında ve genel olarak temel hak ve özgürlükleri ilgilendiren tüm uyuşmazlıklarda kilit rol oynayan hüküm, Anayasa'nın 90. maddesidir. Bu maddenin özellikle 5170 sayılı Kanun ile 2004 yılında eklenen son fıkrası, Türk hukukunda bir paradigma değişikliği yaratmıştır. Bu fıkra şu şekildedir:
"Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır."
Bu hükmün anlamı açıktır: Bir hâkim, önüne gelen bir davada, temel hak ve özgürlüklerle ilgili bir konuda, bir yasa hükmü ile Türkiye'nin taraf olduğu bir uluslararası antlaşma hükmünün çeliştiğini tespit ederse, kanunu bir kenara bırakarak doğrudan uluslararası antlaşmayı uygulamakla yükümlüdür. Bu durum, normlar hiyerarşisinde temel haklara ilişkin uluslararası sözleşmelere anayasal bir üstünlük tanımaktadır. Dolayısıyla, bir derneğin amacının belirli bir kanuna aykırı olduğu iddia edilse bile, eğer bu amaç uluslararası sözleşmelerle korunan bir temel hakkın kullanımı kapsamındaysa, fesih kararı verilemez.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) Doğrudan Etkisi
Anayasa'nın 90. maddesi uyarınca iç hukukta doğrudan uygulanması gereken en önemli uluslararası belge, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'dir (AİHS). Dernek fesih davalarında özellikle iki madde öne çıkmaktadır:
AİHS Madde 11 - Toplantı ve Dernek Kurma Özgürlüğü: Bu madde, herkesin barışçıl olarak toplanma ve başkalarıyla birlikte dernek kurma hakkına sahip olduğunu güvence altına alır. Bu özgürlüğe getirilecek sınırlamaların ise demokratik bir toplumda zorunlu olması ve ulusal güvenlik, kamu düzeninin korunması gibi meşru amaçlara hizmet etmesi gerekir. Bir derneğin amacı, bu meşru sınırlama nedenlerinden birini açıkça ihlal etmiyorsa, sırf iç hukuktaki bazı eski veya tartışmalı düzenlemelere aykırı olduğu gerekçesiyle kapatılması, Madde 11'in ihlali anlamına gelir.
AİHS Madde 9 - Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğü: Bu madde, sadece bir dine veya inanca sahip olma özgürlüğünü değil, aynı zamanda bu inancı tek başına veya toplu olarak, aleni veya özel surette ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle açıklama özgürlüğünü de korur. Bir inancın gereğini yerine getirmek için ibadet yerleri kurma ve bu amaçla örgütlenme hakkı, şüphesiz bu maddenin koruma alanı içindedir.
Bu iki madde bir arada değerlendirildiğinde, kişilerin inançları doğrultusunda bir araya gelerek ibadet yerleri inşa etmek amacıyla dernek kurmaları, hem din özgürlüğünün hem de örgütlenme özgürlüğünün bir tezahürüdür.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun Nihai Kararı
Bu teorik çerçevenin somut bir davada nasıl uygulandığını en iyi gösteren örnek, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 03.12.2014 tarihli "Çankaya Cemevi Derneği" kararıdır. Davada, "cemevi yaptırmak" amacıyla kurulan bir derneğin, 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun'a aykırı olduğu gerekçesiyle feshi talep edilmiştir. İlk derece mahkemesi davayı reddetmiş, ancak Yargıtay 7. Hukuk Dairesi bu kararı, ilgili kanunlara atıf yaparak bozmuştur.
Yerel mahkemenin kararında direnmesi üzerine dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun önüne gelmiştir. Kurul, oyçokluğuyla yerel mahkemenin direnme kararını onarken, hukuki bir ders niteliğinde gerekçeler sunmuştur. Kurul'un kararının temel dayanakları şunlardır:
- Uyuşmazlığın esasının "cemevinin ibadethane olup olmadığı" tartışması değil, "bir ibadet yeri kurmak amacıyla örgütlenme özgürlüğünün" kısıtlanıp kısıtlanamayacağı olduğunu vurgulamıştır.
- Anayasa'nın 90. maddesine atıf yaparak, AİHS'nin 9. ve 11. maddelerinin doğrudan uygulanması gerektiğini belirtmiştir.
- Kararın en can alıcı noktası ise şu tespittir: Devletin, kişilerin dini inançlarını açığa vurmak için kullandıkları araçların veya bir ibadet yerinin meşruluğunu belirleme konusunda bir takdir yetkisi yoktur. Devletin rolü, inançları veya ibadet yerlerini tasnif etmek değil, tüm inanç mensuplarının özgürlüklerini tarafsız bir şekilde güvence altına almaktır.
- Bu sebeple, bir derneğin amacının, AİHS ile korunan temel bir hakkın kullanımına yönelik olması halinde, iç hukuktaki kısıtlayıcı bir kanuna dayanılarak feshedilemeyeceğine hükmetmiştir.
Netice itibarıyla, bir derneğin feshi davası süreci, yalnızca Türk Medeni Kanunu ve Dernekler Kanunu hükümleriyle sınırlı değildir. Özellikle dernek amacının hukuka aykırılığı iddiası, temel bir hak ve özgürlüğün kullanımıyla ilgiliyse, yargı makamları Anayasa'nın 90. maddesi gereğince uluslararası insan hakları sözleşmelerini öncelikli olarak uygulamak zorundadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun Cemevi kararı, bu ilkenin somut bir yansıması olup, dernek kurma özgürlüğünün ne denli geniş bir korumaya sahip olduğunu ve devletin bu alandaki müdahalesinin sınırlarını açıkça ortaya koyan emsal niteliğinde bir içtihattır. Bu karar, benzer hukuki sorunlarla karşılaşan tüm dernekler için önemli bir güvence teşkil etmektedir.